17 Ekim Devrimi

Avrupa sosyalist ve komünist işçi partileri Batı Avrupa’da bir devrim bekliyorlardı. Neredeyse kesin gözüyle bakılan ...

Hayri AMED 

Ekim devriminin üzerinden 97 yıl geçti. İnsanlığın o güne dek gördüğü en büyük toplumsal-siyasal devrimlerden biriydi. Bugün modernite insanlık hafızasından silmeye-unutturmaya çalışsa da, Ekim devrimi ezilen halklar için, genel insanlık için unutulmayacak derslerle doludur.

Bu gerekçeyle Ekim devriminin 97. yılında başta Lenin ve yoldaşları olmak üzere tüm Ekim devrimi yapıcılarını, savaşçılarını ve şehitlerini yeniden anmak kadar, anlamak ve bilince çıkarmak durumundayız.

  1. yy Avrupa kıtasında ayaklanmalarla, devrimci mücadele, direniş ve isyanlarla geçti. Vahşi kapitalizme karşı örgütlenen, partileşen ezilen sınıflar ve halklar Avrupa’nın her bölgesinde grev, direniş, silahlı mücadele, ayaklanma halinde devrimci dalgalanmalara yol açtılar; ağır bedeller ve kayıplar verdiler. Yeniden harekete geçip barikatlarda sokak savaşlarını başlattılar. Yenilgileri yaşadılar fakat tekrar tekrar devrimci bir ruhla, bilenmiş azimle, komünal bilinçle safları sağlamlaştırıp kapitalist modernite karşısına dikildiler.
  2. yy başlarında kapitalist devletler dünyayı sömürgeleştirmede son noktaya ulaştılar. Bu defa birbirlerinin ellerinde bulunan sömürgeleri paylaşma savaşına giriştiler. Daha 1. Dünya Savaşı başlamadan önce Avrupa’daki sosyalist ve komünist partiler olası bir dünya savaşının kapıya dayandığını anlamışlardı. Buna karşı ortak tavır belirlemek üzere 1912’de Basel’de toplanıp bazı kararlar aldılar. Aralarında Lenin önderliğindeki Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin de bulunduğu Avrupa sol-sosyalist partileri kapitalist devletler arasında çıkacak bir savaşta her patinin bulunduğu ülkede devrimci iç savaş çıkarmasını; hiçbir devletin yanında savaşa katılmamasını ve destek verilmemesini kararlaştırıp ortak bir bildiriyle deklare ettiler.

Avrupa sosyalist ve komünist işçi partileri Batı Avrupa’da bir devrim bekliyorlardı. Neredeyse kesin gözüyle bakılan bu öngörüye dayanarak bir ülkede devrimin başarılması halinde bunun tüm Batı Avrupa’ya yayılmasını ortak bir teori ve politika olarak kabul etmişlerdi. Sürekli devrim teorisi gereğince, gelişecek bir devrimin hem ilgili ülkede derinleştirilmesini hem de öteki ülkelere taşırılması için çalışılmasını benimsemişlerdi.

1914 yılında Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde ilkin, Avrupa'nın güçlü komünist partisi olan Alman KP’si, kendi devleti lehine tavır alıp, Basel’deki ortak devrimci karara ihanet etti. Marx’ın halefi olarak bakılan ve Alman Komünist Partisi  liderliğini yapan K. Kautsky, bu ihanetiyle tarihe ‘Dönek Kautsky’ olarak geçti.

Avrupa sosyalist ve komünist partilerin çoğu kendi devletlerinin yanında yer alarak  ‘sosyal-şoven’ tutum takındılar. İtalya ve Almanya’da küçük sol radikal gruplar sömürge paylaşım savaşına ( 1. Dünya Savaşı) giren kendi devletlerine ve bu savaşa tavır geliştirip tutarlı duruş sergilediler.

Rusya’da Sovyet Komünist Partisi Lenin öncülüğünde sosyal şovenizme olduğu kadar kapitalistlerin savaşına karşı da devrimci tutum alıp ezilen sınıf ve halkları devrim için harekete geçirmeye çalıştı.

O dönemdeki politik tespitlere göre devrim, gelişmiş bir Batı Avrupa ülkesinde gerçekleşebilirdi ancak. Rusya gibi feodalizmin ve Çarlık yönetiminin etkili olduğu bir Doğu Avrupa ülkesinde devrim beklenmiyordu.

Oysa kapitalist modernitenin en zayıf halkası Doğu idi. Doğu sayılan Rusya ise hem çarlık baskısı hem de yıllardır anarşistlerden sosyalistlere kadar birçok parti-örgüt çalışması ile bilinçlenen örgütçü kesimlerin varlığı bakımından devrim için elverişli koşullara sahipti.     Bu bakımdan devrim yapmak için koşullar uygundu ama en önemli koşul olarak devrimci irade Lenin’in ve partisinin şahsında mevcuttu. Ekim devrimi diğer tüm uygunlukların yanında bu devrimci iradenin varlığından vücut bulmuş bir devrimdir.

Lenin’in liderliğindeki Bolşevik partisi, RSDİP'in (Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi) ikiye bölünmesi sonucu oluşan bir kanat olarak şekillendi. Martov’un başını çektiği Menşevikler ise birçok temel konuda Lenin’den ayrılıyordu. Daha çok sağ-oportünist bir çizgi izlemekteydi.     Rusya’nın özgünlükleri sol-sosyalist hareketlerin tarihinde de sürmekteydi. Plehanov’la başlayan  Marxist gelenek  zamanla birçok sosyalist grup ve hareketin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu Marxist hareketlerden önce ve onunla aynı süreçte  anarşistler -Narodnikler- Rusya'daki toplumsal-siyasal mücadelede önemli bir yer tutmaktaydılar. Devrim program ve stratejilerini dar bir çerçeveye  oturttukları için örgütlenme ve taktik sorunlara da bu darlıkla yaklaşmaktaydılar. Dolayısıyla toplumsal alan örgütlenmeleri ve mücadele taktik ve araçları geniş sosyal alanlara açılmayı engellemekteydi. Mücadele hedeflerini Çar’ı etkisiz kılmaya dayandırmaktaydılar. Nitekim daha elit bir örgütlenme ve daha sansasyonel eylem tarzları ile Rusya devrim tarihine geçtiler.  Uzun uğraşlar ve uzun yıllar sonucu Çar’ı öldürmeyi başardılar fakat yerine yeni bir Çar geçtiğinde başa döndüklerini de anladılar. Çar’a yönelik suikasttan dolayı tutuklanıp idam edilenlerden biri de Lenin’in ağabeyi oldu. Lenin’in sol dünyada yer almasında bu olay etkileyici oldu.

Lenin, Rusya koşullarını en iyi çözümleyen ve alternatif devrim programı ortaya koyan bir lider olduğu kadar, tüm yoğunlaşmasını devrime odaklayıp, çelikten bir iradeyle, imkanları değerlendirmesiyle devrimi gerçekleştiren bir liderdir.

Rusya’nın da 1. Dünya Savaşına dahil olmasıyla zaten ağır olan yaşam koşulları, sosyal baskı ve tutuklamalar çarlığın hakimiyetindeki tüm halkları canından bezdirmişti. Buna karşılık başta  Bolşevik partisi olmak üzere anarşistler ve tüm siyasi-sol parti ve örgütler çarlığa karşı ortak bir mücadele yürüttüler. 1905 yılında gerçekleşen ve kısmen bazı hakların alınmasını sağlayan devrim dalgası bir ara durak olarak Ekim Devrimi'ne giden yolu bir ölçüde açmıştı.

Bolşevik Parti’nin ve Lenin’in kararlı mücadelesiyle kitleler içindeki örgütleme, harekete geçirme, bilinçlendirme çalışmaları gittikçe sonuç vermeye başlamıştı.  1917 Şubat'ında Moskova başta olmak üzere birçok büyük kentte kitleler ayaklanmayı başlattıklarında çarlık rejiminin temelleri önemli oranda sarsıldı.  Devrimci ittifak içindeki reformist-burjuva karakterli örgütler devrimi sonunu kadar devam ettirme yerine kısmi sonuçlara razı oldular.

Lenin ve partisi devrimi süreklileştirme kararlılığındaydı. O zamanki anlayış ve algılayışa göre iktidarın alınması gerekliydi. Bu nedenle ‘bütün iktidar Sovyetlere’ sloganı devrimin ateşleyici söylemi ve eylemine dönüştü.

1917 Şubat ayaklanmasının ortaya çıkardığı değişimler üzerinde iktidar-rant devşiren hemen tüm sol hareketlerin aksine Lenin ve Bolşevikler,  devrimi başarıyla tamamlamak ve tüm ezilenleri devrimin kazanımlarına ortak etmek amacıyla  mücadelesini kaldığı yerden sürdürmek kararlılığını ortaya koydu.

Kolay olmayacaktı, fakat devrim yapmak da kolay iş değildi zaten! Lenin ve yoldaşları bunun bilincindeydiler. Devrimin ateşi küllenmeden devrimi hedefine ulaştırmak devrimci olmanın gereğiydi, sorumluluğu ve tam kendisiydi.

1917 Şubat ayaklanması sonucu çarlık rejimi ciddi tavizler vermiş olsa da varlığını-otoritesini belli sınırlar içinde koruyordu. Halk hareketinin bir kazanımı olarak oluşan bu ortamda, burjuva karakterli oluşan geçici hükümetin başına Krensky getirilmişti. kendisi de bir liberal K. Burjuva olan  Krensky bu ara formül ile halklar ile çarlık arasında bir denge unsuru, bir blokaj rolü oynayacaktı.

Lenin  ve Bolşevikler bu durumu devrimin boğulması, kesintiye uğraması olarak değerlendirirken, haklıydılar. Haklı ve doğru görüşlerin örgütlenmesi ve devrime kanalize edilmesi kaçınılmazdı.

Burada bir parantez açmak gerekiyor.

Önder APO’nun yeni paradigmasını içeren kitaplarını-düşüncelerini halkımıza, bölge halklarına yaygın-etkin dağıtımı, anlatılması ve kavratılması sağlanabilseydi, demokratik komünal toplum modeli bugün çok ileri boyutlarda bir inşa gerçekliğine kavuşmuş olacaktı.

Tarihe, devrimlere, toplumsal ve siyasal başarılara bakarken ve öğrenirken, doğru sonuçlar çıkarılmasının karşılığı, bunları kendi somutumuzda yaşamak, yaşamsallaştırmaktır.

Lenin ve liderlik yaptığı Bolşevik Partisi, imkansız gibi görüleni gerçekleştirmeyi başardı. Lenin’deki tarz, tempo, cesaret ve kararlılık partisini de harekete geçirerek kolektif bir devrimci ruhla devrimci halk ayaklanmasını hazırladılar.

17 Ekim 1917 devrimci halk ayaklanması öngününde Lenin’in   ‘ayaklanma kararı hassas bir karardır; zamanlaması için  bugün erken yarın geç olur’ tespiti ayaklanmanın başarısında temel bir etken olmuştur.

Yaklaşık bir hafta süren halk ayaklanması ile gerici çarlık rejimine ait tüm kurumlar ele geçirilerek  gerçek bir halk iktidarı sağlanmış oldu.

Burada hatırlanması gereken bazı hususlar vardır.

Ekim devrimi,  dönemin öngörülmeyen bir devrimi iken Lenin’in ve yoldaşlarının statükocu davranmaması; tersine üretken, yaratıcı ve koşulları-imkanları iyi değerlendiren ideolojik-politik yoğunlaşmaları, örgütsel çabaları sonucu başarılmıştır.

Lenin’in politik ustalığı, birbirinden farklı sol-siyasi örgüt ve partileri taktik ittifaklarla birlikte harekete geçirmeyi sağlamıştır. Her birine karşı ayrı ayrı ideolojik-politik eleştiriler geliştirip tutarlı-sistemli bir ideolojik mücadeleyi kesintisiz sürdürmenin yanında onca farklı grup-parti ve örgütü devrimci mücadelede bir araya getirme başarısı Lenin’in liderliği ile açıklanabilir. Bu anlamda  Önder APO’nun çeşitli vesilelerle sayısız kereler ifade ettiği Türkiye çatı partisi , Rojava’da geniş-esnek koalisyon gibi güncel politik panoramayla ilgili olduğu kadar stratejik konu ve alanlar hakkında da formüle ettiği ittifak anlayışını doğru yorumlamak, değerlendirmek ve pratikleştirmek  sosyalizme somut koşullarda bir nefes, bir yol, bir katkı ve güncele ilişkin tarihsel-siyasal- ideolojik çıkış yaptıran hedeflerdir.

Dünyadaki sosyalist-sol hareketin genel kabullerinin peşinde sürüklenmek yerine Rusya’nın özgünlüklerini doğru yorumlayarak ve gereklerini yerine getirerek devrim dalgasının yönünü ’Doğu’ya çevirmesi Lenin’in ve partisinin başka bir gerçekliğidir. Bugünkü dünyamızda sol-sosyalist hareketlerin kapitalist modenite karşısında güçlü alternatif sosyalist bir model ileri sürememesi bir açmazı ifade etmektedir. Oysa Önder APO geliştirdiği yeni paradigma ile sosyalizmin tıkanan damarlarına yeniden ve yeni bir kan pompalamaktadır. Yaşamsal bir soluk kazandırmaktadır sosyalizme.

Rusya’daki görkemli Ekim Devrimi bir süre sonra iktidarcı zihniyetin tuzaklarına takılıp zamanla kendi karşıtına dönme yoluna girince, kaybeden sosyalizm ve ona umut bağlayan milyonlarca insan olmuştur. Başkan APO iktidarcı zihniyeti mahkum ederek demokratik modernite toplumsal sisteminin inşası ile yeni bir yol açmıştır.

Kürdistan’daki özgürlük  ve demokrasi mücadelesinin tarihsel-ideolojik-politik-ahlaki mirası Ekim Devriminin ruhu-umudu-mücadele anlayışından beslenmektedir. Sonrasında uğradığı yanlış-yetmez yanları bir yana, Ekim devrimi, kapitalist moderniteye karşı ezilen sınıf ve halkların başarı sağladığı tarihsel bir mücadeledir. Özgünlükleri kadar benzeyen yönleri de çok olan bu iki mücadele, ekim Devrimi ve Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, Doğu halklarının kapitalist modernite karşısında zaferi anlamına gelmektedir.

Ekim Devrimi, tarihsel olmuş bitmiş siyasi-toplumsal bir devrim değildir kuşkusuz. En başta kapitalist modenite karşısında insanlığın; ezilen halklar ve toplumların başardığı bir devrimci çıkıştır. Mücadele azmi, kararlılığı ve bilinçli eylemidir. Dün olduğu gibi bugün için de sahip çıktığımız devrimci mirasımızdır.

Başkan APO’nun da ifade ettiği gibi, ‘sosyalizmde ısrar insan olmakta ısrardır’ gerçekliği, Ekim Devrimi ve sosyalizm mirasına sahip çıkılmasıdır. Onun devrimci diyalektiğinin geliştirilmesi, güncel gerçeklerle bağının doğru kurulması ve yenilenmesidir.

Ekim devriminin 97. yıldönümünde ‘Ekim' devrimcilerini bir kez daha saygıyla ve minnetle anıyoruz. Onların taşıdığı devrim bayrağını Kürdistan başta olmak üzere bölgede dalgalandırmak ve demokratik moderniteyi inşa etmek, Ekim Devrimine vereceğimiz doğru ve yeterli karşılık olacaktır