PKK'nin Tüm Kadro ve Sempatizanlarına!

Önderlik Partisi olmak ne demektir? Tarihsel olarak insanlık ihtiyacını karşılamak üzere ortaya çıkan bir..

Partimizin 36. Mücadele Yılında 11. Kongre Gerçeğini Hayata Geçirerek Zafere Ulaşalım

Değerli Yoldaşlar!

Partimiz PKK'nin 35. kuruluş yıldönümünü Rojava direnişinin büyük başarıları temelinde coşku içinde kutluyoruz. 36. Mücadele yılına giren PKK, fiziken olgun, ruhen genç bir konumda bulunuyor. Bu yapısı onu her zamankinden daha fazla ve daha güçlü bir biçimde özgürlük devriminin zafer çizgisinde yürüyen öncüsü haline getirmiştir. PKK, 36. mücadele yılında da Önder Apo’nun ve Kürdistan'ın özgürlüğü hedefine tüm gücüyle kilitlenmiş bulunmaktadır. Bu temelde ve 36. Parti yılının daha büyük bir zafer yılı olacağı inancıyla başta Rêber Apo olmak üzere tüm yoldaşların, halkımızın ve insanlığın 27 Kasım Parti Gününü ve Ulusal Diriliş Bayramını kutluyoruz. Haki Karer yoldaşla başlayarak Sakine Cansız yoldaşa kadar uzanan, Rojava direniş şehitleriyle de devam eden tüm parti şehitlerimizi, Özgürlük Mücadelesi şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Şehitlerimize verdiğimiz zafer sözünü Partimizin yıldönümü vesilesiyle 11. Kongre kararlılığı temelinde bir kez daha yineliyoruz. Tüm şehit ailelerimizi ve özellikle de şehit annelerimizi saygıyla selamlıyoruz. 36. yılda Partimizin özgürlük devrimine daha güçlü bir biçimde önderlik ederek bize yeni zaferler yaratacağı inancımızı ifade ediyoruz.

Değerli Yoldaşlar!

PKK'nin 35. yıldönümünü yaşar ve 36. zafer yılına girerken kuşkusuz Parti gerçeği üzerinde her zamankinden daha fazla yoğunlaşmamız gerekmektedir. Önder Apo çok somut bir biçimde PKK'nin bir şehitler partisi olduğunu ifade etti. Haki Karer yoldaştan Rojava direniş şehitlerine kadar uzanan ve sayıları yirmi bini geçen kahraman şehitlerimizin PKK kimliği altında yaşadığını belirtti. Şehitler ‘PKK biçiminde yaşıyor’ dedi. PKK'nin Haki Karer yoldaşın anısına kurulduğunu ve birbirine eklenen şehitler halkasından oluştuğunu vurguladı.

Önderliksel doğuş da, Önderliksel çıkış da kahraman şehitlerin anılarını yaşatmak, Kürdistan tarihinde ve 1970’ler başında Türkiye Devrimci Gençlik Hareketi direnişi içinde yaşamlarını halkın özgürlüğü için veren kahraman şehitlerin anılarını sahiplenmek ve yaşatmak için gerçekleşti. Önder Apo bu büyük özgür insanlık şehitlerinin özlemlerinin yaşaması ve amaçlarının başarısı için çalıştı. Partimiz, böyle bir Önderliksel hareket olarak doğdu ve kahraman şehitler zinciri olarak devam edip büyüdü. Dolayısıyla PKK bir Önderlik ve Şehitler Partisi oldu. Önderlik ve Şehitler Partisi olma gerçeğini Partimizin yeni bir kuruluş yıldönümünü kutlarken daha yakından ve daha derinlikli bir biçimde anlamak durumundayız.

Önderlik Partisi olmak ne demektir? Tarihsel olarak insanlık ihtiyacını karşılamak üzere ortaya çıkan bir Önderliksel hareket biçiminde gelişmek neyi ifade eder? Bir Önderliksel ruhun, bilincin ve yaşamın örgütlenmesi, partileşmesi demek ne anlama gelmektedir ve bizlere ne tür sorumluluklar yüklemektedir? Kuşkusuz aynı sorular Şehitler Partisi, Şehitler Hareketi alan PKK için de geçerlidir. Şehitler Partisi olmak ne anlama gelir ve mensuplarına ne tür görev ve sorumluluklar yükler? İşte tüm bu sorular temelinde 36. Parti yılına girerken daha çok yoğunlaşmak, bilincimizi daha derinden işletmek, kendimizi bu esaslara göre daha köklü sorgulamak ve gereken değişimi ve düzeltmeyi yapmak gerekmektedir.

Bu hususlara dikkat edelim ve Parti gerçeği konusunda yanılmayalım. PKK'nin bir Önderlik ve Şehitler Partisi olma gerçeğini iliklerimize kadar hissederek en derinden anlamaya ve kendimizi onun gereklerine göre yeniden yaratmaya çalışalım. Demek ki PKK sıradan bir parti değil, herhangi sıradan amaçları başarma için kurulmuş bir örgüt değildir. Üstünkörü çalışan ve yaşayan bir hareket de değildir. Bir Önderliksel doğuşu ifade eden, bu tarihsel doğuşu yaşamsallaştırmak için şehadet çizgisinde pratik mücadele yürüten bir harekettir. Bu özelliklerini daha derinden kavrayalım! Önderlik partisi olmak ne demektir? Her şeyden önce yeni bir ruh ve duygu gücü olmak demektir. Yeni bir düşünce sistemi ve yeni yaşam, yeni davranışlar toplamı haline gelmek demektir. Önderliksel hareket olmak demek, insanlık için var olan mevcut yaşam sistemleri, yaşam tarzları, yaşam ölçüleri karşısında yeni alternatif bir yaşam tarzını ve sistemini yaratmak demektir. Var olan insan ve toplum gerçeği karşısında yeni, özgür toplumu ve insanı yaratmak demektir. Önderliksel hareket olmak, yeni yaşam ölçü ve özelliklerini geliştirmek ve toplum ile birey nezdinde cisimleştirmek demektir. PKK'nin, dünyanın dört bir tarafında var olan inkar ve imha sistemi tarafından Kürdistan'da egemen kılınmaya çalışılan yaşam anlayış ve özelliklerinden farklı bir yaşam ölçüsü ve özelliği söz konusudur. Bu da Önder Apo'nun yaşam gerçeğini, kişilik gerçeğini ifade eder. Dolayısıyla PKK'ye katılmak demek, Önderlik ölçü ve özellikleriyle Önderlik ruh, duygu ve düşünce sistemiyle donanmak ve kendini yeniden yaratmak demektir. Bu temelde yeni, özgür kimliğe, özgür yaşama ve özgür kişiliğe ulaşmak demektir. PKK'ye katılmak, PKK'nin kadro ve sempatizanı olmak demek, tüm yaşamını ortaya koyarak Önderlik düşünce ve davranışlarından oluşan özgürlük çizgisini zafere götüren bir pratik mücadeleyi yürütmek demektir.

Şehadet gerçeği, Önderlik çizgisinin doğru ve zafer kazanıcı olduğunu kanıtlayan, dolayısıyla Önderlik ve Parti gerçeğimizi temsil eden, bu hakikatin büyüklüğünü, dönülmezliğini, zafer gücünü ortaya koyan bir gerçekliktir. O halde yeni bir kuruluş yıldönümünü kutlarken tüm kadro ve sempatizan yoldaşların bu hakikat üzerinde daha çok yoğunlaşması, Önderlik ve şehitler çizgisinde kendisini eleştirel ve özeleştirel sorgulamadan geçirerek 11. Kongre gerçeği temelinde kendilerini netleştirip kararlaştırmaları gerekir. Partimizin 35. kuruluş yıldönümünü yaşamak, kutlamak demek, her şeyden önce böyle bir özeleştirel sorgulamayı yaparak kendini Önderlik ve şehitler çizgisinin başaran, zafer kazanan bir militanı haline getirmek demektir.

Değerli Yoldaşlar!

Bildiğiniz gibi iki buçuk ay önce Partimizin 11. Kongresini başarıyla gerçekleştirdik. 11. Kongre sonuçlarını, Merkez Komitemiz yaptığı kapsamlı değerlendirmeyle tüm kadro ve sempatizan yoldaşlara sundu. 11. Kongre program, tüzük ve kararlarını okunup incelenmek üzere tüm yoldaşlara ulaştırmış bulunuyoruz. 11. Kongre belgeleri ve kongre gerçekliği temelinde tüm yoldaşların yoğunlaşacağına, kendi duruşunu, katılımını eleştirel ve özeleştirel bir yaklaşımla yeniden değerlendirerek Önderlik ve şehitler çizgisinde kendisini düzeltip yenileyeceğine inanıyoruz.

Bilindiği gibi Partimizin her kongresi yeni bir gelişmenin yaratıcısı olmuş ve yeni hamle süreçlerini başlatmıştır. 1. Parti kongremiz, adı üzerinde kuruluş kongresiydi ve ilk büyük şehidimiz Haki Karer yoldaşın anısının örgütlendirilmesi temelinde Kürdistan'a, Kürt halkına özgürlük öncüsünün yaratılmasını ve kazandırılmasını sağladı. 2. Kongremiz, yurtdışı çalışmaları ve zindan direnişi temelinde 12 Eylül faşist askeri darbesine karşı Kürdistan'a yeniden dönüşü ve 15 Ağustos 1984 gerilla kahramanlık atılımını geliştirdi. 3. Kongremiz, özgürlük çizgisinde derinleşmeyi, kadın özgürlük çizgisini tüm toplumsal özgürlüklerin temeli haline getirmeyi ve bu esas üzerinde gerillada ısrarı ve ordulaşmayı sağladı. 4. Kongremiz, Kürdistan'da, Ortadoğu'da ve dünyada yeni gelişmelerin olduğu tarihsel bir dönemeçte Partimizin özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yenilmez bir öncülüğü nasıl gerçekleştireceğini ortaya koydu. Reel sosyalizmin çözüldüğü, kapitalist modernite sisteminin yeni bir dünya hegemonyasına yöneldiği bir ortamda Kürdistan özgürlük devrimini yaşatmanın, savunmanın ve geliştirmenin yol ve yöntemlerini belirledi. 5. Kongremiz, Türkiye'deki çeteci iktidarın topyekûn savaş konsepti temelinde gerillayı ezmek ve tüm devrim değerlerimizi tasfiye etmek üzere geliştirdiği azgınca saldırılara karşı gerilla ve halk direnişinin yenilmezliğini ortaya çıkardı. 6. Kongre, bütün hata ve yetersizliklerine rağmen uluslararası komploya karşı direnişi kararlaştıran ve planlayan bir kongre oldu. 7.8. ve 9. Kongrelerimiz değişim, yeniden yapılanma ve yeniden inşa sürecinin kongreleri olarak Partimizin Demokratik, Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü paradigma temelinde yeniden yapılanma ve inşasını gerçekleştirdi.

  1. Kongremiz, mücadele tarihimizin en iddialı hedeflerinden biri olan “Önder Apo'ya Özgürlük” hedefini seslendirdi ve gerçekleştirilmek üzere Partimizin önüne koydu. 10. Kongre temelinde geçen süreçte yürütülen çok yönlü ve kahramanca mücadeleyle “Önder Apo'ya Özgürlük” hedefi tam gerçekleşmediyse de, Kuzey’deki büyük halk savaşı direnişiyle, 19 Temmuz 2012 Rojava Özgürlük Devrimiyle, daha da önemlisi İmralı tecrit sistemi parçalanarak Önder Apo'nun Kürt sorununun çözümünde tek muhatap olarak kabul görür hale getirilmesiyle çok önemli gelişmelerin de yaratıcısı oldu.

Tüm bu gelişmelere dayanarak 11. Parti kongremiz “Önder Apo'nun ve Kürdistan'ın Özgürlüğü” hedefini Partimizin ve halkımızın önüne mutlaka başarılması gereken güncel görev olarak koydu. Önder Apo'nun ve Kürdistan'ın özgürlüğü hedefinin zamana yayılacak veya sadece söylenip hayal edilecek bir hedef olmadığını, tersine geçen dönem pratiğinin derslerine dayanarak eğer doğru bir öncülük yapılır ise bu hedeflerin içinde bulunduğumuz aylarda ve yıllarda pratik olarak gerçekleştirilebilecek hedefler konumuna geldiğini somut bir biçimde ifade etti. Böylece 40 yıllık Önderlik ve 35 yıllık Parti çalışmalarının dayandığı büyük birikime dayanarak önümüzdeki mücadele dönemini tarihimizin en büyük özgürlük devrimi dönemi olmasını kararlaştırdı ve güncel görev olarak planladı. 11. Kongre gerçeğimiz Önder Apo'nun ve Kürdistan'ın özgürlüğünü ertelenmez, acil gerçekleştirilmesi gereken temel bir devrimci görev olarak hepimizin önüne koymuş bulmaktadır.

  1. Kongre gerçeğimizin diğer temel boyutu ise bu tarihi hedefin gerçekleştirilme koşullarının yaratılmasına ilişkindir. “Önder Apo'nun ve Kürdistan'ın Özgürlüğü” hedefini önümüze koymak iyidir, güzeldir de, bu tarihi büyük hedefin gerçekleşme koşulları ne kadar vardır? Bunu gerçekleştirecek imkânlar ve fırsatlar ne kadar söz konusudur? Böyle bir hedefi gerçekleştirme gücüne ne kadar sahibiz? Bunun için engeller nelerdir ve bu engeller nasıl aşılacaktır? Sadece tarihi hedefler önümüze koymamış, bu sorulara cevap verme temelinde söz konusu hedefi başarmanın yol ve yöntemlerini ortaya çıkarmakla da başarıyı garantileyen, zaferin önünü açan bir tarihi kongre olmuştur. Bu çerçevede çok yönlü olarak yürüttüğü bütün değerlendirme ve tartışmalar net bir biçimde göstermiştir ki, “Önder Apo'ya ve Kürdistan'a Özgürlük” hedefini gerçekleştirmenin önünde öncülükten kaynaklanan engeller dışında hiçbir engel yoktur. Koşullar, özgürlük devrimini gerçekleştirmek için uygundur. İmkânlar, özgürlük devrimini başarmak için tarihi büyüklükte çokça mevcuttur. Düşmanımız, inkâr ve imha sistemini yürüten güçler tarihte hiç olmadıkları kadar zayıf durumdadır. Kürt halkının özgürlük istemi, bilinci, örgütlülüğü ve bu temelde büyük bir cesaret ve fedakârlıkla geliştirdiği eylemsellik gücü bulunmaktadır. Dolayısıyla Kürdistan özgürlük devrimini gerçekleştirmek ve bunu Ortadoğu demokratik devriminin temeli yapmak için her türlü koşul, imkân ve veri hazırdır. Başarı için gerekli olan sadece, tüm bunları doğru bir biçimde anlayarak gerçekçi bir stratejik ve taktik yaklaşımla planlayıp örgüte ve eyleme dönüştürecek militan parti öncülüğünün görev ve sorumluluklarını başarıyla yürütür konumda olmasıdır. Eğer geçen dönemde devrimci hamleler yarım kaldıysa, öngörülen hedeflere yeterince ulaşılmadıysa, zaferi gerçekleştirmediyse, bunun temel nedeni, devrim için hazır olan verileri ve imkanları örgütleyip eyleme dökecek ve onları başarıyla yürütecek bir parti öncülüğünün yeterince gerçekleştirilememesidir.
  2. Kongremiz özgürlük devriminin başarısı önündeki temel engel olarak parti öncülüğünün zayıflığı tespitini yapmıştır. Bu zayıflığı gidermek için zihniyet ve örgütsel-eylemsel düzeyde özgürlük devrimini zafere taşıyacak parti öncülüğünü ortaya çıkarmanın kararlılığını sağlamıştır. Bu temelde yetersizliği meşrulaştıran, kendini yeterli gören ve kendini başarıya, zafere kilitlemeyen tüm yaklaşım, tutum, duruş ve katılım biçimlerini eleştirerek mahkûm etmiştir. Kendine göre anlayan, kendine göre katılarak pratikleşen kadro duruşlarını, katılımlarını Önderlik ve şehitler çizgisinin başaran militanları olamayan duruş ve tutumlar olarak tanımlayıp mahkûm ederek parti gerçeğine, Önderlik ve şehitler çizgisine zafer çizgisinde katılmayı başaran öncülüğün temel yaratıcı ve başaran güç olduğunu vurgulamıştır.

Partimizin 35. yıldönümünü yaşar ve 36. mücadele yılına girerken tüm kadro ve sempatizan yoldaşların 11. Parti Kongremizin bu gerçeğini doğru görmeleri, anlamaları ve bu temelde kendilerini eleştirel-özeleştirel sorgulamadan geçirerek yenilemeleri, kendilerini 36. mücadele yılının zafer kazanan kadro ve sempatizanları haline getirmeyi sağlamaları gereklidir.

  1. Kongre döneminin Apocu militanı olmak, sempatizanı olmak, bu dönemde Parti kadro ve sempatizanı olarak mücadele ortamında yer almak kesinlikle böyle bir yenilenmeyi, değişim ve dönüşümü gerçekleştirmekle mümkündür. Tüm kadro ve sempatizan yoldaşların büyük bir ciddiyet ve disiplin içerisinde 11. Kongre gerçeğini özümseyerek 36. Parti yılını “Önder Apo'ya ve Kürdistan'a Özgürlük” yılı haline getirmek ve özgürlük devrimimizin her alanda yeni zaferlerle taçlanmasını sağlamak için elinden gelen her türlü çabayı harcayacağına ve 11. Kongre gerçeğinin öngördüğü militan ölçülere mutlaka ulaşacağına inanıyoruz.

Değerli Yoldaşlar!

Partimizin tüm mücadele yılları gibi 35. mücadele yılı da kahramanlık çizgisinde yürütülen direniş temelinde tarihi öneme sahip büyük gelişmelerin yaratıldığı bir yıl olmuştur. Bilindiği gibi 35. Parti yılına Kuzey Kürdistan'da 2011-2012 Devrimci Halk Savaşı direnişinin büyük gelişmeler yarattığı, AKP'nin imha ve tasfiye planının bozularak yenilgiye uğratıldığı, 19 Temmuz 2012 Rojava Özgürlük Devriminin gerçekleştirildiği, zindan direnişinin siyasi mücadele üzerinde etkisini yeniden güçlü bir biçimde hissettirdiği, AKP'nin tümden imha ve tasfiye amaçlı saldırılarına karşı hareket ve halk olarak topyekûn direniş yürüttüğümüz bir ortamda girdik. 35. yıla girerken daha önceki süreçte yürütülen kahramanca mücadelelerin yarattığı son derece önemli tarihi birikimler söz konusuydu. İşte bu gerçekliği gören ve değerlendiren Önder Apo, tarihi Newroz çağrısıyla tüm bu gelişmeleri daha da ilerletmeyi ve kalıcı kılmayı hedefleyen yeni bir demokratik siyasi çözüm sürecini başlattı. Partimizin 35. mücadele yılı Önder Apo'nun geliştirdiği yeni demokratik çözüm süreci temelinde yürütülen çok yönlü mücadele içinde geçti. Silahların susturularak fikir mücadelesinin ve siyasetin öne geçirilmesini içeren bu adım temelinde hareket ve halk olarak çok yoğun bir mücadele süreci yaşadık. Her ne kadar AKP'nin hile ve oyunları sonucunda, milliyetçi zihniyeti ve politikaları gereği demokratik çözüme açık olmaması nedeniyle Önder Apo'nun öngördüğü hedefler gerçekleştirilememiş olsa da, 2013 yılı mücadelesi içerisinde hareketimizin içte ve dışta çok güçlü bir siyasi hamle yaşadığı ve önemli gelişmeler kaydettiği tartışmasızdır.

Her şeyden önce AKP hükümetinin oyalayıcı, hilekâr tutum ve politikalarına karşı yoğun bir siyasi mücadele geliştirilerek İmralı sisteminin parçalanması ve Önder Apo'nun Kürt sorununun çözümünün tek muhatabı olarak kabul edilir hale getirilmesi sağlanmıştır. Diğer yandan kapitalist moderniteden kaynaklı tüm gericiliğin birleşerek El Kaide çeteciliğini saldırtma temelinde Rojava Özgürlük Devrimini boğmayı hedefleyen planlı saldırılarına karşı 2013 yaz ve güzünde çok yoğun bir halk direnişi geliştirilmiş ve gerici çeteci saldırılar kırılarak Rojava devriminin savunulması ve geliştirilmesi sağlanmıştır. Yine ulusal kongre çalışmaları temelinde bütün Kürt grup, parti ve şahsiyetlerini bir araya getiren, tarihte benzeri pek bulunmayan çok önemli bir ulusal birlik düzeyi ortaya çıkarılmıştır.

Bütün bunlarla birlikte bir de 35. Parti yılı her alanda ideolojik-örgütsel çalışmaları derinliğine geliştirdiğimiz, önceki savaş yıllarında yapılamayan toplantıları yaptığımız çok yönlü kongre ve konferansların gerçekleştirildiği bir örgütsel mücadele ve gelişme yılı olmuştur.

Bütün bunlar 35. Parti yılının ideolojik, örgütsel, siyasi ve askeri her alanda çok yönlü ve karmaşık bir mücadelenin yürütüldüğü ve çok önemli sonuçların elde edildiği bir yıl olduğunu net bir biçimde göstermektedir. Bütün alanlarda planlanan hedeflere tam ulaşılamamış, başlatılan mücadeleler tam yeterlilikte bir sonuca götürülememiş olsa da, tüm mücadele alanlarında yoğun ve kapsamlı bir çabanın yürütüldüğü ve tarihi öneme sahip gelişmelerin yaratıldığı tartışma götürmez bir geçektir.

Her şeyden önce Önder Apo çizgisinde gerçekleşen ve gelişen Rojava devriminin, Özgürlük Devrimini ve kazanımları savunmak üzere yürüttüğü direniş gerçekten tarihi nitelikte olmuştur. Kürt halkının kahramanlık tarihine denk düşen ve onu zirveye taşıyan bir durumu ifade etmiştir. Direnişte ortaya çıkan sonuçlar, çeteci saldırıları kıran askeri başarılar, Rojava devrimini siyasi ve toplumsal bakımdan derinleştirmenin önünün tam olarak açılmış olması sadece Rojava Kürdistan açısından değil, bütün Kürdistan, Suriye ve hatta Ortadoğu açısından tarihi öneme sahip büyük bir gelişmeyi ve kazanımı ifade etmektedir.

Diğer yandan AKP'nin psikolojik savaş kapsamındaki hile ve oyunlarına karşı mücadele etme, onun planlarını boşa çıkarma, üzerinde baskı oluşturarak demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü yönünde adım atmaya zorlama hiç de öyle basit, kolay yürütülen çalışma olarak görülmemelidir. AKP, Türkiye Cumhuriyeti devletinin en deneyimli, en karmaşık politikaları bir arada yürütmeyi bilen, en fazla iç ve dış desteğe sahip olan bir hükümeti konumundadır. Kendisi yeni bir parti gibi ortaya çıkıp iktidara gelmiş olsa da, aslında akım olarak tarihin derinliklerinden geldiği ve büyük bir tecrübe birikimini kendine miras olarak aldığı tartışmasız bir gerçektir. Bu bakımdan da Osmanlıda oyun çok tarihi deyimini anımsatacak düzeyde oyunlar geliştirebilen, psikolojik savaşı derinliğine yürütebilen bir iktidar konumundadır. O bakımdan da AKP'yi sınırlandıracak, kuşatacak, daraltacak ve onu bazı politik adımlar atmaya zorlayacak bir mücadeleyi geliştirebilmek tarihi öneme sahiptir.

Önder Apo İmralı koşullarında her türlü engeli aşan, zorluğu yenen yaratıcılıkla AKP'yi tarihinin en zayıf ve zorluk içerisindeki bir hükümet konumuna düşürmeyi başarmıştır. Evet, AKP hükümeti hile, oyun ve psikolojik savaş yöntemleriyle çözümsüzlükte direterek Önder Apo'nun başlattığı demokratik çözüm sürecini hedeflenen sonuca tam ulaşmasını engelleyebilmiştir. Ama şu da bilinmeli ve unutulmamalı ki, böyle bir mücadele içerisinde AKP hükümeti de 11 yıllık iktidar tarihinin içeride ve dışarıda en çok zorlanan, zayıf düşürülmüş, tecrit edilmiş durumuna düşürülmüştür.

Kürdistan ulusal kongresinin toplanması yönünde yürütülen çalışmaların da küçümsenmemesi gerekir. Bilindiği gibi ulusal birlik, Kürt toplumunun binlerce yıla yayılmış bir hasreti gibidir. İçte egemen sınıf gericiliğinin, dışta ise çok yönlü gelişen işgal ve iktidar saldırılarının toplumsal ve kültürel dağıtıcı karakteri ortamında Kürdistan'ın hep bölünüp parçalandığı, birlikten yoksun kılındığı, bir türlü kendini özgürce ifade edecek bir ülke ve toplum birliğine iradeli bir biçimde ulaşamadığı bilinen bir gerçekliktir. 2013 yazında yoğunlaşan Kürdistan ulusal kongresini toplama çalışmaları böyle bir tarihsel zemin üzerinde ve siyasi ortam içinde yürütülmüştür. Bu konuda da hedeflenen tam başarılamamış, Kürdistan ulusal kongresi toplanarak ulusal demokratik bir strateji ve kurumlaşma ortaya çıkarılmamış olsa da, tarihte benzeri az görülen bir birlik konumu ve bir araya gelme durumu sağlanmıştır. Bu çerçevede de KDP ve benzerleri gibi tarihten gelen bölücü ve parçalayıcı karakteri ve tutumlarına, bu doğrultuda geliştirdiği bin bir türlü oyunlarına karşı mücadele etmek, onları en azından bir platformda veya toplantıda bir araya getirebilmiş olmak tarihi öneme sahip bir adımı ifade etmektedir. Bu da hiçbir zaman basit, hafif görülmemelidir.

Kürt toplumu nezdinde açık gösterilmiş ve kanıtlanmıştır ki, bazı çevrelerin engelleyiciliğine karşı mücadele edilir, onlar aşılabilirse içinde bulunduğumuz koşullarda dört parça Kürdistan'ı içine alan bir Kürdistan ulusal kongresi toplanabilir. Böyle bir kongreye dayalı ulusal demokratik strateji ve kurumlaşma geliştirilebilir. Kürtler demokratik bir toplum, bir demokratik ulus olarak kendilerini ortak bir irade ve kurumlaşmada en üst düzeyde temsile kavuşturabilirler. Bu yönlü çalışma pratikte sonuca götürülememiş olsa da, böyle bir hedefin gerçekleştirilmesinin mümkün olduğu, koşulların buna uygun olduğu, bir hayal değil, bazı engelleyici politikalar aşılabilirse pratikte yaşanabilecek bir olgu olduğu kanıtlanmıştır.

Bunlarla birlikte Hareket olarak gerçekleştirdiğimiz kongre ve konferansları, yine değişik düzeydeki toplantıları da asla küçümsememek gerekir. Bu toplantılarla Hareketimiz geçmişi değerlendirerek geçmişi çözümleyen, onların derslerini çıkartarak önümüzdeki mücadele sürecine taşıyan bir güce ulaşmıştır. Bu temelde eleştirel-özeleştirel sorgulamayla kendisini yenileyip Önder Apo'ya ve Kürdistan'a özgürlük hedefi temelinde kendini yeniden kararlaştıran ve planlayan bir konuma ulaştırmıştır. Bu toplantılar Önder Apo'nun savunmalarda ortaya koyduğu teorik ve politik çizgiye ve pratik derslere dayalı, kendini yenileme ve yeniden kararlaştırma gibi çok önemli bir ideolojik ve örgütsel güçlenme sonucunu ortaya çıkarmıştır. Bu kongre ve konferanslar temelinde 36. Parti yılına girerken Apocu hareket şimdi her zamankinden daha derin tarihi derslerle doludur. Kendini yenileyerek netleştirmiş, Önder Apo'ya ve Kürdistan'a özgürlük hedefi temelinde kendisini kararlaştırıp planlamış, bu uğurda her türlü mücadeleyi başarıyla yürütmeye hazır bir hareket konumuna kendini ulaştırmıştır.

Tüm kadro ve sempatizan yoldaşların, Partimizin kısaca ifade ettiğimiz 35. mücadele yılı gerçeğini de doğru görmeleri, anlamaları önemlidir. Ortaya çıkan tarihi gelişmeleri bilince çıkarmak kadar mücadele içerisinde ortaya çıkan hata ve eksiklikler görülerek geçen yılların başarılarını yeni parti ve mücadele yılında daha büyük ve kalıcı başarıların zemini yapma gücünü göstermelidir.

Değerli Yoldaşlar!

  1. kuruluş yılına giren PKK'nin fiziki olarak olgun, ruhsal bakımdan ise genç olduğu, bu konumun 36. yılda PKK'yi daha büyük ve başarılı mücadele yürütme gücüne ulaştırdığını söylemek gerekmektedir. Fizik bakımdan olgun olmak demek, büyük tecrübeye sahip bulunmak, her türlü mücadele yol ve yöntemini uygulama yeteneğine kavuşmuş olmak demektir. Bu da PKK'nin örgüt ve mücadele tarz ve taktiğinde ne kadar usta ve uzman hale gelmiş olduğunu ifade eder. Ruhen genç olmak ise diri ve canlı olmayı içerir. Bu da her türlü engeli aşma ve zorluğu yenme gücüne sahip olmak, en zor koşullarda bile büyük mücadele hamlelerine girişebilmek gücünde ve karakterinde olmak demektir. Eğer bu iki eğer iyi birleştirilir ve doğru kullanılırsa 36. mücadele yılında PKK'nin her alanda tarihinin en büyük zaferler kazanmasını sağlamaya yetecektir. Gerçekten de 36. Parti yılı büyük hamleler yapmayı öngörecek kadar genç, canlı, diri olmayı, her türlü mücadele yol ve yöntemini uygulayabilecek kadar olgun, esnek, tecrübeli ve örgütlü olmayı gerektirmektedir. Çünkü 36. mücadele yılına girerken gerçekten de Ortadoğu'da yaşanan ve küresel boyuta sahip olan III. Dünya Savaşında çok önemli bir noktaya gelinmiştir. Bu, herkes açısından yeni değerlendirmeler yapmayı ve kendini yeniden programlayıp planlamayı gerektiren bir düzeydir. Bu bakımdan dikkat edilirse hemen herkes yeniden durum değerlendirmeleri yapan, yeni arayışlar içinde olan, kendini yeniden planlayan yeni ilişki ve ittifaklar oluşturmaya çalışan bir konumu yaşamaktadır. Küresel düzeyde böyle olduğu gibi, bölgesel ve yerel düzeyde de bu böyledir.

Her şeyden önce şu gerçeği görmek gerekiyor, reel sosyalizmin çözülüşü ardından körfez savaşıyla birlikte yeni dünya düzeni ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı altında kapitalist modernite öncülüğü olan ABD'nin Ortadoğu'ya yönelttiği saldırı istediği ve planladığı sonuçları vermemiştir. Aradan neredeyse bir çeyrek asır geçmiş olmasına ve bu süreçte ABD yönetimleri Ortadoğu'ya dönük ideolojik, siyasi, ekonomik, askeri her alanda çok örgütlü ve sert müdahalelerde bulunmuş olmalarına rağmen amaçladıkları sonuçlara ulaşmaktan çok uzak kalmışlardır. Ne körfez savaşının, ne Afganistan ve Irak savaşının sonuçları, ne de 2011 başından itibaren gelişen Arap isyanından yararlanma çabaları ABD önderliğini Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Ortadoğu'da başarılı sonuç almaya götürmüştür. Ne AKP iktidarı, ne Irak yönetimi ne de Mısır ABD'nin yeni Ortadoğu projesinin model gücü haline gelebilmiştir. Bunun sonucunda ABD Suriye somutunda tek başına egemenlik kurma arayışından vazgeçerek farklı siyasal güçlerin katıldığı karma bir iktidar modelini benimsemek ve aramak zorunda kalmıştır. Bu konuda da Suriye'deki uzantılarının öncülük etmekten uzak, zayıf konumları nedeniyle istediği sonucu alamamıştır ki, sonunda Suriye'nin yeniden yapılanmasını değerlendirmek üzere toplanması öngörülen Cenevre konferansını ertelemek zorunda kalmıştır.

Cenevre konferansının ertelenmiş olması, kapitalist modernite sisteminin, ABD öncülüğü şahsında Ortadoğu'da yaşadığı başarısızlığı, çıkmazı, çözümsüzlüğü gösteren en önemli kanıt durumunadır. Dikkat edilirse geçen 25 yıllık süre içerisinde ağırlıklı olarak askeri müdahale boyutlu ABD saldırıları bölgedeki despotik ulus-devlet yapılanmalarını önemli ölçüde yıkmayı başarmış olsa da, onların yerine ulus üstü sermayenin çıkarlarını savunacak ve ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesinin içini dolduracak yeni yapılanmalar koyma hedefini başaramamıştır. Ortadoğu'da soğuk savaş döneminde şekillenen iktidarlar yıkılmış, fakat sisteme işbirlikçilik yapacak yeni iktidar blokları oluşturulup sisteme uygun siyasal, sosyal, ekonomik yapılanmalar kurulamamıştır. Hala da yeni Ortadoğu sisteminin ne tür rejimlerden oluşacağı belli değildir. Bu durum küresel, bölgesel ve yerel güçler arasında çok karmaşık ve çok yönlü bir mücadeleye neden olmaktadır. Bu mücadele de ekonomik, siyasi, askeri, ideolojik, psikolojik, her boyutta sürmektedir.

ABD'nin eskiyi yıkmadaki belli düzeyde gösterdiği etkinliğe rağmen yeniyi inşada sonuç alamadığı ortadadır. Sistemle uyumu içinde olmayan, hatta çatışma konumunda olan bölgenin milliyetçi ulus-devlet yapılanmalarının durumu da pek farklı değildir. Bir yandan başta Kürdistan halkının Özgürlük Mücadelesi olmak üzere, bölge halklarının özgürlük ve demokrasi mücadeleleri karşısında sıkışıp daralmayı ve teşhir olmayı yaşarken, diğer yandan küresel sermayenin saldırılarına maruz kalmaları kişi yönetimine dayanan ulus-devlet diktatörlüklerin yıkılmasına ve aşılmasına yol açmıştır. En son kalıntısı olan Suriye’deki Esad yönetiminin de artık eski konumuna gelmesi, yeni bir çıkış yaparak Suriye'ye öncülük etmesi mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla ulus-devlet despotik sisteminin bireysel diktatörlük biçimlerinin tümüyle aşılmış olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Sağda solda varlık göstermeye çalışan ve hepsi de gırtlağına kadar ABD işbirlikçisi olan Arap meliklerinin yeni bir sistem temsil etme karakterleri zaten söz konusu değildir. Sadece sisteme dayanan ve sistemin işbirlikçileri olarak ayakta kalan bir durumdadırlar. Geriye Türkiye ve İran gibi oligarşik yapılar kalmaktadır. Ulus-devlet despotizminin oligarşik diktatörlükleri bölgede yaşanan bu büyük çatışma içinde kendilerini korumaya, yaşatmaya, bazı değişiklikler, dönüşümler sağlayarak yeniden yapılanma içinde yer almaya, yeni süreçle kendini uyumlu hale getirmeye çalışmaktadırlar.

Türkiye'de AKP iktidarıyla yapılan ile İran'da değişen yönetimler temelinde yapılmaya çalışılan sözde değişiklik ve yeniden yapılanmaları bu çerçevede ele alıp değerlendirmek gerekir. Oligarşik yapı içinde olmaları, bu güçlere kendilerini değiştirme, yeni sürçle uyumlu kılmada biraz imkân, fırsat tanıyor olsa da, sonuçta Ortadoğu'nun yeniden yapılanmasında birer model olamayacakları, dolayısıyla mevcut egemenliklerini koruyamayacakları açığa çıkmaktadır. Çünkü ne İsa’ya ne Musa’ya yar olma deyimi benzeri, mevcut yapılarıyla ne kapitalist modernite sisteminin günümüzdeki ulus üstü ihtiyaçlarına cevap verebilmekte, ne de halkların özgürlük ve demokrasi istemlerine açık, duyarlı, onlarla uzlaşmalı bir hale gelebilmektedirler. İki boyutta da gerekli olan değişimi gösterme yeteneğine, imkânına sahip değillerdir. Yapısal karakterleri, oligarşik konumları, milliyetçi, baskıcı, totaliter yapıları her iki boyutta gereken değişimi yapmalarına fırsat vermemektedir. Dolayısıyla yeni Ortadoğu'nun öncüsü, modeli, hegemonik gücü olma şansları yoktur. Belki bu konumları gereği biraz daha ayakta kalabilir, kendilerini diretebilirler, ama önümüzdeki süreçte daha çok da demokratik halk devrimleriyle bu oligarşik yapıların yıkılma, aşılma olasılığı çok daha fazladır.

Bütün bunlar gösteriyor ki, küresel sermaye sistemi Ortadoğu'da yeni hegemonyasını kolayca geliştiremediği gibi, bölgenin kişi ve aileye dayalı siyasi güçleriyle, oligarşik ulus-devlet despotik yapıları da ömürlerini uzatma, Ortadoğu'yu daha uzun süre denetimleri altında tutma gücüne sahip değildirler. Bunu en açık biçimde Suriye üzerindeki çatışmada görüyoruz. Ne AKP hükümetinin Esad karşıtı ve ona savaş açan politik duruşu herhangi yeni sonuç verecek güce sahip, ne de İran’ın Esad yönetimini yeniden Suriye'nin iktidar gücü haline getirme çabası sonuç verecek güce sahiptir. Her ikisi de aslında tam başarılı olamayacaklarını bile bile, ama dışlanmamak ve belli bir gücü elde tutmak üzere çaba harcamaktadırlar.

Bu durum da gösteriyor ki, aslında III. Dünya Savaşı denen küresel sermaye sistemiyle bölgenin ulus-devlet despotik yapısı arasında süren çatışma bölgede yeni sonuç verecek karaktere sahip olmaktan uzaktır. Halklar ise bu iki gücün  varlığını kabul etmemektedirler. Bu yönüyle de bu iki güç birbiriyle çekişme, çatışma yaşarken, halklara karşı da baskı ve zulüm uygulamaktadırlar. Bu her iki güç hem birbirlerine karşı hem de halka karşı ne kadar baskı, şiddet, terör uygular, güç kullanımında bulunurlarsa bulunsunlar, hiçbir ülkede çözüm gücü olamamakta ve yeni Ortadoğu'nun yaratıcısı olma gücünü gösterememektedirler.

Böyle bir çatışma ortamında öne çıkan, gelişme istidadı gösteren iki güç belirgin hale gelmiş durumdadır. Birincisi, PKK öncülüğünde Önder Apo'nun geliştirdiği demokratik modernite kuramını esas alan ve halkların özgürlük ve demokratik devrimine dayanan, demokratik özerklik sisteminin çözüm gücüdür. Diğeri ise iktidarcı-devletçi İslam’ın yeni ve daha çok şiddeti esas alan, kendini cihatçı olarak ifadelendiren ABD tarafından Sovyetler Birliğine karşı mücadele amacıyla yaratılmış olan, 2011 başından bu yana yaşanan Arap Baharı sürecinden de en çok yararlanarak palazlanan El Kaideci güçler olmaktadır. Demokratik modernite kuramı temelinde Rojava’da gerçekleşen Özgürlük Devriminin bir yandan ABD'nin, diğer yandan ise bölgenin ulus-devlet despotizminin çözümsüzlüğüne karşı yeni ve çözümleyici bir alternatif olduğu kısa sürede kendini kanıtlamıştır. Suriye üzerinde ABD Önderliği çözümsüzlük, Türkiye ve İran başarısızlık yaşarken, Rojava gibi küçük bir alandan çıkış yapan halk özgürlük devrimi ve demokratik özerklik çözümünün Suriye, Kürdistan ve tüm Ortadoğu için kendini yeni dönemin çözüm gücü biçiminde sunması herkesin dikkatini çekmiştir. Halklar ve dostları tarafından takdir edilirken, düşmanların saldırısını üzerine çekmiştir. 2013 Temmuz’undan itibaren, 19 Temmuz devriminin birinci yıldönümünün yaşandığı süreçte başlayan özgürlük devrimini boğma ve tasfiye etme amaçlı saldırılar kesinlikle bu temelde geliştirilmiştir.

Bununla birlikte 2011 başından itibaren gelişen Arap Baharından yararlanarak palazlanan El Kaideci güçlerin, yani iktidarı ve devletçi İslami hareketlerin hangi mezhepten olursa olsun bu dönemde belli bir gelişme göstermeleri doğru anlaşılmayı gerektirmektedir. Her ne kadar bu güçler kendilerini kapitalist modernite sistemiyle çelişkili ve bölgenin tarihi gerçeğiyle uyumlu gibi gösterip bu biçimde sunuyor olsalar da, karakterlerinin, amaçlarının, tarzlarının kapitalist modernite sisteminin ve geleneksel uygarlığın bölgedeki yeni bir versiyonu olmaktan öte bir özelliği ifade etmemektedirler. Söylemleri ve eylem tarzları ne olursa olsun iktidarcı ve devletçi bir karaktere sahip oldukları, dolayısıyla da Ortadoğu'nun beş bin yıllık devletçi sistemini devam ettirmek istedikleri açıktır. Bu konuda kapitalist modernite güçleriyle ne kadar çelişkili ve çatışmalı bir konumda kendilerini gösterirlerse göstersinler, İran örneğinde olduğu gibi kapitalist modernite sistemiyle uzlaşmak için her türlü çabayı harcayacakları açıktır. AKP pratiğinin de böyle olduğu gün gibi ortadadır. Yine El Kaide gerçeğinin de bunu ifade ettiği bilinmektedir.

El Kaide, Taliban ve Türkiye'deki AKP ve Fetullahçılar gibi güçlerin daha baştan itibaren doğrudan ABD'nin yeşil kuşak projesi temelinde Sovyetler Birliğine karşı mücadele içinde geliştirilen ve güçlendirilen iktidarcı İslami akımlar olduğu tartışma götürmeyen bir gerçektir. Dolayısıyla iktidarcı ve devletçi İslami akımların devletçi sistemden, kapitalist modernite düzeninden köklü bir farklılıkları yoktur. Bu karakterleriyle de bağlantılı olarak din ve mezhep eksenli gelişen, ideolojik gıdalarını buradan alan, dolayısıyla bölge açısından daha çok bölücü, parçalayıcı, tahrip edici, çatışma yaratıcı özellik taşıyan bir konuma sahip bulundukları tartışmasızdır. Ortadoğu'yu tam bir mezhep çatışması sahasına dönüştürmeleri bu gerçekliklerini ortaya koymaktadır. Bu akımların değil Ortadoğu'da kapitalist modernite sisteminin ve devletçi uygarlığın bölüp parçalayan, toplumları birbiriyle çatıştıran, baskı ve sömürüyü geliştiren, toplumsallığı tüketen özelliklerine karşı durmaları, tersine bu özellikleri çok daha radikal, parçalı bir biçimde ve vahşi yöntemlerle hayata geçirme konumunda oldukları gözler önündedir.

Bu nedenle de El Kaideci güçlerin yeni, demokratik bir Ortadoğu yaratmaları, devletçi sisteme ve kapitalist moderniteye alternatif yeni bir Ortadoğu yaratmaları mümkün değildir. Olsa olsa bu güçler beş bin yıllık devletçi geleneğin ve kapitalist modernite sisteminin en parçalayıcı, bölücü, en vahşi uygulamalarla dolu bir versiyonunu yaratabilirler. Böyle bir durum yaratmaktan öteye kesinlikle geçemezler. Bunu en açık bir biçimde Suriye'deki çatışmalar içinde görüyoruz. Aslında Afganistan, İran, Irak, Libya ve Yemen pratikleri bunun açık örneklerini de vermektedir. Neredeyse küresel kapitalizmin Ortadoğu'daki birer provokasyon gücü olmaktan öte bir rol oynamıyorlar. Esas misyonları, halkları bölüp parçalamak, halk güçlerini parçalı kılmak ve birbiriyle çatıştırarak demokratik halk devrimi potansiyelini tahrip etmek olduğu net bir biçimde görülüyor. En son Suriye pratikleri net bir biçimde ortaya çıkarmıştır ki, bu güçlerin Suriye'deki tüm toplumları, halkları bir araya getirecek yeni bir sistem kurmaları şurada kalsın, eğer Suriye'de etkili olsalar birçok halk kesimi üzerinde soykırım düzeyinde katliam uygulayacaklardır. Hıristiyan topluluklara, Alevi toplumuna karşı tutumları ve daha somut olarak da Rojava Kürdistan'a dönük vahşi saldırıları bu yüzlerini ve gerçekliklerini net bir biçimde ortaya çıkarmıştır.

Burada görülmesi ve dikkatli değerlendirilmesi gereken önemli bir husus da hem küresel kapitalist sistem güçlerinin hem de bölgenin yenilmiş, aşılmış ulus-devlet despotik yapılarının özelikle halkların özgürlük ve demokratik devrimleri karşısında El Kaideci çete saldırılarına destek veren, bel bağlayan konuma düşüyor olmalarıdır. Rojava pratiği bunu da açıkça gösteren ve kanıtlayan bir pratik durumundadır. Suriye'de çözümsüz kalan güçler Rojava Kürtlerinin demokratik özerklik çözümü karşısında sarsılarak kendi çözümsüzlüklerini gizleyebilmek için Kürtlerin ortaya koyduğu çözümün bastırılması ve ezilmesi amacıyla El Kaideci çetelere umut bağlayacak, onlara destek sağlayacak bir konuma düşmüşlerdir.

Nitekim El Kaideci güçlerle Rojava halkı arasında yaşanan sert savaşın sonuçları net bir biçimde göstermiştir ki, Rojava Kürtlerine saldıran sadece El Kaideci güçler değildir, onların arkasında küresel, bölgesel ve yerel gerici güçler de vardır. ABD de, AKP de, KDP de umudunu El Kaide saldırılarının başarısına bağlamış durumdadır. Nitekim bu saldırıların Rojava halk devrimi tarafından başarısız kılınması sonucunda bu güçlerin büyük bir panik ve telaş içine girdikleri, artık şimdiye kadarki yüzlerini gizleyen maskeleri de koruyamayıp açık bir biçimde Rojava devrimine saldırmaya başladıkları gözlemlenmektedir.

Bunu en açık bir biçimde son günlerde yaşanan AKP-KDP işbirliğinde görüyoruz. Tayyip Erdoğan ile Mesut Barzani’nin 16-17 Kasım tarihlerinde Amed’de yapmaya çalıştıkları açıkça bu durumu ifade etmektedir. Her ne kadar dış ve iç siyasi ortam karşısında daralan, tecrit olan, yalnızlaşan iki gücün birbirine sarılması, denize düşenin yılana sarılması misali birbirinden medet umar hale gelmesi, birbirini can simidi olarak görmesi bir gerçek olsa da, bu görüşmelerin bundan daha öteye hedefleri, amaçları kesinlikle söz konusudur. Bir yandan açık bir biçimde Kuzey Kürdistan'da alternatif bir hareket geliştirmeyi dillendirir ve AKP'nin 30 Mart 2014 yerel seçimi kazanması için yoğun bir propaganda çalışması yürütürken, esas olarak Rojava Devrimine saldırmaları, Rojava Devrimini tehdit etmeleri onların içine girdikleri durumu ve temel amaçlarını açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Bir yandan Rojava halkının El Kaideci çetelere karşı geliştirdikleri kahramanca direniş karşısında ne kadar zorlandıklarını, zayıf düştüklerini, yenilgi yaşadıklarını gösteren tepkiler içine girerlerken, diğer yandan da Rojava’ya karşı yeni saldırı tehditlerini ortaya koymaktadırlar.

Kürdistan özgürlük devriminin çözümleyici ve yeni Ortadoğu'yu yaratıcı gücü karşısında yenilmekte ve aşılmakta olduğunu gören küresel, bölgesel ve yerel gerici güçlerin el birliği ederek bu devrimsel gelişmeyi boğmaya ve engellemeye çalıştıkları görülmektedir. Unutmayalım ki, AKP-KDP ortaklığının arkasında kesinlikle ABD vardır. Hem Kuzey’de PKK'ye karşı alternatif siyaset oluşturma direktifini veren, hem de Rojava Devrimine karşı yeni saldırılar planlayarak devrimin çözümleyici gücünü yok etmeyi öngören düşünce ve direktifler ABD’den kaynaklanmaktadır. Ne AKP Rojava’yla, Kürdistan’la bu kadar ilgili, ilişkiliydi ne de KDP! Her ikisi de kendi alanlarında yürüttükleri iktidar mücadelesiyle meşguldüler. Kendi despotik iktidarlarını daha çok güçlendirme arayışı ve çabası içindeydiler. Onları Kuzey ve Batı Kürdistan'a bu düzeyde müdahale etmeye yönlendiren kesinlikle küresel kapitalist modernite güçleri, yani Amerika Birleşik Devletleri oldu. Bu da ABD'nin bölgede, Suriye'de ve Kürdistan'da yaşadığı başarısızlığın kendisini nedenli zorladığını, buna karşı nasıl bir saldırı geliştirme çabası içinde olduğunu ortaya koymaktadır.

Yaşanan gelişmelerden çıkarabileceğimiz bazı sonuçları şöyle ifade etmek mümkündür. Birincisi, Ortadoğu'yu yeniden ele geçirmek ve yapılandırmak isteyen küresel güçler 25 yıllık mücadele içerisinde yaşadıkları başarısızlık sonucunda şimdi bölgesel ve yerel uzantılarını bir araya getirip yeniden harekete geçirerek özellikle yeni bir alternatif devrim hareketinin, demokratik modernite hareketinin Kürdistan'da ve bölgede gelişmesini engellemeye çalışmaktadırlar. Bu bakımdan da AKP ve KDP ortaklığı ve saldırılarını daha da artabilir ve gelişebilir.

Rojava Özgürlük Devrimine yönelik bu güçlere dayalı yeni politik-askeri saldırıların gelişme ihtimali güçlüdür. İkincisi, her ne kadar El Kaideci güçlerin saldırganlığı, YPG ve halk direnişi temelinde kırılmış olsa da, bu güçler de bölgedeki potansiyellerine dayanarak kendileri için rakip gördükleri Özgürlük Devrimine yeniden saldırmaya çalışacaklardır. Kendi çizgileri ve karakterleri bunu gerektirdiği gibi, bölgesel ve küresel kapitalist modernite güçlerinin de yeniden bu kesimleri benzer saldırılara teşvik etme ve destekleme ihtimali güçlü bir biçimde vardır. Her iki kesim de hem çözümsüz, hem parçalı, hem de birbiriyle çelişkili ve çatışmalıdırlar. Her ne kadar Rojava devrimine saldırıda birleşmiş olsalar da bunun uzun vadeli ve tüm bölgeye yayılacak düzeyde olması mümkün değildir. Kendi içlerinde sürekli bir çelişki ve çatışma içinde olacaklardır. Dolayısıyla bölgenin kaos durumu, çatışmalı durumu devam edecektir. III. Dünya Savaşı denen süreç gelinen noktada bu biçimde devam etmektedir.

Bütün bu özelliklerden çıkartacağımız temel sonuçlar da, birincisi, Kürdistan'ın tüm parçalarında ve Ortadoğu'nun değişik alanlarında demokratik modernite çizgisinde özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirmenin koşulları, imkânları her zamankinden fazla vardır. Bu temelde demokratik devrimleri Kürdistan'da ve diğer bölge ülkelerinde gerçekleştirmek mümkündür. İkincisi, her ne kadar El Kaide saldırıları kırılmış, ona umut bağlayan ABD, AKP, KDP gibi güçler yenilmiş olsalar da, yeniden Rojava Devrimini boğmak üzere benzer saldırıların geliştirilme ihtimali vardır. Bu güçlerin El Kaide’yle Rojava Devrimci güçlerini savaştırarak kendi politik amaçlarına ulaşma çabalarını sürdürecekleri görülmelidir. Bu da Rojava devrimini koruma, savunma görevinin devam ettiğini açıkça göstermektedir. O halde Rojava halkımızın bu süreçte de izleyeceği politikalar buna göre olacaktır.

2013 yaz ve güzünde El Kaideci çetelere karşı YPG savaşçılarının kahramanca direnişi temelinde kazanılan askeri başarıların sonuçları kalıcı siyasi kazanımlara dönüştürülürken, yeni olası saldırılara karşı da Rojava Kürdistan'da ve Suriye'de siyasi ittifak ve ilişkiler geliştirilecektir. Hem Rojava toplumu içerisinde demokratik ulus örgütlenmesini sekiz boyutta derinleştirerek, hem de öz savunma örgütlülüğünü nicel ve nitel bakımdan güçlendirerek olası saldırılar karşısında kendi savunmasını kalıcı kılmaya çalışacaktır. Rojava Özgürlük Devrimi 2012-2013 yıllarında Kürdistan ve Suriye'deki gelişmelere, dolayısıyla Ortadoğu'daki gelişmelere öncülük etmeyi bilmiştir. Önümüzdeki süreçte de kendi iç yapılanmasını sağlamlaştırarak ve özellikle de Kürdistan ve Suriye geneline kendini daha fazla yayarak onlarla birlikte devrimci gelişmeleri etkileme, onlara öncülük etme rolünü sürdürecektir.

Diğer yandan Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki gelişmelerin daha doğru ve derinlikli anlaşılması gerekmektedir. Her ne kadar Önder Apo'nun Newroz çağrısı üzerinde çok yoğun tartışmalar yürütmüş, Önder Apo'nun geliştirdiği demokratik çözüm sürecini daha derinden anlamaya ve üzerimize düşen görevleri yerine getirmeye çalışmış olsak da, bu konularda dar ve yetersiz yaklaşımlara sahip olduğumuz açıktır. Nitekim Önder Apo da fırsat buldukça bu hususlara işaret etmekte, süreci kavramakta ve üzerimize düşen görevleri anlayarak onları yaratıcı yöntemlerle yerine getirmede zayıf kaldığımızı ifade etmektedir. Hem direniş hareketimizin hem de demokratik siyasetin bu konuda sınıfta kalmış olduğunu belirtmektedir. Bu da bize süreç üzerinde daha çok yoğunlaşma, sürecin karakteri üzerinde derinliğine durma, süreci doğru ve yeterli kavrayarak üzerimize düşen görev ve sorumlulukları yerinde ve zamanında başarıyla yerine getirme sorumluluğu yüklemektedir.

Bu noktada sürece dönük şu hususları vurgulamak yararlı olacaktır. Birincisi, Önder Apo'nun Newroz’la başlayan demokratik çözüm sürecinin 2011-2012 Devrimci Halk Savaşı direnişinin sonucunda ortaya çıktığı ve bu birikime dayandığı tartışmasız bir gerçektir. Nitekim AKP hükümeti silah zoruyla PKK'yi tasfiye edemeyeceğini anladıktan sonra böyle bir süreci gündeme getirerek “Silahlar sussun, fikirler konuşsun” diyerek yeni bir ateşkes sürecine ulaşmayı ve ona dayanarak da 2014 seçimlerini kazanmayı hedeflemiştir. AKP kendi iktidarını güçlendirecek, seçim kazanacak amaçlar gütmüştür, ama savaşla bunu başaramayacağını anladıktan, başarısız kaldıktan sonra böyle bir yönelim içine girmiştir. Önder Apo da bu gerçeği görüp değerlendirmiştir. AKP'nin savaşta başarısızlığını görüp iktidarını güçlendirmek ve seçim kazanmak için çatışmasızlık ortamına muhtaç olduğunu, içte ve dışta yürüttüğü iktidar mücadelesinde zor bir süreci yaşadığını değerlendirmiş, bu temelde demokratik çözüm sürecini geliştirerek AKP'yi Kürt sorununun çözümünün önünü açacak biçimde Türkiye'nin demokratikleşmesi yönünde bazı politik adımlar atması için zorlamayı hedeflemiştir. Bunu açık, ilkeli ve planlı bir biçimde yürütmeyi öngörmüştür. Dolayısıyla hem AKP'nin konumunu hem de Önder Apo'nun tutumunu, yaklaşımlarını doğru anlamak gerekmektedir. Burada dikkat edilirse savaşın sonucunda sürecin gelişmesi gibi bir ortaklık var. Adına demokratik çözüm süreci deniyor, bu da ortaktır. Fakat ondan sonra taraflar süreci nasıl tanımlıyorlar, hangi amaçları elde etmeyi öngörüyorlar, bunlar farklıdır. Ortak olan, aynı olan bir amaç kesinlikle yoktur. Dolayısıyla da sanki ortak, anlaşmaya varılmış bütünlüklü bir süreç varmış gibi algılamak, değerlendirmek yanlıştır.

AKP baştan itibaren savaşta ulaşamadığı sonuçları siyaset yöntemiyle kazanabilmek için böyle bir süreçten yana olmuş, süreci tamamen 2014 yerel seçimlerini ve Cumhurbaşkanı seçimlerini kazanma amacına bağlamıştır. Sürece yaklaşımı, tarzı tümüyle bu amaç doğrultusunda olmaktadır. Bu başta da böyleydi, şimdi de böyledir. AKP süreci devam ettirmeye ve sürecin yarattığı birikimi 2014 seçimlerini kazanmak için kullanmaya çalışmaktadır. Diğer yandan Önder Apo da AKP'nin bu konumunu değerlendirerek demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü yönünde bazı politik adımlar atmaya zorlamayı hedeflemiştir. Hala böyle bir konumda mücadele etmekte, kendi duruşu çerçevesinde süreci devam ettirmektedir.

Bu iki tutum da gayet açık ve anlaşılırdır. Dolayısıyla bilinmeyen, anlaşılmayan, aldatılan, aldanılan bir durum kesinlikle söz konusu değildir. Hareket olarak biz de baştan itibaren hem AKP politikalarını hem de Önder Apo'nun yaklaşımlarını bu temelde değerlendirerek sürece evet dedik, Önder Apo'nun tutumunu daha derinden anlayıp AKP'yi demokratik siyasi mücadeleyle zorlama hedefini pratikte uygun yol ve yöntemlerle yürüterek sonuç almayı hedefledik. Bu sürecin ilk aşaması bu temelde gerçekleşti ve Hareketimiz açısından önemli bir siyasi açılımı ve gelişmeyi de sağladı. Fakat ikinci aşamayı geliştirme, yürütmede belli bir zorlanma yaşadık. Bunda AKP politikaları karşısında yaratıcı pratik politikalar üretmedeki zayıflıklarımız, yine Önderliğin tutumunu derinliğine anlamadaki yüzeyselliklerimiz rol oynadı. Nitekim AKP'yi daha çok zorlayacak politik mücadeleyi geliştirmede zayıf kaldık. Zamanında Önder Apo'nun adımlarını etkili kılacak ve pratikleştirecek tutumlar ortaya koymada bazı yetersizliklerimiz oldu. Fakat öz itibariyle süreci Önder Apo'nun planladığı çerçevede yürütmeye çalıştık. Kuşkusuz demokratik siyasi mücadeleyi geliştirmede zayıf kaldık, fakat gerillanın durumunu yönetmede o kadar zayıf bir konumumuz olmadı. Birinci aşama gerçekleşti, biz de o aşamanın gerektirdiği kadar bir geri çekiliş içinde olduk. Gerisi fiili ve resmi olarak sürecin yürümesine, AKP'nin sürecin gereklerine uygun demokratikleşme adımları atmasına bağlı ele alındı ve AKP bunu gerçekleştirmeyince tabii ki biz de doğru ve haklı olarak karşılığı olmayan adımlar atmadık.

Gelinen noktada ortaya çıkanlar şunlar oluyor. Birincisi, AKP mevcut süreci seçimleri kazanmaya hizmet eder kılmak istemektedir. İkincisi, PKK'ye karşı Kürdistan'da yeni siyasi alternatifler yaratmaya, örgütlemeye çalışmaktadır. Bunun için iç ve dış her türlü çevreyle ilişki kurma, ittifak oluşturma çabasını eksiksiz bir biçimde yürütüyor. Kemal Burkay’ı Avrupa’dan alıp getirmesi de bu amaçlaydı, Leyla Zana’yla özel görüşmeler yapmaya çalışması da bunun içindi. En son Mesut Barzani’yle ortak miting düzenleme, görüşmeler yapma da kesinlikle bu amaçladır. Hareketimizi savaşla imha etme, siyasetle tecrit etme, bölüp parçalama amaçlarında başarıya ulaşamayınca şimdi PKK karşıtlarını toplayıp bir araya getirerek alternatif bir siyaset ortaya çıkarma çabasındadır.

Biz Türkiye'nin bütün demokratik güçlerini bir araya getirip Türkiye demokrasi hareketi yaratmaya ve AKP'nin demokratik alternatifini ortaya çıkarmaya çalışırken, o da Kürdistan'da PKK'ye karşı alternatif bir siyaset yaratmak için her imkânı kullanmak istiyor. Demek ki Özgürlük Hareketimiz ve AKP arasında kıyasıya siyasi mücadele sürüyor. 2013 yılı boyunca Önder Apo'nun geliştirdiği demokratik çözüm süreci temelinde yürüttüğümüz mücadelede artık şu noktaya geldik; AKP ile ancak bu kadar olur; buraya kadar gelinebilir. Dikkat edilirse AKP'nin bundan öteye bir şey yapma anlayışı da gücü de bulunmamaktadır. Çünkü anlayış olarak Türk-İslam sentezcisidir. Ne zihniyeti ne de politikası bundan öteye adım atmasına imkân ve fırsat tanımaktadır. Milliyetçidir, şovendir, inkârcıdır, kültürel soykırımdan yanadır. Faşizan karakterlidir. AKP'yi ulusalcı güçlerle çatışma içerisinde demokrasiye hizmet ettirme yönündeki çabalar ancak buraya kadar sonuç vermiştir. Bu bakımdan bizim de artık AKP politikalarını görerek hem geçen sürecin ortaya çıkardığı birikimin AKP'nin seçim kazanmasına hizmet etmesini engellemek, hem de bunları demokratik siyasetin başarısı için kullanma görevimiz vardır. AKP sürecin birikimini kendi iktidarının seçim kazanması için kullanmak istiyorsa bize düşen görev de bunu engellemek, buna fırsat vermemek, tüm gücümüzü seferber ederek ortaya çıkan sonuçları demokratik siyasetin başarısına yöneltmektir.

Bu bakımdan içine girdiğimiz yerel seçim döneminin genelde Türkiye'de, özel olarak da Kürdistan'da PKK ile AKP arasında kıyasıya bir seçim mücadelesi biçiminde geçeceği açıktır. Bizim Hareket ve halk olarak bu gerçeği görmemiz, AKP'nin amaçlarını doğru değerlendirmemiz, her ne kadar adı yerel seçim olsa da, bu seçimlerin yerel yöneticileri seçmekten öteye siyasi anlamının olduğunu, bir referandum değerinde bulunduğunu bilmemiz ve buna göre özellikle Kürdistan'da demokratik siyasetin tam başarıyla çıkması için gerekli tutum ve çabaları tüm gücümüzle hayata geçirmemiz gerekmektedir.

Türkiye siyasetinin nasıl yürüyeceği esas olarak 30 Mart 2014 yerel seçimlerinin sonuçlarına göre belirleneceği anlaşılmıştır. O zamana kadarki süreç ağırlıklı olarak seçim mücadelesi biçiminde geçecektir. Demokratik çözüm sürecinin gidişatının nasıl olacağı, Türkiye'nin nasıl bir siyasi doğrultu izleyeceği esas itibariyle 30 Mart yerel seçim sonuçlarına göre belirlenecektir. Bu nedenle 30 Mart yerel seçimleri siyasi bakımdan büyük anlam ifade etmektedir. Sonuçları Türkiye'nin siyasi gidişatını, doğrultusunu belirleyecektir.

Hareket olarak bizim bu gerçeği görmemiz, bunun için bir yandan 30 Mart seçimlerinde demokratik siyasetin kazanması için çaba harcarken, diğer yandan 30 Mart’tan sonra gündeme gelebilecek olası her türlü mücadele yöntemine göre şimdiden kendimizi çok yönlü ve derinlikli bir biçimde hazır hale getirmemiz gerekmektedir. Çünkü yakın geçmişte gördük ki 12 Haziran 2011 seçimlerinde belli bir oy çokluğuna ulaşınca AKP hükümeti hareketimize karşı topyekun savaş konsepti temelinde saldırmaktan geri kalmadı. PKK'yi imha ve tasfiye amaçlı planlı askeri saldırıları gündeme getirdi. Benzer yaklaşımlar 30 Mart 2014 yerel seçimleri ardından da gündeme gelebilir. Ağır ekonomik ve siyasi saldırılar, diplomatik kuşatmalar gündemleştirilebilir. Dolayısıyla her yöne açık bir durum söz konusudur. Hangi sonucun işler hale geleceği ancak 30 Mart yerel seçim sonuçlarına göre belli olacaktır. Şimdiden bu durumun nasıl olacağını tam bilemediğimize göre, o halde her türlü olasılığı dikkate alan, göz önüne getiren bir yaklaşımla sürece yaklaşmamız, bir yandan seçim sürecini değerlendirirken, diğer yandan 30 Mart sonrasında ortaya çıkacak her türlü siyasi ihtimale göre hareket ve halk olarak kendimizi hazır hale getirmemiz, ideolojik, siyasi, örgütsel, askeri duruşumuzu her türlü mücadeleyi başarıyla yürütür bir konuma ulaştırmamız şarttır. Özgürlük hareketi ve yönetimi olarak bunun değerlendirilmesi, karar ve planlaması içindeyiz. Kongre ve konferanslarımız bu temelde değerlendirme yaptı, tartıştı, karar ve planlar ortaya çıkardı. Şimdi her alandaki tüm güçlerimizin, Parti ve diğer örgütlerimizin tamamen bu amaç ve hedefler doğrultusunda kendisini pratikleştirmesi, her türlü fırsatı, imkânı değerlendirerek her mücadeleyi başarıyla yürütecek bir hazırlık konumuna kendisini ulaştırması gerekmektedir.

Diğer yandan İran’ın durumunu da yakından izlemek gerekmektedir. İran, Suriye'de yaşanan savaş içinde yer alma temelinde ABD-Türkiye ittifakıyla belli bir çelişki ve çatışma yaşarken, diğer yandan şoven milliyetçi yaklaşımları gereği de Kürdistan'daki gelişmeler üzerinde son derece sert-baskıcı bir politikayı sürdürmektedir.

Haziran seçimlerinde gerçekleşen yönetim değişikliği İran rejiminin Doğu Kürdistan'da izlediği politikalarda ciddi herhangi bir politika değişikliğine yol açmamıştır. Dışta bir uzlaşma, dış politikada yumuşama eğilimi gösterirken, içeride ise tersine bir politik tutum, yani başta Kürtler olmak üzere halklar üzerindeki milliyetçi baskıcı tutumunu devam ettirmektedir. Nitekim Rojava’da El Kaide saldırılarının kırılması, Rojava halkının direnişle kendi kendini yönetir hale gelmesi İran rejiminde ciddi bir kaygı ortaya çıkarmıştır. Bunun sonucundadır ki uzun süredir tutuklamış olduğu bazı Kürt yurtseverlerini idam eden, yine AKP hükümetiyle görüşerek Hizbullah’ı Kürt yurtseverlerine saldırtan bir politikayı uygulamaya koymuştur.

Başta ABD bloku olmak üzere çeşitli güçlerle çelişkili olması İran yönetimini içinde bulunduğumuz koşullarda Kürtlerle doğrudan ve sert bir çatışma içine girmekten uzak tutmaktadır. Bu bakımdan PJAK’la 2011 güzünden bu yana yürütülen ateşkesi sürdürme eğilimi göstermektedir. Fakat küresel ve bölgesel çelişki ve çatışmaları Kürtler karşısında böyle bir tutum almaya yöneltirken, diğer yandan Kürdistan'daki gelişmelerden, özellikle de Kürt halkının diğer parçalarda statü kazanması, Kürt sorununun çözüm yönünde gelişmelerin olması İran'ı kaygıya ve Doğu Kürdistan halkına dönük sert-baskıcı uygulamalara yöneltmektedir. Bu da İran-PJAK arasındaki iki yılı aşkın süredir süren ateşkesin son derece zayıf, kaygan bir konumda bulunmasına, her an bozulabilme ihtimalini içinde taşımasına yol açmaktadır. Bunun için de mevcut ateşkes konumuna fazla umut bağlamamak gerekmektedir. İran rejimi her an başka güçlerle anlaşarak farklı politikalar içine girebilir. Bu bakımdan da PJAK’ın son derece dikkatli, özenli, denetimli bir politika izlemesine ihtiyaç vardır. Bölgede yaşadığı çatışmalar nedeniyle sürdürmekte olduğu ateşkes konumunu değerlendirmek, mümkün olduğunca çatışmaya girmeden ideolojik-siyasi mücadeleyi geliştirerek Kürt sorununun çözümünü aramak günümüz koşulları açısından doğru ve gerekli olmakla birlikte, bu durumun son derece zayıf temellere dayandığını, dolayısıyla her an bozulabileceğini, İran yönetiminden her an farklı saldırı biçimlerinin geleceğini de dikkate alarak Rojhilat halkının örgütlü, duyarlı, hazırlıklı olması, Doğu Kürdistan devrimci demokratik güçlerinin her türlü mücadele olasılığına göre kendini sürekli hazır durumda tutması gerekmektedir.

Güney Kürdistan'daki durum ise Eylül seçimleri ardından çok daha karmaşık bir yapı kazanmıştır. Nitekim şimdiye kadar henüz yeni hükümeti kurma yönünde ciddi bir gelişme sağlanmış değildir. KDP, YNK ve Goran’ın hükümet kuracağı yönünde veriler bulunsa, değerlendirmeler yapılsa da, hala somut bir durum ortaya çıkmamıştır. Ne birinci parti konumunda olan KDP bir hükümet kurabilmekte, ne de kendi dışındaki partilerin hükümet kurmasına izin vermektedir. KDP dışında bir hükümet kurulsa bile alanlarda yönetim olamayacağını herkes bilmekte ve değerlendirmektedir. Bu nedenle KDP içinde yer alacağı bir koalisyonun hükümet olacağı kesin gibidir. Bu da siyasi durumu daha karmaşık hale getirmektedir. Aslında çok partili bir yapının seçim sonuçlarıyla ortaya çıkmış olması, eğer partiler demokratik bir tutum içinde olsalar Güney Kürdistan demokrasisinin gelişmesine yardım edebilir, yol açabilirler. Çoğulcu, demokratik bir sistemi adım adım geliştirebilirler.

Bütün eğilimler, toplumsal kesimler mevcut partilere dayanarak kendilerini ve çıkarlarını bir biçimde ifade edebilirler. Fakat partiler demokratik bir tutum göstermezlerse de bu parçalılık siyasi gerginliğe ve çatışma ihtimaline yol açma özelliği taşımaktadır. Nitekim başta KDP olmak üzere bazı partilerin antidemokratik eğilim göstermeleri ve bunda ısrar etmeleri, daha şimdiden hem hükümet kuruluşunu engellemekte hem de Güney Kürdistan'daki siyasi ortamı gerginleştirmektedir. Bu siyasi gerginlik sonucudur ki Kürdistan ulusal kongresinin çalışmaları yürütülememiş ve ertelenmek zorunda kalınmıştır. Bir taraftan KDP'nin Rojava Kürdistan'da izlediği karşıt politikalar, Rojava halkını özgür iradesini tanımama, oraya hükmetme eğilimleri, diğer yandan Güney Kürdistan'da oluşan siyasi gerginlik 2013 yazında neredeyse toplanma aşamasına gelen ulusal kongre çalışmalarını bozmuş, parçalamış, yürütülemez duruma getirmiştir. Bunun sonucudur ki, hazırlık komitesi kongreyi hazırlama çalışmalarına süresiz ara vermek, kongre toplanma zamanını süresiz ertelemek zorunda kalmıştır. Bu noktada KDP'nin hem Güney Kürdistan içinde hem de Kürdistan'ın diğer parçalarına dönük giderek bencilleşen, hegemonya peşinde koşan bir yaklaşımı öne çıkmaktadır. Bunu en açık bir biçimde Rojava devrimine ve El Kaide saldırılarına karşı Rojava halkının yediden yetmişe kadın-erkek yüzlerce şehit vererek gösterdiği kahramanca direniş karşısındaki tutumunda görmekteyiz. PYD’nin etkin olmasını sindirememesi ve demokratik olmayan karakteri, Rojava halkının iradesiyle bütünleşmekten ve iradesini tanımaktan uzak durmasını sağladı. 2012 Haziran’ında örgütlendirilen, kendisinin de desetk verdiği Kürt Yüksek Konseyini işlemez kıldı. Rojava Devrimini boğmak üzere oluşturulan kuşatmaya sınır kapısını kapatarak doğrudan katılım gösterdi. İçte Rojava demokratik güçlerine dönük saldırılara dolaylı dolaysız destek oldu. En son AKP ile birlikte Rojava halkını, demokratik yönetimini tehdit eden bir tutumu ortaya koymaktan çekinmedi. Bir Kürt hareketinden beklenmeyecek biçimde Rojava’da devrim olmadığını söyleyecek, Rojava halkının özgür iradesini başkalarıyla ilişkilendirecek kadar ileri gitti.

Benzer bir tutumu Kuzey Kürdistan'a yönelik olarak da açıktan gösterir hale geldi. Zaten Kuzey Kürdistan halkının mücadelesini fazla dikkate almayan bir yaklaşımla baştan beri AKP hükümetiyle ikili ilişkiler içindeydi. Sadece kendi çıkarlarını düşünen, Bakur halkının Özgürlük Mücadelesini görmeyen, fazla dikkate almayan bir yaklaşım içinde bulunuyordu. En son Amed’de Tayyip Erdoğan’la görüşmeleri, mitingleri açık bir biçimde Kuzey Kürdistan Özgürlük Hareketi'ne karşı AKP hükümetiyle bir olma, onu destekleme, yerel seçimlerde AKP'nin kazanmasını sağlama doğrultusunda açık bir tutum alındığını ortaya koydu. Bu yönüyle kendisini, neredeyse çökmekte olan AKP iktidarına koltuk değneği olacak durumuna düşürdü. AKP'ye dayanarak Kuzey Kürdistan'da var olma, örgütlenme tutumu, sevdası içine girdiği görüldü.

Bütün bunlar ne kadar KDP yönetiminin kendi düşüncesi ve istemidir, ne kadar ABD yönetiminin ve AKP hükümetinin dayatması sonucu olmaktadır kuşkusuz tam olarak bilmemekle beraber, hangisi olursa olsun KDP yönetiminin son dönemlerde hem Rojava ve Bakur’a dönük politikalarında karşıt tutuma girmiş olduğunu, hem de Güney’deki duruşuyla demokratik hükümetin kurulmasını ve ulusal kongre çalışmalarını engellediğini söyleyebiliriz. Bu son derece önemli bir durumdur, dikkatle değerlendirmeyi gerektiren yeni bir politika olmaktadır. Halbuki yaz boyu ulusal kongre çalışmaları temelinde tüm parçalardaki Kürtler KDP liderliğini öne çıkartmaya, daha etkili politika yürütür hale getirmeye çalıştılar. Rojava halkı ve demokratik güçler her zaman KDP ile ilişkilere önem verdiler ve dayanışma içinde olmak istediler. Önder Apo Barzani’yi ulusal kongre eşbaşkanlığına önerdi ve bu genel olarak da kabul görmüştü. Eğer Kürt iradesiyle birleşmiş olsaydı KDP liderliği Ulusal Kongrenin Eşbaşkanı, bir yönüyle de Kürdistan'ın başkanı olarak Amed’e, Kamışlı’ya gidebilecekti. Fakat Kürt iradesine dayanmak yerine AKP ve ABD iradesine dayanması, Kürtlerin başkanı olarak Amed’e gitmek yerine AKP'nin koltuk değneği olarak gitmesi elbette ki onur kırıcı bir durumdur. Bütün Kürt toplumunun onuru kırılmıştır, incinmiştir. Barzani ailesinin bütün toplum nezdinde oluşturduğu itibar bile bu politik tutum sonucunda sarsılmıştır.

Elbette parti olarak bu gerçekleri görmek, dikkatle değerlendirmek zorunda olduğumuz açıktır. Yönetimimiz bu esas üzerinde gelişmeleri dikkatle değerlendiriyor, olumsuzlukları frenlemeye, zararlarını önlemeye çaba harcıyor. Bu politik tutumun; aileci, aşiretçi, hegemonyacı, antidemokratik politik duruşun Güney’de ve diğer parçalarda Kürdistan özgürlük ve demokrasi hareketine daha fazla zarar vermemesi için çaba harcıyor. Bunda da sonuna kadar duyarlı olacaktır. Sorunların demokratik siyaset temelinde çözülmesi ve bütün Kürt partilerinin demokratik ilişki ve birlik içinde olması yönünde var olan politikalarını kararlılıkla hayata geçirecektir. Fakat KDP'nin ulusal birliği ve demokratik yaklaşımı hiçe sayan, kendini tek merkez olarak gören ve hegemonik yaklaşan durumuna karşı da elbette duyarlı, dikkatli olma gereği vardır. Fazla ihtimal verilmese de her türlü olasılık karşısında dikkatli ve tedbirli olunması gerekmektedir. Bu tutumun Kürdistan'ın diğer parçalar üzerindeki zarar verici etkisini azaltmakla birlikte, Güney Kürdistan'da da demokratik tutumun gelişmesi için uygun politik çabalar içinde olunması gerektiği açıktır.

Değerli Yoldaşlar!

Partimizin 35. Kuruluş yıldönümü özgürlük ruhu ve zafer inancıyla yaşanmalı, tüm yoldaşlar 11. Kongre gerçeğinde kendilerini netleştirerek Önder Apo'nun ve Kürdistan'ın özgürlüğü için zafer yürüyüşüne öncü düzeyinde aktif olarak katılmalıdırlar. Bu temelde bir kere daha kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, Önder Apo'nun ve tüm yoldaşların 27 Kasım Parti bayramlarını kutluyor, tüm yoldaşları Önderlik ve şehitler çizgisinde kendilerini düzelterek ve 11. Kongre gerçeğinde netleştirerek Parti öncülüğünü her alanda başaran çizgide yeterli hale getirmek için görev ve sorumluluk üstlenmeye, Partimizin 36. mücadele yılını Önder Apo'nun ve Kürdistan'ın özgürlük yılı haline getirmeye çağırıyoruz.

Yaşasın Özgür ve Demokratik Kürdistan Mücadelemiz!

Yaşasın Gerilla ve Halk Direnişimiz!

Yaşasın Halkımızın Özgürlük Öncüsü PKK-PAJK!

Bijî Serok Apo!

20 Kasım 2013

PKK Yürütme Komitesi