Bu işlerin yapılamamasında, dönem görevinin, demokratik toplumu örgütleme görevinin yürütülememesinde...
Abbas Türkmen
2014-15’ten itibaren Bakur’da bir deneyim geliştirmeye yöneldik. Bu alanda paradigma değişimi, yeni stratejik tanımlama temelinde belli bir mücadele içerisine girildi. Düşman saldırıları oldu. Tutukladı, vurdu, dağıttı, ezdi… İşler yürümedi. Yapılması gerekenler yapılmadı. Tabii neden böyle oldu diye sorgulamasına yöneldiğimizde düşman saldırıları öne çıkıyor, bunu bir etken olarak inkâr edemez insan. Bunun öne çıkarılması o pratiğin dersinin doğru ve yeterli çıkarılamamasına sebep oldu. Pratik bundan dolayı doğru sorgulanamadı. Düşmanın saldırıları neden olarak gösterildi. Çoğu arkadaş ‘vay be tutuklandık, tutuklanmasaydım görürdünüz neler yapacaktım’ dedi. Açıktan söylemese de duruşu ve tutumu içten içe öyleydi. Onun için pratiği özeleştirel sorgulamıyor. Yeterince ders çıkarmıyor. Bu konuda zayıflıklar var. Eleştiri-özeleştiriye yönelmemesi ve ders çıkarmamasından da anlaşılıyor ki aslında hala başarılı olamamanın nedenini düşman saldırılarına bağlıyor. Düşmanın şöyle vahşi, böyle vahşi saldırdığı, onun için engel oluşturduğu, yapılanları dağıttığı, o nedenle işlerin yapılamadığı görüşü hâkim kılınıyor. Açıktan söylenmese de içten içe yaşanan bu oluyor. Aslında bu görüş kendini kabul ettiriyor da. Fakat şimdi Rojava’daki durum bu görüşü tuzla buz etti. Tamam, Kuzeyde düşman saldırıları olduğu için yapamadık. Peki, Rojava’da düşman da yok, 4-5 sene oluyor ki devlet de yok, Maxmur’da bunlar hiç olmamasına rağmen örgütlülüğümüzü tam anlamıyla sağlayamıyoruz. Avrupa devlet sınırlıdır ve aslında çok engelleyici de değildi. İnsan doğru tarz ve üslubu edinebilse, ezbere, düz yaklaşım içinde olmasa, dogmatik ve şematik bir tarz göstermese Avrupa’da da imkân ve fırsatlar epeyce vardı. Bütün kadüklüğüne rağmen Avrupa’daki demokrasi kendimizi örgütlememiz için fırsat ve imkân veriyor. Ama dikkat edelim, Avrupa’da da aynıdır. Bir Maxmur var, Allahlıktır. Gören herkes “eğer bizim devrimimiz Maxmur’u ortaya çıkaracaksa hiç olmasa daha iyidir” diyor. Bence de öyle. KDP’ye hizmetçi yetiştireceksek yok olalım daha iyidir. Toplum olarak yok olalım. Eğer bu mücadele, bu hareket KDP hizmetçiliğine gelecekse daha niye var? Zaten en başta da KDP hizmetçiliği vardı. PKK buna isyan hareketi olarak ortaya çıktı. Dönüp dolaşıp geleceği yer o olacaksa o zaman biz ne yaptık? Akıllı olmamız lazım. Ama onu ortaya çıkardık. Ondan öteye bir şey mi çıktı ortaya? Şimdi Rojava’daki durum da öyledir. Yıllar geçmiş Rojava hiç değişmemiş. Demek ki düşman engeli çok belirleyici değildir.
Bu işlerin yapılamamasında, dönem görevinin, demokratik toplumu örgütleme görevinin yürütülememesinde düşmanın saldırıları temel neden değildir. Nedenlerden bir tanesi olabilir ama esas değil ve kesinlikle engelleyici değildir. Bunu esas neden olarak görmek zarar vericidir. İnsan onun esas neden olmadığını dikkate alan tarzda çalışma yürütürse o olumsuzlukları ortadan kaldırabilir. Orada doğru tarza yönelmek, işleri doğru ele almak gündeme geliyor. Yoksa daha farklı, başka türlü ifade edemeyiz. O halde devlet ve düşman saldırıları bu işin yapılmamasının esas nedeni değildir. Kimse düşman saldırılarını neden gösteremez. Öyle olsaydı Rojava şimdi mükemmel model sunardı. Rojava’dan alıp hemen Bakur’a uygulayabilirdik. Var mı öyle bir şey? Yok, hala tartışıyoruz. Önderlik kötü deyim kullanıyordu. O deyimleri biz kullanamayız tabii. Ama Önderlik kullandı, kullanıyordu, şimdi bile kullanıyordur. Bunu bileceğiz. Bizim bu duruşumuzu, tarzımızı öyle normal karşıladığını, hak payı verdiğini, olumlu bulduğunu kimse söylemesin, böyle sanmasın. Önderliğin çok ağır itham ettiğini, eleştirdiğini, suçladığını bilmemiz lazım. Daha ne diyecekti ki? “Yüzde doksan dokuzunuz imkânları kullanmıyorsunuz, devrim yapmaktan korkuyorsunuz, pratikleriniz benim düşüncelerimin uygulanışı değildir” dedi. Önderliğin düşüncelerinin uygulanması değilse eğer, hangi düşüncenin uygulanması oluyor bu pratik? Kimin düşüncesinin uygulanmasıdır? Biz neyin pratiğini yapıyoruz? Sorgulamamız lazım. Bu bakımdan ideolojik askeri çalışmalar üzerinde duralım, kafa yoralım ama onlar da 30-40 yıldır uğraştığımız çalışmalardır. Belli bir kapsamı var, sistemi ve alışkanlıkları oluşmuş. Ben durduruyorum desen de durmuyor o çalışma. Toplum o çalışmaları yapar hale gelmiş, bu yaşama girmiş. Yeterli değildir, dönemi karşılamıyor, içeriği zayıf, zengin değil, küçüktür, dardır, büyümüyor vs. gibi yönlerle eleştirilebilir. Bu ayrı, bunlar var ama şimdi bunlarla uğraşmak dönemin görev ve sorumluluklarını tartışmış, bu dönemi anlamış olmak, dolayısıyla kendini dönem görevlerine göre örgütlemiş, planlayarak harekete geçmiş olmak anlamına gelmiyor. Bütün bunlar eğer temel görevle birleşmez, birlikte ele alınmazsa hiçbir şey ifade etmez.
Eskiyi tekrarlamak marjinal konuma düşmek oluyor. Eğer biz öyle kalırsak, marjinal oluruz. Zaten her tarafta marjinallikten söz ediliyor. Büyümeyen, devrime gitmeyen her türlü çalışma marjinal çalışmadır. 25 senedir bir şey tekrarlanıyorsa, aynı düzeyde kalıyor ve daha öteye gitmiyorsa orada marjinallik var demektir. Bizim toplumsal alan duruşumuzun 25 sene önceki yerde durduğu, onu aşamadığı, oradan öteye herhangi bir şey yapamadığı, taş üstüne taş bile koyamadığı ortadadır. O halde marjinal konumdayız. Temel çalışma alanı, toplumsal çalışma alanı marjinal konumdaysa bütün alanlar marjinaldir. Hiç kimse demesin ki “toplumsal alan kötü, ben iyi durumdayım. Benim ideolojik, askeri alanım iyidir. Marjinal olan Bakur’dur, ben Rojava’dayım, iyiyim, Avrupa’dayım iyiyim, Başur’dayım iyiyim.” Yok öyle bir şey. O zaman örgütsel bütünlük nerede kalıyor? Temel görev etrafında örgütlenme anlayışı nerede kalıyor? Eğer öyle dersek şu çıkar ortaya, biz oradan, temel görevden kopuğuz, ondan uzağız. Temel görevden uzak olanın iyiliği nasıl olacak? Bu çizgiden, taktikten kopmuş olma özelliği taşıyor. Şimdi soru bu bakımdan gündemdedir. Acaba bu niye böyledir ve nasıl aşılır? Engelleyici hususlar nelerdir? Neden böyle bir dönem görevinde başarılı bir pratik yürütülemiyor? Onun kıyısında, kenarında kalma, patinaj yapma, geriye çark etme, eskiyi tekrarlama neden yaşanıyor? Niye biz aslında çok zenginlik içeren, yaratıcılık isteyen, çok coşkulu, heyecan yaratan toplumsal alan çalışmalarından kaçıyor, uzak duruyoruz? Toplumu eğitme ve örgütleme çalışmalarına neden girmiyoruz? Hâlbuki zenginlik toplumdadır. Dar bir grubun teorik-ideolojik çalışması da haz verebilir ama Önderlik İmralı yaşamını anlattı, herkes yapamaz bunu. Herkes aynı hazzı duyamaz da, çok zordur. Onu yapabilmek için herkesten biraz farklı olmak gerekiyor. Yine gerilla romantik, heyecan vericidir. Doğru ama toplumla ilişkili olduğu, toplum üzerinde etkili olduğu oranda bu böyledir. Gerillacılığı toplumdan kopar, ne olur? Neye dönüşür? Eşkıyalık bile olmaz. Eşkıyanın bile kendini yaşatmak için toplumla ilişkisi vardır. İyi kötü, bir biçimde topluma yansıyor. Toplumsal çalışmalardan kopartılmış bir gerilla, gerilla olur mu? Onun heyecanı, romantizmi kalır mı? Dolayısıyla gerilla kesinlikle kendi başına bir alan değildir. Öyle zannedenler yanılıyorlar. Gerilla toplumla bağ kurduğu, topluma dönüştüğü, toplumsallaştığı oranda heyecan vericidir, o oranda romantizmi güçlüdür, çekicidir. Yoksa değildir. Bu da son derece açık bir gerçektir. Dikkat edelim, orada da toplumda heyecan verici oluyor. Toplumu örgütleme çalışmasıysa hem en çok imkân ve fırsatı içinde barındıran, en zengin verilere sahip, hem de bu kadar coşku ve heyecan verici bir alan ama bu alandan kaçma, alana çizgi temelinde girmeme vardır. Çizgi mücadelesi yürüterek toplumsal alanı doğru anlayarak çalışmaya girmeme vardır. Çevresinden tarihsel ve güncel planda var olan toplum üstü egemenlik sistemlerini şu veya bu biçimde örnek alarak, onlara benzeyerek girme vardır. Toplum üstünde olma, bürokratik bir yapıda kalma, toplumsallaşmama, toplum üzerinde idareci olma biçiminde girme vardır.
Devletçi paradigma genelde öyledir. Devlet olmanın çeşitli aşamaları, varyasyonları, türevleri pratikte yaşanıyor denilebilir. Hepsini devletleşmiş görmek, tanımlamak elbette doğru ve mümkün de değildir. Öyle yaparsak bu çok doğru ve gerçekçi olmaz. Ama devlet türevlerinin önü alınıp değiştirilmezse, sonunda devletleşileceği de tartışma götürmeyen bir gerçektir. Biz bunu anlayacak bir tarihsel bilince sahibiz. Tarihsel toplum gerçekliğini bu biçimde çözümlemiş durumdayız. O halde tarih olanın bir benzerini tekrarlarsak bizim de varacağımız sonuç tekrarladıklarımızın gittiği sonuç olur. Oradan öteye gitmeyiz. Toplumsal alana gidildiği zaman sağda solda devletçi sistem içinde olanlar ne ise, yapılan da en fazla onları yeni kavramlar adı altında uygulamak oluyor. Kavram yeni, söz yeni, pratik eski, söylenenle yapılan birbirine uymuyor. Dolayısıyla inandırıcı ve bütünlüklü değildir. Toplumu ikna edemiyor, değiştiremiyor. Kim inanır, kim peşinden gider söylediğinin yüz seksen derece tersini yapan insanın? Eğer insanlar PKK’nin peşinden gittilerse bu söylediğinin tersini yaptığı için değil, olduğu gibi yaptığı, yaptıklarını söylediği içindir. Yoksa ben söylerim sen yap demedi kimse. “Ben söylüyorum, söylediğimi yapıyorum, sen de peşimden destek ver bana” dedi. Kendisi yaptı, kendisi öncü oldu. Başkasından destek istedi. Yoksa onun üzerine görev yüklemedi. Şimdi toplumsal alana giden arkadaşlar hocaların vaaz vermesi gibi yaklaşıyorlar. Ezberlemişler bazı şeyleri, inanmadıkları ise yaşamlarında açığa çıkıyor. Onlar konuşuyor konuşuyor, geçip gidiyorlar. Herkes de “sen git, eski PKKliler gelsin” diyor. Bunu da söylüyorlar şimdi, ‘halk bizi kovuyor, “eski PKK’liler gelsin” diyor’ diye söylüyor. Peki, şimdi ne anlayacağız halkın bu tutumundan? Halk bizi bu kadar denetliyorsa, tabandan, halktan gelen bir denetim varsa bundan ders çıkarmayı bilemeyecek miyiz? Toplum anlar durumdaysa, biz anlamayacak mıyız? Toplum uyarılarını hiç dikkate almayacak mıyız? Halkı mı suçlayacağız? PKK’yi mi suçlayacağız niye ilk giden öyle olmuş diye? Demek ki biz PKK’ye tersiz. Halkın tutumundan ortaya çıkan şu oluyor, yeni duruş gerçek PKK’ye terstir. Eski PKK’ye değil, PKK’ye terstir. O halde her şeyin nedeni aslında bu terslik oluyor. Bu sorun çözülmek zorundadır. Nedenin bulunup giderilmesi gerekiyor. Yoksa boşuna eğitim yapıyoruz. Boşuna enerji harcıyoruz, ömrümüzü tüketiyoruz. Eğer biz bu hususu çözemezsek, buradan doğru olanı bulup pratikleştiremezsek ne yaparsak yapalım, istediğimiz kadar cesur ve fedakâr olalım, sonunda kahramanca ölümden ötesi çıkmaz bize. Bu bir gerçektir. Çünkü dönem görevini yapmaz, dolayısıyla yeni görevlerle başarmış bir durumu ve hareketi getirmezsen bu hareket biter orada. Nasıl biter Allah bilir. Kendini imha da edebilir, reel sosyalizm gibi temeli üzerine de çökebilir, o tasfiye olan sol gruplar gibi her türlü ihaneti, kaçışı da yaşayabilir. Bunların hepsi olabilir. İhtimal dâhilindedir, hangisinin olacağı çok da önemli değil. Hangisi olursa olsun sonuç aynıdır ve kötüdür. Bu sonucu kabul etmemek, bu sonuca fırsat vermemek gerekiyor.