Devlet tarafının tavrı ise süreci aktif bir taraf olarak açık sahiplenme biçiminde gelişeme...
Cemal Şerik
Önder Apo tarafından başlatılan süreç ve yapılan görüşmeler konusunda bugüne kadar çok şey söylendi. Gelinen aşamada da hemen hemen herkes, içerisinde olunan sürecin hassasiyeti konusunda hem fikir hale geldi. Bu noktada da öne çıkarılan yön herkesin içerisinde olunan bu sürecin hassasiyetine denk düşecek bir yaklaşım içerisinde olması gerektiği şeklinde belirlendi. Söylem olarak öne çıkarılan bu yönün, ne kadar esas alındığı ise, tarafların tavrına göre netlik kazanan bir hal almıştır.
Bu çerçeve de, Kürt tarafının diğer bir adıyla da bunun örgütlü ifadesi olan KCK ile devletin tavrı; ilgili kişi, çevre ve güçler tarafından gözlem altına altına alınmıştır. Çünkü her iki tarafın içerisine gireceği yaklaşım ve tutum, içerisinde olunan sürecin kaderi üzerinde fikir yürütmeye imkan tanıyacaktı.
KCK, içerisinde olunan bu süreç içerisinde azami bir şekilde üzerine düşen sorumluluğun gereklerini yerine getirmeye özel bir itina göstermektedir. Önce elinde savaş esiri statüsünde tuttuğu, asker ve devlet görevlilerini bıraktı. Ardından da 23 Mart günü ateşkes kararını aldığını ilan etti. 25 Nisan günü de uluslararası, bölgesel, Kürdistan ve Türkiye’li gazatecilerin hazır olduğu bir basın toplantısı ile de silahlı güçlerini 8 Mayıs’tan itibaren Bakur Kürdistan’ından geri çekeceğini açıkladı.
Devlet tarafının tavrı ise süreci aktif bir taraf olarak açık sahiplenme biçiminde gelişemedi. En azında böyle bir intibanın gelişmesine neden olacak bir tutum içerisinde oldu. Başbakanından , Genel Kurmay Başkanına, ilgili bakan ve hükümet sözcülerine varıncaya kadar hepsinin açıklamalarında bu yön çok bariz bir şekilde görüldü.
Bunun kamuoyuna, ilgili kişi, çevre ve güçlere yansıması da buna göre bir hal aldı ve “acabalarla” dolu sıralanan soruların sorulmasını beraberinde getirdi. Şimdi bu kesimler içerisinde olunan sürece dair kuşkularını belirtmeye ve bunu basın-yayın organlarına yansıtmaya başladılar. TV’lerde ve günlük gazetelerde bunun çokça örneğine rastlamak mümkündür.
Kimi zaman devlet ve hükümet yetkilileri, içerisinde olunan sürecin yeni başlamadığını ve bunun yıllardır doğrudan yaşandığına dair açıklamalarda bulunmaktadırlar. Eğer gerçek buysa, aradan geçen yıllara rağmen halen devletin süreci açıktan sahiplenmeyen tavrı, her zaman kaygı ve kuşkuların yaşanmasına imkan sunacaktır. Böyle bir tutum içerisinde olunduğu sürece, bunu engellemenin olanağı da yoktur.
Elbette bu kabul edilecek olan, “böyle de olsa, olur” gibisinde bir yaklaşımla ele alınacak bir durum değildir. Değişmeli ve açık bir sahiplenişe dönüşebilmelidir. Tarafların karşılıklı rızası ile başlayan bir süreçten bahsediliyor. Hatta bahsedilmekten de öte böyle bir sürecin yaşandığ kabul görüyor. Tabi ki, bu tür hallerde, her iki tarafdan süreci güçlendiren ve ilgiyle izleyenlerde umudu canlı tutan, geliştiren bir tutum içerisinde olmaları beklenir. Olması gerekende de budur. Bu gerçekleşmiyor, hep bir tarafın adım atması bekliyorsa, elbette bu tür yaklaşımlar kabul görmez, bir yere gelindiğinde de, tepkilere neden olur. Ve öyle olmaya da başlamıştır.
İçerisinde olunan süreç karşısında CHP, MHP,İP vb. gibi partilerin tavrı anlaşılırdır. Onlar siyasetlerinin gerektirdiği gibi hareket etmektedirler. Fakat sürecin bir tarafı olan devlet ve hükümetin, onların cephesini güçlendirecek, umutlandıracak olan bir yaklaşım içerisine girmesinin tutarlılıkla bir ilgisi olduğunu da iddia etmek mümkün değildir. Bu tamamen devlet ve hükümet açısından tam bir çelişki yaratmaktadır.
Oysa gelinen aşamada başta hükümet olmak üzere, devlet tarafının tavrı, başlayan süreci daha ileri taşımak yönünde olabilmeliydi. Fakat yapılanlar bunun tam tersi. Kullandıkları söylemler süreci zorlar nitelikte. Hala “tek”, “tek” edebiyatında ısrar ediyorlar. Hatta “sürecin KCK tarafından anlaşılmadığını” söyleyecek kadar tahrikkar olabiliyorlar. Bununla birlikte, askeri hareketlilik, siyasal soykırım saldırıları, gençlere, kadına ve emekçilere vb. yönelik baskı ve tutuklamalar devam ediyor. Diyarbakır Valisi ve Dicle Üniversitesi rektörünün kışkırtmaları sonucunda Üniversite de okuyan yurtsever öğrencilere saldırılmıştır.Cizre’de polisin saldırısı sonucunda içersinde ağır olanlar dahil yaralananalar oldu. 1 Mayıs’ın İstanbul- Taksim’de karşılanması polisin saldırısı ile engellenildi yaralanmalar ve gözaltılar yaşandı. Medya Savunma Bölgeleri üzerinde Savaş Uçakları ve İnsansız Hava Araçları(Keşif Uçakları) uçmaya devam ediyor. KCK’nin silahlı güçerin 8 Mayıs’tan itibaran geri çekileceğini açıklamasına rağmen, başta Botan ve Dersim olmak üzere karakol ve baraj inşaatlarının devamında ısrar ediliyor.
Tabiki, tüm bunlar devletin ve hükümetin sürecin bir tarafı olarak kendi kendini boşa çıkarması anlamına geliyor. Aslında bunlardan farklı gelişmeler yaşanmalıydı. Çokça tekrarladıkları “her kes sürecin hassasiyetlerine dikkat etmeli”, “Süreci sabote edilmesine müsade etmemeli” vb. sözlerinin gereklerini yerine getirmeliydi.
Bu tür söylemlere kimsenin de itirazı olamaz. Karşı çıklan da burası değil. Gerçekten de süreci sabote etmek isteyenlerin bu girişimlerine müsade edilmemelidir. Asıl olarak da yapılması gereken budur. Cizre, İstanbul vb. gibi yerlerde gençlere, kadınlara, emeçlilere saldıranların, böyle bir emiri verenlerin yakasına yapışılmalıdır. Karakolların ve barajların yapımın da ısrar edenlere “amacınız nedir” diye sorulmalıdır. Medya Savunam Bölgeleri üzerine savaş ve keşif uçaklarını gönderenlere “sen ne yapmak istiyorsun” denilebilmeli ve bunlar hala görevlerinin başındaysa, “bunların süreci sabote etmek isteyenler olduğu” açıklanarak görevlerinden el çektirilmelidirler.
Bunlar yapıldığında içerisinde olunan sürece dair kaygılı yaklaşım gösterenlerin de kuşkularının giderilmesinde önemli bir adım atılmış olacaktır. İçesinde olunan sürecin hassasiyeti de varolan böylesi engellerin aşılmasını gerekli kılıyor.