Azadi Ve Serhildan şiarıyla ayağa kalkan Kürt halkı için Kan Ve Demir politikalarının hiçbir uygulaması yeni, hiçbir dayatması ürkütücü...
Osmanlı içinde gelişen milliyetçiliğin 20.yüzyılın başından itibaren İttihat ve Terakki kanalından Türk elitlerinde de kendini göstermeye başlaması, Kürt asker ve aydınlarında da karşılığını bulmakta gecikmez. Milliyetçilik dönemin akımıdır ve Kürt elitlerinde de milliyetçilik ekseninde tartışma ve örgütlenme arayışları ortaya çıkar. 1800’lü yıllarda gelişen Kürt hareketlerinde aşiret bilinci, çıkarları ve ilişkileri ağırlıkta iken 1900’lü yıllardan itibaren bu milliyetçilik temelinde ulusalcı bir akıma dönüşür.
Bu kapsamda ilkin Kürtçe bir gazete yayınlanır (9 Nisan 1898). “Kürdistan” adı verilen ve Kahire’de yayına başlayan bu gazete 32 sayı yayınını sürdürür. Bedirhan Bey’in oğlu Mithat Bey tarafından yayınlanan bu gazete Avrupa’nın kimi ülkelerinde de çıkarılır (İsviçre-İngiltere).
İlk örgüt ise 1908 yılında Diyarbakır’da “Osmanlı Kürt İttihat ve Terakki Cemiyeti” adıyla kurulur. Bu örgüt İttihat Ve Terakki Cemiyetinden ayrılan Kürtler tarafından kurulur fakat fazla uzun ömürlü olmaz.
19 Eylül 1908’de, İstanbul’da Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti kurulur.
1910 yılında Kürtçe eğitim ve kitaplar çıkarmak üzere “Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti”
1912 yılında İstanbul’daki öğrencileri bir araya getiren “Hêvî Kürt Talebe Cemiyeti”
Yine aynı yıl “Kürdistan Muhibban Cemiyeti” kurulur.
İstanbul’daki Kürt aydın ve askerlerinin öncülük ettiği bu örgütlenmelere aynı yıl kurulan “Kürdistan Teşrik-i Mesai Cemiyeti”ni de ekleyebiliriz. Bu cemiyet, daha sonra “Hêvî Kürt Talebe Cemiyeti” ile birleşmiş ve “Kürt İrşat ve İrtika Cemiyeti”ne dönüşmüştür.
Dikkat edilirse Kürt elitlerinde milliyetçi temelde yoğun bir örgütlenme çabası söz konusudur. Osmanlı bünyesindeki tüm halklarda olduğu gibi Kürtlerde de milliyetçilik etkili olmuştur. Ancak diğer halklar hızla ve kesin biçimde Osmanlıyla ve Türklerle ilişkilerini keserler, kendi siyasal iradelerini oluşturmaya girişirlerken; Kürtler bu tutumu benimsememiştir.
Bunu bu süreçte Osmanlının izlediği kimi sinsi politikalara bağlayanlar bulunmakla ve bu bir yere kadar doğru olmakla birlikte yeterli bir izah değildir. Kürtler Osmanlı içinde yer alan tüm diğer halklardan her zaman daha avantajlı ve Osmanlıyla daha üst düzeyde ilişki içinde olan halk konumunda bulunmuştur. Coğrafyaları, sayısal yoğunlukları, kültürel derinlikleri, askeri kapasiteleri Osmanlı içinde her zaman diğer halklara göre daha farklı bir pozisyonda değerlendirilmelerine yol açmıştır. Osmanlı bir nevi Kürtler ve Türklerin ortak devleti olarak görülmüştür. Kürt egemenleri ve Türk egemenleri arasında 1000 yıllık bir ilişki söz konusudur. Osmanlının Doğuya açılması ve imparatorluk hamleleri Kürtlerin desteğiyle başarıya gitmiştir. Bu nedenle pozisyonları diğer halklardan farklı olmuştur. İlişkileri köklüdür. Diğer tüm halklar –Müslüman olanlar da dahil- bir bir Osmanlıdan ayrılır ve kendi kaderini tayin etmeye yönelirken, Kürt egemenleri geleceklerini Türklerle birlikte şekillendirme yaklaşımını benimsemekte bir gariplik, sakınca ya da terslik görmemişlerdir. Savaş boyunca bu yaklaşım ağır basmıştır.
Kurtuluş savaşı öncesinde bir çok milli örgütlenme yaratmış ve milliyetçi bir zihniyet dünyası şekillendirmiş olmakla birlikte Türklerle birlikte yaşama ve hareket etme eğilimi, Kürt egemenleri açısından hâkim eğilim olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı sonunda içine girilen çabalarda milliyetçi bir kavrayışın ve yaklaşımın geliştiğini görüyoruz. Ulusalcı arayışlar sona ermemiştir. Ancak birlikte yaşam eğilimi hala güçlüdür. Fakat bu Türklere tabi olma biçiminde değil, bir ittifak, bir ortaklık biçimindedir. Türklerle ilişkilerin sürdürülmesi karşılıklı siyasi iradelerin tanınması temelindedir. Türk uluslaşması içinde eritilme, inkâr edilme, yok sayılma söz konusu değildir. Geçmiş ilişkilerin niteliği de, bu ilişkiler sürecinde yaratılan kültür ve gelenekler de inkar, eritme, yok etme ya da yok sayma gibi yaklaşımlara açık değildir. Birinin payı büyük olsa da bir nevi ortaklık yaşanmıştır ve bu sürdürülmek istenmektedir.
“Kürdistan Teali Cemiyeti” (7 Aralık 1918) bu minvalde kurulur. İşgal altındaki İstanbul’da İngilizlerin esiri konumunda bulunan Osmanlı yönetimi 11 Ekim 1920’de bu örgütün sakıncalı olduğu kapatılması gerektiği emrini verir. Kürdistan Teali Cemiyeti, ‘zararlı cemiyetler’ listesinde en başa konulur. “Jîn” ismiyle çıkan bir dergisi bulunan bu örgütün İstanbul’da 15.000, Bitlis’te 34.000 üyesinin olduğu ileri sürülmektedir.
1919′da Kürdistan Teali Cemiyeti’nden kopan bir grup “Kürd Teşkilat-ı İçtimaiye” örgütünü kurar. Artık örgütler nitelik ve nicelik olarak oldukça gelişmiştir. Daha ileri siyasi yapılanmalar gündemdedir. Aynı yılın ağustosunda “Kürt Millet Fırkası” (Ulusal Kürt Partisi) ismiyle partileşmeye gidilir. Bu Kürtlerin, Kürt adıyla kurdukları ilk partidir, varlığını 1927′deki Xoybûn kongresine kadar sürdürür.
Bu arada parti ve dernek gibi örgütlenmeler yanında sosyal-kültürel içerikli örgütlenmeler de orta çıkar. Kürt kadınları adına 1919 yılı içinde “Kürd Tealî Nîsvan Cemiyeti” ve “Kürt Kadınları Teâli Cemiyeti” kurulur. Kürt Teali Cemiyeti’nin basın ve kültürel amaçlı yan örgütü “Kürt Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti”de aynı yıl içinde faaliyete başlar. Tüm bu örgütlenmeler içinde yol açtığı gelişmelerle ve tarihe yaptığı etkilerler en dikkati çeken “Azadî Kürdistan” örgütlenmesidir.
Azadi örgütü hakkında 1925 yılı Aralık ayında Ermenilerin yayın organı Troşak’da İsmail Hakkı Beyin hazırladığı bir rapor yayınlanır. Raporda Azadi örgütü ve çalışmaları hakkında şunlar belirtilmektedir;
“Türklerin devamlı hücumlarına maruz kalmış olan ve onların yok etme siyaseti altında inlemekte olan Kürt ulusu önderlerinin etrafında toplantı. Cibranlı aşiret reisi Albay Halit beye Kürt halkının haklarını isteme ve elde etme görevi güvenle ve oybirliğiyle verildi. Halit bey ilk kez 1920 Ekiminde gizli olarak merkezi Erzurum’da bulunan bir ‘Kürdistan Bağımsızlık Komitesi’ kurdu. Komite Türklerin boyunduruğundan kurtulmayı ve bağımsızlığa kavuşmayı amaç edinmişti.
Komite birkaç ay içinde Kürdistan’ın birçok şehrinde şubeler açarak Kürdistan’ın ta en ücra köşelerine kadar yayıldı. Dersimlilerle irtibat tesis edildi ve komitenin ilk işi Kürtçe yayınlar yapmak oldu. Bu suretle birçok sayıda Kürtçe kitaplar yayınlandı ve sözlü edebiyat toplanılma işine girişildi. Komite ayrıca, aşiret reisleri, ulemalar ve şeyhlerle irtibat temin etmekle kalmayıp özellikle Türk okullarındaki Kürt subaylar ve devlet dairesindeki Kürt memurlarla da ilişkiler kurdu.
Kürt komitesinin haberleşme bölümü çok düzenli ve güçlüydü. Komite, Kürtlerin ulusal varlığına karşı Ankara’da verilmiş olan herhangi bir kararı daha uygulamaya konulmadan önce duyup, ilgililere uyanık bulunmalarını tavsiye ederek iletirdi. Bu konuda Kürt öğrencilerinin, subaylarının ve memurlarının vatanperverliği ve bu uğurda canlarını bile adayabilmeleri saygıya değerdir. Bağımsızlık hareketinde Kürt ulemaları son derece sır saklamasını bilerek bağlılık ve fedakârlıklar gösterdiler.
Komitenin ulusal çalışmalarının bütün amacı, Kürtlere kendi kültürlerini unutturmamak, onlara Türkün ‘Kan Ve Demir’ siyasetini anlatmak ve her ne pahasına olursa olsun Türk boyunduruğundan kurtararak bağımsız bir Kürdistan kurulmasının zorunlu olduğunu göstermekti.
Kürdistan bağımsızlık komitesi genel amacına varmak ve genel bir isyanı organize etmek için durmadan çalışıyordu. Komite, genel hareketi 1925 yılının Haziran ayında başlatacaktı fakat bazı olaylar büyük Kürt isyanını kararlaştırılan tarihten daha önce başlatmaya mecbur etti. Buna neden olan olaylar şunlardır: Bitlis şubesi başkanı Şehit Yusuf Ziya beyin zamanından önce harekete geçmesi, Beytülşebap-Hakkâri isyanı, bir takım bölgelerin Türklerin eline geçmesi Muş yakınlarında bir Kürt beyinin oğluna Türk jandarmaları ve tahsildarları tarafından yapılan hakaret ve hücumlar ve bundan doğan kavga ve de nihayet bu beyin oğlunun bir jandarma birliği tarafından muhasara altına alınarak tevkif edilip Muş hapishanesine hapsedilmesidir.
Artık durum çok nazik bir döneme girmişti. Merkez komitesi, derhal genel bir harekete başlamanın kaçınılmaz olduğuna karar verdi. Bütün şubelere emirler yollayarak Muş’da hapsedilmiş olan Halit beyin ve Kürt ağasının oğlunun, Bitlis’te hapsedilmiş olan Yusuf Ziya beyin ve arkadaşlarının derhal kurtarılması emri verildi. Genel isyanın başlaması konusunda da benzer, kesin emirler verilip Kürdistan’ın her tarafına gönderildi. Halit beyin yerine oybirliği ile Palu’lu Şeyh Sait Efendi başkan ve genel kumandan tayin edildi”
Koçgiri’de olduğu gibi Kürtlerin son derece makul taleplerine tahammülsüz ve saldırgan yaklaşımlar, ortak vatan ve devlet yaklaşımından ziyade “Türk vatanı, Türk milleti ve Türk devleti” şeklindeki söylemler, Kemalist hareket içinde Türk milliyetçiliğinin giderek yükselmesi Kürtlerde ayrılık fikrinin gelişmesine neden olur. Ayrılma, kendi bağımsız devletini kurma fikirlerini güçlendirir. “Kürtler” “Kürtlerle ortaklık” giderek silikleşen söylemler durumundadır. Bu gelişmeler temelinde sürecin kötüye gittiğini düşünen Kürt asker ve aydınları, 8 Şubat 1923 tarihinde “Azadî Kürdistan” örgütünü kurarlar.
İhsan Nurî, Süleymaniyeli İsmail, Mülazım Hakkı Saveş, Hertuşlu Hurşit, Doktor Fuad, Gazeteci Kemal Fevzî bu örgütün önde gelen isimlerinden bazılarıdır. Örgütün ilk toplantısında başkanlığa oybirliğiyle Cibranlı Halid getirilir. O dönemde bölgede yaşanan Nasturî ayaklanmasını bastırmakla görevli çok sayıda subay da bu örgüte katılır. Kısa bir sürede Azadî Kürtler içinde yayılır ve önemli bir güç açığa çıkarır. Cemiyet Kürt Mustafa Paşa Yamulkî ve Kürt Şerif Paşa ile de yakın temas halindedir. Cibranlı Halid’in en yakınındaki isimler dönemin milletvekillerinden Yusuf Ziya ile Halid Beyin kız kardeşi Fatma Xanima Cibrî ile evli olan Nakşi Şeyhlerinden Şeyh Said’dir.
1924’ün Ocak ayında Azadi’nin ilk kongresi yapılır. Bu kongrede Şeyh Said, Kürtlerin kurtuluşunun bağımsızlık uğrunda savaşmak olduğunu savunur. Yusuf Ziya ve Cibranlı Halid ise Kürt meselesini Milletler Cemiyeti’ne götürmeyi teklif ederler ve kongrede bu konuyla ilgili bir komite kurulması kararlaştırılır. Bu kongrede Kürdistan’daki tüm aşiretlerin katılımıyla bir isyanın örgütlenmesi de karar altına alınır. İsyan tarihi olarak 1925 yılının Mayıs ayı belirlenir. İsyanın hazırlıkları için milletvekili olduğu için hareket serbestisi bulunan Yusuf Ziya görevlendirilir.
Mustafa Kemal önderliği Kürtlerin bu hareketliliğinin farkındadır. Cibranlı Halid’in önderliğinde ve Azadi örgütü etrafında ayrılıkçı bir Kürt eğiliminin örgütlendiği ve önemli bir destek bulduğu görülmektedir Mustafa kemal bu girişimin önüne geçmek için Cibranlı Halid’e elçiler gönderir. Bu amaçla görevlendirilen Muş milletvekili Hacı İlyas Sami anılarında Cibranlı Halid ile yaptığı görüşmeyi şöyle anlatır:
“Kalktım Erzurum’a gittim, otele yerleştim. Kendisine, bir pusula göndererek görüşmek istediğimi yazdım. Bir süre sonra, pusulamın arkasına,’ sizinle görüşmeye mazurum, Halit’ diye yazarak iade etti. Ben, kızdım, gücendim. Sonra ne olursa olsun, verilen bir görevi yerine getirmeliyim dedim. Ve evine gittim. Kendisine durumu anlattım, rica ettim. Kendisi buna karşı; Kürtler’in tüm yardımlarına, dostluklarına rağmen, hükümetin Kürtlerin kimliklerini tanımadığını, haklarını vermediğini, sözlerinde durmadıklarını söyledi. Bu halkın haklı mücadelesini sürdüreceğini söyledi ve sonunda da “Hacı! Hacı! Halid’in boynu ipiniz için hazırdır” deyince ayrıldım. Ankara’ya döndüm Gazi Hazretleri locada beni bekliyordu. Durumu kendisine anlattım. Artık yapılacak bir şey yoktu” der.
Aynı yıl içinde gerçekleşen Lozan anlaşmasında alınan kararlar, ayrılık yanlılarının ve ayrılık fikrinin güçlenmesi açısından büyük etkide bulunur. Zira Lozan anlaşması yeni yüzyılda Kürt-Türk ilişkilerinin de niteliğini belirlemektedir. Bu konferans Türk devletinin kabulü anlamına gelirken Kürdistan dörde bölünmekte ve pay edilmektedir. Kürtler Türk uluslaşması içinde kimliksizliğe, statüsüzlüğe mahkum edilmektedir. Mustafa Kemal hareketinin Lozan konferansına gelmesini sağlayan tüm süreçlerde ona en büyük desteği veren, kurtuluş savaşının ortağı olan Kürtler bu anlaşmayla adeta tarih-güncel ve gelecek dışına itilmektedir. Nitekim Lozan anlaşması Kürtler üzerinde yürütülen sömürgeci ve soykırımcı politikaların sadece perdesi değil temel meşruiyet kaynağı olacaktır.
Parçalanan Kürt toplumu ve Kürdistan coğrafyası üzerinde egemenlik oluşturma, maddi ve manevi değerlerini talan ederken Kürt toplumunu iradesiz, savunmasız ve geleceksiz kılma, tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır. Dayatılan ırkçı Türk uluslaşması içinde erimedir. Basın-yayın, siyaset dünyası hızla ağız değiştirmektedir. Türklük yüceltilebildiği kadar yüceltilirken Kürtlük kaçılması, uzak durulması, unutulması, hatta inkar edilmesi gereken bir olgu haline dönüştürülmektedir. Türk ulus devletçiliği, milliyetçilik ekseninde gerçek kimliğine kavuşmaktadır.
Kurtuluş savaşının başlarında dillendirilen “Kürtlere muhtariyet, kurucu ortaklık, iki halkın devleti, birlikte yaşam” benzeri söylemlerin yerini “Büyük Türk milleti, Türk devleti, Türk dili, Türk bayrağı, Türk vatanı” gibi söylemler almıştır artık. Basının, siyaset dünyasının dili bariz biçimde tehditkar bir hal almıştır ve Kürtler yaşanan bu gidişattan hiçte memnun değildirler.
Kürt ileri gelenlerinde büyük bir hayal kırıklığı ve öfke büyümektedir. Yeni devletin ve onun niyeti ortaya çıkmıştır, Türk milliyetçiliği şahlandırılmaktadır. Kürt egemenlerine yeni devlet iktidarında Kürt olarak yer verilmemektedir. Herkese açılan Türklük sancağı altında toplanma ve ona kayıtsız şartsız katılma dışında bir yol bırakılmamaktadır. Vatanlarında vatansız, giderek dilsiz, kültürsüz, siyasal-askeri iradesiz kendini unutarak ve hatta bırakarak Türk olma dışında başka hiçbir seçeneğin bırakılmadığı demirin kanla yıkanacağı günler uzak değildir…
Bu atmosferin yarattığı haleti ruhiye içinde çalışmalara yüklenen Yusuf Ziya Bey birçok aşiret liderini Azadi örgütüne katmakta zorlanmaz. Simko, Barzanîler ve Şeyh Mahmud Berzenci gibi liderlerle görüşen Yusuf Ziya, örgüt için önemli destekler edinir ve silahlı mücadele için bağlantılar geliştirir. Rusya ve İngiltere başta olmak üzere çeşitli ülkelerle bağlantılar kurmaya çalışır. Yapmak istediği Kürt liderlerden mazbatalar alarak Milletler Cemiyeti’nde Azadi örgütünün Kürtlerin resmî temsilci olmasını sağlamaktır.
Yusuf Ziya, 1924’ün Eylülünde kardeşi Teğmen Arif’e Kürdistan’da yürüttüğü çalışmalar ve son durum hakkında bir telgraf çeker. Bu telgraf, Türk istihbaratı tarafından ele geçirilince Yusuf Ziya ve Cibranlı Halid tutuklanarak Bitlis Askeri Cezaevine konurlar.
Öndersiz kalan Azadi, bir kurul toplantısı yaparak Şeyh Said’i yeni başkan seçer ve faaliyetlerine hız verir. 13 Şubat 1925’te isyanın patlak vermesine kadar çalışmalar bütün hızıyla devam eder. Durumdan şüphelenen Türk istihbaratı bir komployla isyanı planlanan tarihten önce başlatır. Kanlı bir şekilde bastırılan isyandan sonra 14 Nisan 1925’te Şark İstiklal Mahkemesi’nin kararıyla Yusuf Ziya asılarak, Cibranlı Halid ise asker (albay) olduğu için kurşuna dizilerek öldürülür.
Cibranlı Halid’in son sözleri şöyledir:
“Karşınızda yalnız değilim. Arkamda Mezopotamya’da muazzam bir Kürt Ulusu bulunmaktadır. Bugün beni asıyorsunuz, fakat hiç şüphemiz yoktur ki yarın torunlarımız da sizleri yok edeceklerdir.”
Bu isyan Kürtler ve Türkler arasındaki ilişkilerin bir daha hiç olmayacak ölçüde değiştiğinin Kürt egemenleri tarafından çok acı biçimde görüldüğü bir isyan olmuştur. Denir ki isyan sonrası yargılama süreçlerinde bile isyan önderleri öldürüleceklerini düşünmemektedir. Darağacına çıkana dek de böyle bir düşünceleri yoktur. Zira Kürt ve Türk ilişkilerinin son yüzyılında da birçok isyan olmuştur. Osmanlıya karşı irili ufaklı birçok isyan gelişmiştir. Tümü de çeşitli nedenlerle başarılı olamamış, yenilmiştir. Ancak hiçbir isyan sonrasında isyan önderlerini asma, öldürme, yok etme yoluna gidilmemiştir. Çeşitli biçimlerde teslim alma, işbirlikçileştirme ve sistemin hizmetine koyma esastır. İsyanlara karşı da çok amansız, intikamcı, yok etmeye, kök kazımaya dönük bir yaklaşım söz konusu değildir. Osmanlıda tesis edilen Kürt-Türk ilişkisi bu tür yaklaşımlara kapalıdır.
Bu anlamda 1925 yılı Kürt-Türk ilişkilerinde bir dönüm noktasını teşkil eder. Artık Kürtler kurucu unsur veya ortak kabul edilmek bir yana kökü kurutulması gereken, Türklük içinde eritilmesi ve yeni oluşturulan Türk uluslaşmasına katık edilmesi gereken bir unsur olarak ele alınmaktadır. Zaten Ermeni ve Rumlar önemli oranda temizlenmiştir. Kürtler ise Ermeni ve Rumlar gibi fiziki tasfiye temelinde ortadan kaldırılabilecek, ya da sürülebilecek bir halk değildir. Zamana yayılmış bir soykırım temelinde Kürtlerin tasfiyesi başlatılmış, demir kana bulanmıştır.
Kürt-Türk ilişkilerindeki bu kırılmayı temsil eden tarihi; Azadi örgütünün hazırladığı ve tarihe Şeyh Sait İsyanı olarak geçen isyanın tahrik edildiği 15 Şubat 1925 tarihini Önder Apo “Kürt Soykırım Günü” olarak değerlendirmiştir. O tarihten günümüze Türk ulus devletinin yapmaya çalıştığı şey Kürt soykırımını sonuca götürmektir. Ancak Kürt halkının tarihsel kökenleri, kültürel, sosyal zenginliği, coğrafyası, sayısı ve direngenliği buna izin vermemiştir. 1925-1940 arası Kan Ve Demir politikası esas alınmış, genç cumhuriyet emperyalist işgale karşı yürütmediği saldırganlığı kimlikleriyle var olmak isteyen Kürtlere karşı sergilemişlerdir. Adeta diğer halkların ayrılmasının, imparatorluğun yıkılmasının, elde avuçta küçük bir toprak parçası kalmasının, dünyaya hükmederken tasfiyenin eşiğine gelmenin acısı Kürtlerden alınmıştır.
Kan Ve Demir politikaları kapsamında insanlık suçu sayılan, yine savaş suçu sayılan tüm uygulamalar Kürt soykırımını sonuca ulaştırmak için kullanılmıştır. Toplu katliamlar, köy yakmalar, köy boşaltmalar, zorunlu iskanlar, sürgünler, toplu tecavüzler, araziyi kullanılamaz hale getirme, yaşam ve geçim araçlarını imha etme tüm bunları sınırsız bir şiddet ve zor eşliğinde gerçekleştirme Kan Ve Demir politikası olarak anılan sömürgeci devlet politikaları olarak geliştirilmiştir. Böylelikle Kürtlerin bir dönemlik te olsa isyan iradeleri kırılmış, katliamlar temelinde teslim alınmaları yoluna gidilmiş ama ne Kan Ve Demir ne de arkasından devreye konan Beyaz Katliam politikaları Kürt soykırımını sonuca ulaştırmaya yetmemiştir.
Kürtler ilk fırsatta Azadi Ve Serhildan diyerek ayağa kalkmasını bilmişlerdir. En uzun süreli, tüm parçaları kapsayan, tüm bölge halklarından katılımları içeren ve yenilemeyen son Kürt isyanı olarak ortaya çıkan PKK direnişi bunun tarihsel olarak doğrulanmasıdır.
Tam bitti, sonuca ulaştık, kürtlüğü ve kürdü tarihten, hafızalardan sildik dedikleri noktada ortaya çıkan PKK direnişiyle Kürtler tarihle, sistemle, kendileriyle varlık-yokluk ikileminde bir hesaplaşmaya girişmişlerdir. Kan Ve Demir politikaları yeniden devreye konulmuştur. 35 yıl boyunca teknik-diplomatik-ekonomik-psikolojik imkan ve olanakların en ileri düzeyde sunulduğu, dünya gericiliğinin küresel saldırısıyla da taçlandırılan bir imha politikası yürütülmüştür.
15 Şubat 1999’da Kürt halk önderi Önder Apo’nun esaretiyle sonuçlanan 9 Ekim 1998 uluslararası komplosu dünya gericiliğinin ortak ve küresel düzeyde yürüttüğü bir saldırı biçiminde gerçekleşmiştir. Bu saldırganlıkla esasında Dünya üzerinde barınabileceği bir metrekarelik yer bırakılmayan önder Apo şahsında Kürtlere, dünya üzerinde bir metre kare yer verilmeyeceği söylenmiştir. Kölelik statüsünün devam ettirileceği bunun için gerekirse küresel desteğe sahip yeni Kan Ve Demir politikalarının devreye konulacağı dile getirilmiştir.
Fakat Kürtler açısından yaşanan Şeyh Sait İsyanında olduğu gibi yenilgi ve hüsran olmamıştır. Önder Apo ve PKK öncülüğünde direnen Kürt halkı tarihiyle ve insanlığın demokratik değerleriyle eritilme sürecini tersine çevirmeyi bilmiş, demokratik uluslaşma olma yoluna girmişlerdir.
Kürt halkını, onun öncü gücü PKK’yi ve önderliğini teslim almak üzere kurulan İmralı sistemi önder Apo’nun, onun etrafında ateşten bir set ören kahraman şehitlerimizin, bulunduğu her yerde direnişe kalkan başta kadınlar olmak üzere halkımızın büyük direnişiyle yerle bir edilmiştir. Halkından, insanlıktan, örgütünden tecrit edilmek ve yalnızlaştırılmak istenen önder Apo kendini ezilen tüm halkların ve kadının özgürlük önderliği haline getirerek, yenilmez bir kurtuluş stratejisi ortaya koyarak, binyılların paradoksu olan özgürlük ve bağımsızlık sorununa halklarımızın gerçek yanıtını oluşturarak yanıt vermiştir. Uluslararası komplo ve komplocular ise önderliğimizi bedenen tutsak etme dışında ne halkımız üzerinde, ne partimiz üzerinde, ne de Önderliğimiz üzerinde yaptıkları hiçbir hesaba ulaşamamışlardır.
Uluslararası komplo bu önü alınamayan, Türk ulus devletinin baş edemediği Kürt demokratik uluslaşmasını boğmak, Kürtlerin soykırımını ve imhasını başarıya ulaştırmak üzere tezgâhlanmıştır. Ancak uluslararası gericiliğin tüm desteği devreye konularak gerçekleştirilen uluslararası komplo ile Türk devletinin yapamadığını elbirliğiyle yapma ve son Kürt isyanını boğma politikası da tutmamıştır.
Kürt halkının anlam dünyası, zihni yapılanması oluşturulmuştur. Bu tarihle kopmaz bağlarına kavuşturulmuştur. Güç kaynakları ve dayanakları açığa çıkarılmıştır. Sosyal-kültürel yaşamın vazgeçilmez özellikleri haline getirilerek yeni Kürt uluslaşmasının ruhu ayağa kaldırılmıştır. Bu özgür Kürt ruhu yaşamın her alanında kendi kurumlaşmasını, örgütlenmesini oluşturarak özgür bedenleşmesine koşmaktadır. Demokratik özerklik temelinde uygulamaya konan Kürt çözümü bunu ifade etmektedir.
Azadi Ve Serhildan şiarıyla ayağa kalkan Kürt halkı için Kan Ve Demir politikalarının hiçbir uygulaması yeni, hiçbir dayatması ürkütücü değildir. Kendi kanında yıkanmış-arınmış ve yeniden doğmuş bir halk ortaya çıkmıştır. Vatanını, kültürünü, varlığını, geleceğini, örgütünü ve önderliğini savunabilen; dünyanın en demokratik, en örgütlü, en direngen ve en özgürlükçü halk iradesi yaratılmıştır.
Kürtler Kürt soykırım günü olan 15 Şubat’ı Önder Apo ve PKK öncülüğünde yaşadıkları büyük iradeleşme, bilinçlenme ve örgütlenme temelinde karşılamakta ve hiç olmadığı kadar özgürlük umutlarını büyütmekte; direnişini yükseltme ve uluslararası komployu sahipleriyle birlikte tarihe gömmenin büyük çabasını yürütmektedir.
14. Yılını geride bırakan uluslararası komplo gelinen noktada teşhir edilmiş; Kürtlerin Azadi Ve Serhildan gerçeğine çarparak darmadağın olmuştur