Roboski Yılı

Önderlikle, özgürlükleşerek kazanacağız. 2013 yılı Önderlik ve özgürlük yılı, bunun mücadelesinin her alanda yükseltildiği bir yıl olacaktı...

Hêja ZERYA

 

Türk Devleti 2011 yılını Roboski katliamıyla son­landırdı. 2012 yılını da Roboski kat­li­a­mı­nı gerçekleştiren Hava Kuvvetleri Komutanı­na ödül vererek bitirdi. Başbakan Tayyip Erdoğan yılsonu gelirken “Roboski demeyin, Uludere deyin” diyerek metafizik düşünce sisteminde bir tahrifata daha imza atmayı amaçlıyor. Nasıl “Düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur” dediyse, hükümetiyle birlikte bir yılı bitirip yeni bir yılı başlatırken, hep bir ağızdan “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” tekerrürü gündeme girdi.

2012 yılı soykırım kıskacının giderek daraltıldığı bir yıl oldu. Kürt halkının soykırım kıskacında tutulması, tüm Ortadoğu’nun katliamcı ulus devlet siyasetinin bin bir yüzüyle karşılaşma riskini ortaya koymaktadır. Topyekûn saldırı ve bütün bu saldırılara karşı direnişin kıyasıya yaşandığı bir yılı geride bırakırken, iktidarcı devletçi sistem tahlili ve bu sistem saldırıları karşısında direnişi zenginleştirme ve yükseltmeye dönük bir yoğunlaşma içinde olmak önem taşıyor. Çünkü egemenlerin dilinden düşmeyen haklar ve özgürlüklerin, tamamen sistemin halklara dönük sonsuz saldırı ve işkencelerine özgürlük tanıma olduğu daha çok açığa çıkmış bulunuyor. Bu safsatanın arkasından gidecek kimsenin kalmaması, toplumun her kesiminde kin ve öfkeye yol açması, yeni direniş mev­zilerinin oluşması anlamına geliyor. Kanmanın ve kandırılmanın sonuna gelinmiş bulunmaktadır.

Türkiye uluslararası gericiliğin Ortadoğu’da sözcülüğünü sürdürmekte ısrarlıdır. Bu rolünü coğrafyamızın ve halklarımızın bütün değerlerini her alanda pazarlamayla iç içe yürütmektedir. Yıl boyu devam eden Suriye krizi, bu kriz gerekçelendirilerek Kürdistan topraklarına yerleştirilen füze kalkanı, yılsonunda yine Kürdistan topraklarına yerleştirilen Patriot füzeleri ve ardından getirilecek askerlerle tam bir NATO saldırı üssü konumu pekiştirilmektedir. Belli ki sürdürülmekte olan Üçüncü Dünya Savaşı’nda Türkiye bir saldırı üssü olarak tarihsel rolüne uygun biçimde bir hazırlık sürecine girmektedir. Adım adım bu süreç işletiliyor.

Cumhuriyet kuruluşunun ardından kısa bir süre sonra halklara ve inançlara dönük bir katliam rejimine dönüştü. Yeni bir darboğazdan geçerken bu konum pekiştiriliyor. Yirminci yüzyılın başında doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki katliamlar ömrünü uzatırken, yirmi birinci yüzyılın başında aynı politikaların devamı sonunu getirebilir. Bölgesel çelişkiler, askeri müdahalelerle, modernitenin ulus devletçi politikaları derinleştirerek kendini kurumlaştırmasıyla çözülecek cinsten çelişkiler değildir. Bu süreçlerin kimin sonunu getireceği belli olmaz.

Tam da böyle bir konumlanma içinde bölgesel gericilikle uzlaşan, uluslararası küresel emperyalizmi arkasına alan TC, kendi iç sorunlarını, en önemli sorunu olan Kürt sorununu çözmek zorundadır. Bu yüzden katliamcı politikaları askeri, siyasi ve toplumsal soykırım düzeyine tırmandırarak sonuç almak istemektedir. Bu politikaları sınırsız uy­gu­lama konusunda başta askeri olmak üzere, e­konomik, siyasi her türlü dış desteği almış bulunmaktadır. Karşılıklı uzlaşma noktası, yarım yüzyılı bulan özgürlük mücadelemiz, Önderliğimiz ve hareketimizin ortadan kaldırılmasıdır. Pervasızca saldırılarının arkasında böyle bir gerçeklik ve güvence vardır. Bölgesel güçlerle de aynı ittifakı yenileme pe­şindedir. Bugün düşman gibi görünenler ya­rın ortak bir saldırı cephesinde yan yana gelebilirler. Söz konusu Kürdistan ve Özgürlük Hareketi olduktan sonra kurulamayacak ittifak yoktur. Bunun tarihsel arka planı biliniyor ve hiçbir zaman akıldan çıkarılmaması gerekiyor. Kimi güncel krizler, pürüzler olabilir, ancak devletçi sistem sonunu Önderliğin geliştirdiği halkların özgürlük sisteminde görmektedir.

En büyük korkusu bu mücadelenin başta Ortadoğu halkları olmak üzere, tüm halklara model olarak özgürlük yolunu açmasıdır. Bunun için her türlü saldırıda pervasızlaşmakta ve tüm dünyanın sessizliği içinde her türlü insanlık dışı uygulamayı geliştirmektedir.

Önderliğe dönük tecrit böyle bir bölgesel kriz içinde gündeme geldi ve giderek derinleştirilmektedir. Ortadoğu savaş alanına çevrilirken, Kürt dili başta olmak üzere dilsiz, kimliksiz bir statüsüzlük içinde yeni bir bölgesel düzenleme gündemdedir. Bu yüzden Kürdistan’ın güneybatısındaki gelişmeler başta Türkiye, bölge devletleri ve tüm küresel kapitalist sistemi korkutmaktadır. Statü kazanan, kendi özgürlük sistemini kuran, öz yönetimini oluşturan Kürt, büyük bir tehlike arz etmektedir. Önderliğin halktan ve hareketimizden koparılması ile başlayan komplonun böyle bir süresiz tecritle sona götürülmek istendiği ortadadır. Önderliksiz, statüsüz ve özgürlüksüz Kürt bu sistemin kabulüdür. KDP’ ye dayalı devletçi sistemin öne çıkarılması, güçlendirilmek ve alternatif olarak sunulmak istenmesi bu saldırının bir parçası olarak karşımızda durmaktadır.

Devletçi Kürt ile özgürlükçü toplumsallıkta ıs­rar eden Kürt gerçeğinin kıyasıya bir çatışması yaşanmaktadır. Egemen sistem bu saldırıyı askeri imha başta olmak üzere, siyasi, fiziki soykırıma kadar ucu açık olan bir saldırı süreci olarak geliştirmeye kararlıdır. Roboski katliamı ve ödüllendirilen komutan bunun mesajıdır. Kürt’e her türlü katliam reva görülmektedir. En vahşi devletçi sistem saldırısı meşru görülmekte, istendiği gibi yan­sıtılmakta, üstü örtülmekte ve unutturulmak istenmektedir. Başbakanın “Roboski de­meyin” demesi bununla ilgilidir. “Unutun” di­yor, duymak istemiyor, rahatsız oluyor.

Önderliğimize, halkımıza ve hareketimize da­yatılan böyle bir yok etme politikasıdır. Önderlik bu durumu görerek son savunmasında çözümlemiş ve karşı tedbirler almaya dönük hareketimiz tarafından yeni bir hamle süreci başlatılmıştır. Önderliğin “Soykırım kıs­kacında Kürtler” değerlendirmesi, yeni bin yılda ve yüzyılda kapitalist modernitenin en krizli döneminde bir özgürlük çıkışının sistemi derinden sarstığını ve her türlü yönelimle yok edilmek isteneceğini çözümlemesindendir. Bu tespit ile modernite sisteminin devletçi sınırlarını tanımayarak, kendi demokratik özgür toplum sistemimizi adım a­dım örme sürecine hız verilmiştir.

Önderliğe dönük tecridin kırılması ve açık ce­zaevine dönüştürülen Kürdistan’daki sal­dı­rılara karşı, devrimci halk savaşının yüksel­tilmesi, paralel olarak halk serhil­dan­la­rı­nın her alanda geliştirilmesi sistemin sal­dı­rı­la­­rına bir cevap olmuştur. Dayatılan tes­li­mi­yet politikalarına karşın Önderliğin İmralı’da ge­liştirdiği direnişe, dışarda öncülüğünü Kadın Hareketi’nin başlattığı hamle, erkek e­ge­men sistemin topyekûn saldırılarını hem ideolojik hem siyasi hem toplumsal a­landa boşa çıkarmada önemli bir rol oynadı. Ge­rilla cep­­hesinden geliştirilen fedai eylem ru­hu ve saldırısı, zindanlarda on binlerin katıl­dığı süresiz açlık grevi eylemleri, halkımızın gerillayı sahiplenen serhildan duruşu, a­çık ya da ka­palı cezaevlerine alınmanın ira­de­­mizi kıra­mayacağını ve teslim ala­ma­ya­ca­ğını ortaya koyan niteliktedir.

Bu direniş ruhunun örgütlü ve sürekli kılın­ma­sı, kazanımlarının kalıcılaştırılması ve da­ha ileriye taşınması yeni yılı karşılama pers­pek­tifimizi oluşturuyor. Çünkü topyekûn bir direnişi yükseltirken, Önderliğin özgürlüğü, halkımızın statü kazanması temel hedefimizdi.

Dev­letçi sistemin krizini derinleştirmede, soy­­kırım politikalarını boşa çıkarmada ve de­şifre etmede belli adımlar atmış olsak da, so­nuç alıcı olmaktan uzaktır. Yıl boyu başta Garzan’da 15 kadın yoldaşımızın şahadeti ol­mak üzere, Botan’da ve birçok alanda yersiz kayıplar vermemiz tüm hareketimizi zorla­mıştır. Ştazın, Oremar ve Şemzinan devrimci hamleleriyle önemli askeri ve siyasi so­nuçlar alınmış olsa da, gerillanın devrimci halk savaşını karşılayacak ideolojik, askeri ve eylemsel bir donanıma ulaşmada eksik yön­lerini aşma, taktik ve stratejik konumunu güç­lendirme zorunluluğu vardır. Kadın Hareketi olarak krizli sürecin en hasas noktasını oluşturmaktayız. O yüzden Başbakanın dilin­den kadına dönük saldırı sistemli bir devlet politikası olarak geliştirildi. Bu saldırılarla özgürlük mücadelemizle uyanan kadın ye­niden geleneksel köleliğe ve sistem sınırlarına çekilmek istenmektedir. Ortadoğu’da böyle bir alternatifin önü alınmak isteniyor. Bu saldırıları boşa çıkaran bir planlamayla yılı hamle süreciyle karşıladık, ancak varlık ve özgürlük hamlesini süreklileştirecek siyasal, örgütsel ve eylemsel donanım konusundaki yetersizliklerimiz belli boşluklara yol açmıştır.

Devrimci halk savaşını karşılayacak bir birikim olmasına rağmen, bunu harekete geçirme, etkili ve sonuç alıcı kılma, düşman yönelimlerini boşa çıkaracak tedbirler almada eksiklikler yaşadık. Başta ideolojik saldırılar olmak üzere, soykırım sisteminin tüm yönelimlerini boşa çıkaracak bir topyekûn direniş duruşu önemlidir. Etkili mücadelenin yolu bunu oluşturmaktan geçiyor.

Başta Kürdistan’ın güneybatısında yaşanan devrimci süreç ve demokratik özerkliğin inşa süreci olmak üzere, özgürlük sistemimizi oturtma, devrimci halk savaşını geliştirmede kadın öncülüğünün önemi bir kez daha kendini gösterdi. Bu öncülüğü daha örgütlü, eylemli geliştirme, sisteme dönüştürme toplumsal örgütlülüğümüzün önünü açacaktır. Yo­ğun bir emek, kalıcı siyasal sonuçlara dönüştürülerek yeni yılı ve dönemi karşılama gü­cünü açığa çıkarır. Gelebilecek saldırılara karşı örgütlülüğü derinleştirme ve toplumsallaştırma esas dayanağımız olacaktır. Kadının ve halkımızın demokratik toplumsal gücünün açığa çıkması ve öz örgütlülüğe dönüştürülmesi birçok saldırıyı boşa çıkaracaktır. Devletçi sistem çözümsüzlüğüne karşı halkların demokratik çözümünü geliştirme ve demokratik ulusal birliği yaratmanın önemi yıla damgasını vuran bir gelişmedir. Kadın öncülüğünde demokratik ulusal birliğin geliştirilmesinin adımları atıldı, ancak bu adımların ulusal düzeyde bir sonuca dönüşmesinin önemli bir mücadele gerekçesi olduğu gerçeği de kendini gösterdi. Devletçi sistem alternatifine karşı demokratik birlik ve özerkliğin inşası her zamankinden daha güncel ve tarihi bir ihtiyaç olarak kendini hissettirmektedir. Güneybatı’da yaşanan gelişmeler de bunun aciliyetini göstermektedir. Ulus devletçi saldırıları da boşa çıkaracak bir mücadele sürecini geliştirmek yeni yılın önemli çalışmalarından olacak.

Devletçi sistem geleceğimizi karartmak ister­ken, biz halklara dayalı bir özgür gelecek ya­ratmanın mücadelesini yükselt­meye kararlıyız. Bu kararlılığımız Roboski katliamını bir tehdit olarak dayatan inkârcı ve imhacı Türk Devleti başta olmak üzere, küresel devletçi saldırıları boşa çıkaracaktır. Önder APO’ nun İmralı direnişi bu tehlikeye karşı tarihsel bir direniştir. Bu direniş etrafında kenetlenerek geleceğimizi kendi ellerimizle yaratma gücümüzün olduğuna her zamankinden daha fazla inancımız tamdır. Umu­du­muz güçlü ve