Demokratik toplum örgütlülüğü görevimizdir

Bir defa öncelikle bu parti dışılığı, dönem görevlerinden kopuk olma durumunu görmemiz,...

Abbas Türkmen

Gerçekten ciddi bir durum var ortada. Şimdiki esas mücadele halkı örgütlemek olacaktır. Demokratik toplum örgütlülüğü ya da demokratik ulus inşası görevimizdir, diyeceğiz. Ondan sonra dönüp bütün kadrolara, bütün örgütlere sorarım, demokratik ulusu inşa etmek, örgütlemek için hangi çalışmayı yürüttün yoldaş? Hiç kimse şunu yaptım diyemez. Birebir toplumsal alanda çalışıyorum, orada görevliyim diyen bile ancak idare ettiğini söyler. Var olan örgütlülüğü idare etmekle uğraşıyordur. Ondan öteye ne bir projesi, ne bir zihniyeti, ne de doğru düzgün bir çabası vardır. Zaten diğer askeri ve ideolojik alanlar kendilerine bu görevle bağlıdır. Görevli de görmüyorlar. Sanki genel görevden kopuk bir particilik ve askerlik varmış gibidir. Uzağında ve kopuk duruyorlar. Kolaydır, biz özerkiz, kendi görevlerimiz var, diyerek o dar pratikçiliği kendilerine yediriyorlar. Bununla çizgiyi uyguluyoruz, bu da yeter, biz yine iyi durumdayız, diyerek kendi gururlarını rahatlatıyorlar. Böyle particilik, öncülük, kadro olmaz. Bu kadar parçalanmış ve daralmış bir bakış açısıyla parti militanlığı yapılamaz. Parti olamayız bu bakış açısıyla. Ancak var olanı paylaşan oluruz. Ortada bir şey varsa paylaşırız, yoksa ne olacak? O zaman onun bunun kölesi oluruz yeniden. Bu iş olmadı diyerek kopar gideriz, eririz. Başka sistemlerden bireysel yaşamımıza yer aramaya gideriz. O da bitiş demektir. Başka türlü yaklaşmamak lazımdır. Bu ciddi ve vahim bir durumdur. Belirttiğim gibi daha vahim olanı bunu sorun yapmamak, kafa yormamak, enerji harcamamak, mesele yapmamak, üzerinde tartışmamak, araştırmamak, bu yönlü görev ve sorumluluğunun farkına varmamaktır.

Partinin temel görevi toplumun demokratik ulus inşasıdır, deyip ondan sonra başka işlerle uğraşmak, demokratik ulus inşası çalışmalarına ne düşünsel, ne pratik, hiçbir katılım göstermemek olacak iş midir? Bu ulus kendiliğinden mi inşa olacak? Kendiliğinden mi örgütlenecek? Hayır. Böyle olmayacağı çok açıktır. O halde inşa edilecek ve bunu devrimciler yapacak. Öncülük edecek. Bu devrimci öncülük de parti denilen güçtür. Gerillasıyla, kadınıyla, genciyle örgütlendirilmiş bütün öncü partidir. Son zamanlarda arkadaşlar esas parti öncülüğünün farkına varmışlar, birkaç arkadaşı sen PKK’sin, sen PAJK’sın diye görevlendirmişler. Sonra pratikte işler olmayınca gırtlağını tutup işler niye olmuyor diye sorgulamaya başlıyorlar. İyi de parti gerilla olarak, kadın hareketi olarak, gençlik örgütü olarak vardır. Parti onların dışında, toplumun ve örgütün dışında ayrı bir güç veya kuvvet değildir. Eğer bu görev partinin görevi ise parti kadro ve sempatizanlarının hepsinin bu görevi başarmaktan sorumlu olduklarını kabul etmek gerekir. Herkesin kendisini bununla görevli ve sorumlu görmesi lazımdır. Temel görev üzerinde olmayan, temel görevi yürütmeyen bir kadro dönem taktiğinin dışında demektir. Taktik dışılık da parti dışılıktır. Parti tarihinde anlatmaya çalıştık bunları. O halde şunu bilmeli arkadaşlar, demokratik toplum örgütlülüğü üzerinde çalışmayan, bunu geliştirmek için çaba harcamayan, buna katkı sunmayan her duruş, ne yaparsa yapsın taktik ve parti dışıdır. Temel görevi belirlemek bu anlama geliyor. Temel görev gerillayken gerillanın dışındaki, gerillaya hizmet etmeyen duruşlar nasıl ki taktik ve parti dışı oluyor ise, şimdi de temel görev demokratik toplum örgütlülüğü ve demokratik ulus inşasıysa, o halde buna hizmet etmeyen, bunu geliştirmeyen her duruş ve çaba da ne olursa olsun taktik dışıdır, yani parti dışıdır. Bunu herkes böyle bilmelidir. Ama bizde o kadar parti dışılık var ki, parti dışı olduğunun farkında değildir.

Bir defa öncelikle bu parti dışılığı, dönem görevlerinden kopuk olma durumunu görmemiz, eleştirmemiz, düzeltmemiz gerekiyor. Bu diz boyu yaşanıyor ama farkında bile olunmuyor. Bu nedenle yapılan görevlerde başarılı olunup olunmadığını tartışamıyoruz. Daha bu göreve girdik mi girmedik mi, kabul ettik mi etmedik mi, onu tartışıyoruz. Dolayısıyla bu alanda çalışsın çalışmasın, başarılı olsun veya olmasın, orada bulunanlar ‘ben zaten buradayım, burada olduğuma göre de en iyi durumda olan benim’ diyor ve başarıp başarmadığı konusunda hiçbir yoğunlaşma yaşamıyor, hesap vermiyor, düşünmüyor, tartışmıyor. O nedenle eleştiri kabul etmiyor. Eleştiriyi anlamıyor, özeleştiri vermiyor. Bakıyor ki bazıları daha da dışta dolayısıyla başarılı olmasa da hiç olmazsa işin üzerinde olduğunu düşünüyor. Oturmuşum, diyor, bu daha iyidir diğerine göre. Şimdi bu anlamda bunu sorgulayamıyoruz, analiz edemiyoruz, hesap alıp veremiyoruz. Hiçbir yerde doğru dürüst hesap alıp verme çalışması yoktur. Çünkü gerçekten de görevi başarıp başarmama üzerine bir sorgulama yok. Dahası çok rahat bir şekilde ‘yapmadık, etmedik’ diyor. Hem yapmadım, etmedim, hem de hala bu işin başındayım, ben iyi partiliyim deme durumları vardır. Görevi başarmadan da hala partide kalınabileceği, görev ve sorumluluk kapsamında bulunulabileceği, yetkinin elde tutulabileceği sanılıyor. Böyle bir hak sahibi olunabiliyor. Çok karışmış, zorlayıcı bir durumdur.

Bir de şu ortada hazır bir çözüm yok. Bu çalışmalar son derece yaratıcılık istiyor. Derin, zengin bir bakış açısı ve deneme, sınama yapabilen, yoğun çalışan, pratikten ders çıkarabilen bir tarz gerektiriyor. Böyle olmazsa, hazır, her şey planlanmış, formüle edilmiş, güçler yaratılmış, haydi yapın diyeceğiz ve insanlar da yapacak. Frene ve gaza basar gibi sadece pedala basacağız ve olacak beklentisi var. Böyle olursa bu iş yapılabilirmiş gibi görünüyor. Ama öyle bir durum Kürdistan’da da, dünyada da yoktur. Dolayısıyla yaratıcılık, zenginlik, girişkenlik istiyor. Kısacası devrimcilik istiyor. Dar, tutucu yaklaşımlarla alışkanlıklarını aşamayan tutumlarla bu iş olmuyor, yürümüyor. Bu kadar geri duruşta, direnişte bunun da payı vardır. Hazır hiçbir şey yoktur. İcat edip yaratmak gerekiyor, devrimcilik istiyor. Gerçekten de icatçılık, yenilik istiyor. Her gün yeni bir icat, yeni bir yaratıcılık duruşu göstermeyi gerektiriyor. Öyle olmayan, bürokratik, tutucu, dar, şematik bakış açısı ve tarzlarla bu iş yürümüyor. Böyle ancak patinaj yapılıyor. Tekrarlanıp duruluyor. Hatta geriye doğru kaymalar var. Böyle olunca hiçbir alanda pratik yürümüyor. Alanlarda pratik yürümeyince bir sürü kadro sürekli alan değiştirmekle uğraşıyor.

Önderlik ikinci dönemde, ERNK-cephe çalışmaları döneminde çok az kadro verdi buraya. Fakat kadro sorunları çok olmadı burada. Şimdi dönem ve görev değişti. Gerçekten eskinin çok az kadrosuyla yürütülebilir bir iş midir bu, onu da tam bilemiyoruz. Bu değişecekse, önümüzdeki temel bir görevse, dolayısıyla bu iş kadrolarla, parti öncülüğüyle yürütülecekse, o halde ne kadar kadro, ne kadar parti olunmalı, buraya ne kadar el atmalı, onu da tam bilemiyoruz. Başarılmış, gerçekleştirilmiş, denemesi, sınaması olmuş, planı, projesi, tarzı ortaya çıkmış bir alan değil, yeni bir alandır. Yani yaratılması, inşa edilmesi gereken bir alandır. Her bakımdan yaratıcılık, girişkenlik, deneme yanılma, sınama istiyor. Daha çok çaba harcamayı gerektiriyor. Daha bilinçli, örgütlü olmayı, bu temelde hareket etmeyi istiyor. Şimdi buradan da kaçış var. Aşırı dar, tutucu, bürokratik, bireyci yaklaşımlar, alıştıklarını bilen, alışkanlıklarıyla hareket eden, yenilikten korkan, ürken, girmeyen kişilikler buna yürümüyor. Önder Apo bunun için “PKK devrim yapmaktan korkuyor” dedi. PKK devrimci görevleri yerine getirmekten korkuyor, 10 yıldır kaçıyor. Dönemin temel görevini çizgi temelinde üstlenmiyor. Şimdi temel görev bu oldu diye alana çok az kadro verme durumu da yoktur. Fakat kadro yeni dönemin görevini anlayan, planlayan, kendini ona göre örgütleyen, bu temelde pratikleştiren kadro olmaktan uzaktır. Eskiyi tekrarlıyor. Gerilla döneminin kitle çalışmasını yapmakla uğraşıyor. Alışılmış, uzun süre öyle yaşanmış, örgütsel sistem ona göre oluşmuş, çalışma tarzı ona göre şekillenmiş, o da onları tekrarlamakla meşguldür. Alıştıklarını tekrarlamak kolay da geliyor. Her gün ne yapılması gerektiği, yıllarca yapıla yapıla, tekrarlana tekrarlana zaten bir klişe haline gelmiş. Avrupa’dan gelen arkadaşlar bunu daha iyi bilir, izah ederlerdi. Hangi gün ne yapmak gerektiği 30 yıldır zaten şekillenmiş durumdadır. 1 Mart’ta şunu yapacaksın, 2 Mart’ta şu, 3 Mart’ta bu… Her sene aynı şey tekrarlanıyor. Tepeden tırnağa bürokratik bir sistem oluşmuş. Ne olursa olsun tekrarlanıyor, tabii o da kolay geliyor. Kendiliğinden oluyor, çok düşünmek istemiyor. Düşünmeyi gerektirmiyor. Ekstra çaba istemiyor. Ezbere yürüyor. Ve kadro buraya saplanıyor. Burada kalıyor, böylece eskiyi tekrarlayan, yenilik yapamayan ve dolayısıyla dönem görevlerini üstlenip yürütmeyen bir kadro ve parti duruşu ortaya çıkıyor.

Bunu için Önder Apo,  “Yüzde bir imkân ve fırsatları kullanmıyorsunuz. Yüzde doksan dokuz boşsunuz. İmkânlar ve fırsatlar ortada kalıyor, değerlendirmiyorsunuz. Yüzde birlik etrafında dolanıp duruyorsunuz” dedi. O da eskiden olanları, alışılanları tekrarlamak anlamına geliyor. Yenilik olarak ortaya çıkan imkân ve fırsatlardan kaçılıyor, korkuluyor. Bunun için devrim yapmaktan korkulduğunu söyledi Önder Apo. Şimdi korkmadığımızı ortaya koymak için daha cesur davranmaya çalışıyoruz. Ama bu korku öyle yaşamını ortaya koyup koymama korkusu, cesareti değildir, öyle çözülecek bir durum değildir. Biz oraya daha çok yöneliyoruz, madem öyleyse korkmayacağız, korkmuyoruz diyoruz. Bu böyle değildir. Böyle anlamak da saptırmadır, yanlış anlamadır. Bu korku, dönem görev ve sorumluluklarını anlama, sahiplenme ve pratikte yürütme, bunun adımını atma korkusudur. Cesaretimizi eski bildiklerimizde gösteriyoruz, yeni olana yürümede göstermiyoruz. Dolayısıyla korkuyu aşmıyoruz. Bunu böyle görmek, anlamak lazımdır. Şimdi bu konuda, bir yerde değil genel bir durum var. Bir yer olsa insan orayı eleştirir, şundan veya bundan kaynaklandı der.