DİNSEL HAREKETLERİN MODERNİTE VE     FAŞİZMİN ARACINA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ

Cihad-ı ekber aynı zamanda hakkın sırrına ermektir. Insanın kendini aşıp ve bu dünyanın...

Sinan Mahir Didar

İnsanın tarihsel kültür aşamalarında edindiği ilk toplumsal akıl ve hafıza formu dindir. Din, toplumun ilk düşünce formu olarak insanlığın evrensel hafızasında önemli bir yer tutar. Toplumsallaşmanın başlangıçından kopuk değil. İlk biçimlerinde farklılıkları olsa da bir bütünen ele alındığında din toplumsal hafızanın ilk evrensel formudur. Bu form yaklaşık elli bin yıllık tarihsel kökene dayanır. Dolayısıyla dinin özü toplumsaldır, toplumsallığı inşa temellidir. Toplumun eylemsel faaliyetleriyle bağlantılıdır. Ahlakı toplumsal yaşamda süreklileştirmesi en önemli özelliğidir. Uygarlıkla birlikte iktidar ve egemenlik araçlarına dönüşmesi, insanlığın evrensel formunun saptırılması ve toplumsal hakikatı açıklamak yerine hakikati maskeleyen ve gölgeleyen bir araca dönüştürülmüştür. Bir anlamda amcından saptırılarak içeriği boşaltılmış, özünden uzaklaştırılmıştır.

Din  sosyolojisi de sosyal bilimin önemli öğesi olarak gelişsede dinin toplumsallığın ilk hafızası ve formu olduğunu henüz çözümleye bilmiş değil, aksine pozitivizme dayanan olgucu yanıyla parçalayıcı bir yaklaşımı var. En genel çalışma alanını “din ile toplum arasındaki ilişki” gibi ayrıştırcı bir yaklaşımla esas alır. Din sosyolojisi dini toplumun dışında bir olgu olarak gördüğü için  “din ve toplum” diye ayrıştırıcı bir yaklaşama başvurur. Din alanına bağımsızlaştırıcı yakalaşır ve dini toplumun kendi hakikatini açıklama arayışı olarak görmek yerine olguculuğa kaçar sümülasyondan ibaret görür. Oysa din toplumun kendi hakikatini açıklama yöntemlerinden biridir.

Kültürel İslam ve Anti-Kapitalizm

İslam da en büyük cihad nefis cihadıdır. İyi bir inanç insanın nefisle yapılan cihadda  (cihad-ı ekber, insanın iç âlemiyle nefsiyle olan cihadıdır), başarılı olmak isteyen herkes ilk önce cihadı ekber yani büyük cihadı geçebilmelidir. Bu islamdaki en büyük ibadetlerden biridir hatta en başında gelir. Kısacası cihad etmeyen müslüman mümin olamaz, varlıkta birliği sağlayamaz.

Cihad-ı ekber aynı zamanda hakkın sırrına ermektir. Insanın kendini aşıp ve bu dünyanın maddi yaşamından el etek çekmek, kendini hak yolunda eritmektir. Vahdet-i vücud olabilmeyi başarmaktır. Bir anlamda yaşamın ilhamını kavmaktır. Bu da ancak kültürel islamın anlam derinliğine ulaşmakla gerçekleşir. “Kültürel İslam'la kast edilen hem gerçekleşmiş hem de anlamını sürdüren İslam toplumu anlamındadır. Unutmamalıyız ki  İslam doğduğunda şekli şartlar, ibadet biçimleri sözkonusu değildi. İlk söz “oku” idi. Yani anlamla ilgiliydi. Esas olanda budur. Bu husus rahatlıkla günümüz içinde geçerlidir. Günümüz için İslam'ın anlamı, dolayısıyla tanımı tarihi-toplumsal (kültürel) bir gerçeklik olan İslam toplumlarında adil,özgür ve demokratik kriterleri geçerli kılmak ve bunun için cihad-ı ekber ve cihad-ı suğra’yı işletmek, yani sürekli özeleştirisel ve eleştirel yaşamaktır.” (Önderliğin İslam Kongresine gönderdiği mesajdan). Çünkü kültürel islam tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan zırvalarına kıymet vermez esas olan millet yerine ümmeti, maddi yaşam yerine manevi yaşamı, kar yerine paylaşmayı esas almaktır. Medine Vesikası bu anlayışın bedenleşen karakteridir. Şia, Selefi ve İhvanî kökenli cemaatlerin bu vesikayı bu kadar ihlal etmelerinin altında kapitalist modernitenin ulus-devletçiliğine dayanmalarındandır.

Dolayısıyal dinsel hareketlerin canlanışı toplumun tarihsel ve geleneksel kültürünün canlanışına dayanıyorsa tümüyle gericiliğin hortlaması olarak görmemek önem taşır. Modernite ve ulus-devletçiliğe başkaldırdığı oranda demokratik muhteva taşır ve toplumcudur. Ahlaka dayanması modenite karşısında bir direnç oluşturma gücünü sağlamaktadır. Bu konuda anti-kapitalist müslümanlar örnek verilebilinir. Demokrasiye duyarlı, sermeye ve faşizm ile arasına mesafe koymaya çalışır. Bu da daha toplumcu olmalarını sağlıyor.

 Fakat dinsel hareketler demokrasi ve ahlaka duyarlı değilse toplum üzerinde baskı ve şiddet aracına dönüşür, faşizm üretir. “iktidar cehalet üretir” söylemi en çok da devlet ve iktidara yönelen dinsel hareketlerin geliştirdiği şiddet ve faşizm için geçerlidir. AKP-MHP, DAİŞ, Hizbul-Kontra (Hüda Par), Cemaat vb. din ve millet adına çıkıs yapan bu yapılar faşizmin en somut örnekleridir. Önderlik modernitenin dini iktidar aracına dönüştürülmesini eleştirirken, “Küresel kapitalizmin türevleri olmaktan öteye gidemeyen sulta kökenli  Şia, Selefi ve İhvanî kökenli cemaatleri aşmak yeni kurumlaşma için gereklidir. Çare elbette resmi Diyanet İslam’ı değildir. Resmi Diyanet İslam’ı 'İğdiş edilmiş İslam' olup gayri resmi(Aslında hepsi dolaylı resmi iktidarcı İslam’dır) İslam’dan daha anlamsız, zıddına hizmet eden bir İslam karikatürüdür. Faşizmden liberalizme kadar geniş hizmet sahaları vardır. Bu anlamda karşı İslam rolü oynarlar. Gerek resmi gerek cemaat “gayri siyasi” İslam’ın Türkiye’de denenen son pratikleri kapitalizmin en talancı, en çevre düşmanı, en iktidarcı örneğiyle toplumu karşı karşıya bırakmıştır.” dedi.

Türkiye’deki gerçeklik bunu çok yalın bir biçimde kendini göstermektedir. Türkiye’deki faşizm her zaman merkez sağa dayanarak geliştirilmiştir. Beyaz, kara ve yeşil faşizm olarak renk değiştirse de karakteri ve dayandığı zemin değişmemektedir. Kökeninde devlet, iktidar ve sermaye odaklarının olması ve halklara düşmanlık üzerinden temellenmektedir. Önderliğin, “dinler hiçbir zaman ahret yaşamını düzenlemezler. Asıl düzenledikleri dünyevi, toplumsal, özellikle de devletsel, iktidarsal işlevlerdir.” Türkiye ve Ortadoğu’daki dinsel hareketlerin canlanışının karektelerini adeta özetlemektedir. Mısır’da Müslüman Kardeşler, Türkiye’de AKP bu rolü “ılımlılık” adına oynarken DAİŞ, El-Kaide ve El-Nusra gibi örgütler ise bu rolü “radikallık” adına yaparlar. Sonuç her ikiyapınında devlet, iktidar ve sermaye için her an ittifak halinde olabileceği gerçeğidir. Kürtler üzerinde de genelde siyasal İslam’ı özelde de Kadiri ve Nakşî tarikatlarının nasıl kullanıldıkları görülmektedir.

Dinsel Hareketler ve Kapitalist Modernite

Günümüzde dinsel hareketlerin canlanışı kapitalist modernitenin etkisinden bağımsız gelişmemektedir. İster radikal isterse ılımlı kanadından olsun bu gerçeklik değişmemektedir. Önderliğin belirtiği gibi dinsel hareketlerin canlanışı  “Modernitenin birçok özelliğini özümsemiş olarak dönüş yapmaktadır.” Yani öz karakterini kaybetme var. Bu yüzden dinsel hareketlerin canlanışı kendilerini devlet-iktirdar ve sermeye tekellerinden koruyamıyorlar. Çoğu zaman bu güç odaklarının kobay güçleri olmaktan da kurtulamıyorlar. Özellikle son elli yıldır Ortadoğu’da hareketlenen dinsel hareketler ki, bunlar islami dinsel hareketlerdir, bölgesel ve uluslararası devlet, iktidar güçlerinin ve sermaye tekellerinin  denetimlerinden kurtulamadılar. Kimi zaman hükümet (Türkiye, Afganistan, Mısır, Katar, Filistin, Lübnan, İran, Bangladeş vb.) kimi zaman da önce desteklenilip daha sonra “terör örgütü” olarak gösteriliyorlar (El-Kaide, Taliban, Hizbullah, El-Nusra, DAİŞ vb.). Bir boyutuyla Ortadoğu faşizmi dinsel hareketler kullanılarak geliştiriliyor. Ortadoğu’da Yahudiliğin bir mezhebi olan laiklik, bir ideoloji ve siyasi program olarak önemini yitirirken yerini dinsel hareketlerde mezhep çatışmaları, ılımlı ve radikaller arasında alevlendirilen sermaye ve iktidar çatışması almıştır. Yine toplumlarda laiklik-din tartışmasının alevlendirilmesi özünde ulus-devletle ümmetçilik anlayışı arasındaki ideolojik ve politik iktidar savaşıyla bağlantılıdır. Fakat bu gelişmenin sanki sadece modern yaşam tarzıyla ilgiliymiş gibi yansıtılması da gerçeğin çarpıtılmasıdır.  

Ortadoğu’daki yeşil faşizm Avrupa’daki faşizmden ve yükselen milliyetçilikten de pek kopuk ele alınamaz. Yakından bakıldığında benzer karekterler taşıdığı hemen anlaşılır. Avrupa’daki faşizmin de merkez sağa ve muhafazakar Hıristiyanlığa dayandığı görülmektedir. Özellikle Hollanda, Fransa ve Almanya gibi ülkelerdeki yükselen milliyetçilik bunu göstermektedir. Finfans kapitalin ve sermaye tekellerinin Tramp üzerinden Amerika’da geliştirmek istediği ise lümpen faşizmdir. Gözü karadır. Çıkarı için satamayacağı değer, satamayaca toplumsallık, soykırıma uğratamayacağı halk ve yıkıma uğratamayacağı doğa yoktur.

Amerikan Wall Street Journal Gazetesi 2005 yılında Almanya’da islami dini grupların Münih İslam Merkezi’nde nasıl hazırlandıklarını yazdı. İlk olarak planlarını Nazilerin yaptığını daha sonra ise soğuk savaş yıllarında NATO gladiosunun komünizme karşı Amerikan (CIA) ve İngiliz (MI-6) gibi ülkelerin gizli servislerin denetiminde nasıl hazırlatıldığını ve merkezin nasıl bir terör üssüne dönüştürüldüğünü açıkça ortaya koyar. Gazeteye göre 2000’lerden sonra Mısır kaynaklı Müslüman Kardeşler’in etkisi altına giren cami (Münih Camisi) radikal İslam’ın Avrupa’ya kök salmasını da sağladı.

Naziler’in planladığı Almanya’nın ünlü Münih Camisi’nin, şimdi aşırı dinci grupların üssü olduğu iddia edildi. Wall Street Journal gazetesi, Amerika ve Avrupa’da El Kaide saldırılarını gerçekleştiren kişilerin bir çoğunun Alman İslam Konseyi  denetimindeki camiden geçtiğine dikkat çekerek, terörün finansörlüğünü de yine cami ile özdeşleşen İslam Konseyi’nin sağladığını yazdı. Kobane savaşında da, DAİŞ’in ideolojik kadrolarının çoğu başta Almanya, İngiltere, Fransa, Amerika gibi ülkelerde yetiştikleri ve savaşa da oralardan katıldıkları görüldü.

Gazetenin araştırmasına göre, Naziler döneminde camiyi (Münih Camisi) önce Türk kültürü araştırmacısı bir Alman profesör, ardından eski Nazi SS subayı Türk imam, daha sonra Mısır merkezli Müslüman Kardeşler örgütünün ideologu ve son olarak da El Kaide’ye maddi destek sağlamak suçuyla hakkında soruşturma açılan bir bankerin kontrol ettiğini açıkladı.

 

 

Yeşil Kuşak Sol-Sosyalist ve Kürtlere Karşı Geliştirilmiştir 

Yeşil kuşak projesinin de mimarı kabul edilen 1977-1981 yıllarında ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı olan ve dünyanın en önemli stratejistlerinden sayılan Zbigniew Kazimierz Brzezinski, 1975’te “Bugün, uluslar arası arenanın, Trilateral demokrasilerle komünist devletler arasındaki çatışmadan çok, ileri dünyayla gelişmekte olan dünya arasındaki çatışmaya sahne olduğunu görüyoruz. Üçüncü ve Dördüncü Dünya’nın birleşme olasılığının uluslar arası sistemin ve doğrudan kendi toplumlarımızın doğasına en büyük tehdit olduğunu düşünüyorum. Bu tehdit şirketlerin reddedilmesi tehdididir.”der. Brzezinski bir anlamda dini gruplarla derinleştirilecek savaş ve çatışmanın finans kapitalin temel çıkarı olduğunun itirafını yapmaktadır. Dolayısıyla mezhep ve dinsel grupların geliştirdiği çatışma ve faşizm finans kapitalin temel projesi olarak görmek gerekir.

Sovyetlerin müslüman ülkelerde anti-emperyalist islami grupları desteklemesi ve  1979 yılında Afganistan’ı işgal etmesiyle Amerika öncülüğündeki NATO  güçleri de Ortadoğu’da etkinliklerini korumak için yeni bir proje geliştirirler:

Yeşil Kuşak Projesi! Bu proje uluslararası sermaye güçlerinin stratejik projesidir.

Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref’in Ocak 2008 tarihinde Dünya Ekonomik Forumu’nda yaptığı konuşmada, “Sovyetler Birliği” ne karşı cihadı başlattıklarını, tam on yıl boyunca 20-30 bin mücahit eğittiklerini ve bunları Afganistan’a gönderdiklerini, Orada savaştırdıklarını ve bununla iyi bir iş yaptıklarını fakat sonucun ne olduğunu sorgularken; Savaş sonunda herkes gemiyi terk etti. Pakistan kullanıldı ve kaderine terk edildi, dedi. Biz 1979 yılında başta ABD olmak üzere, BM ve Batı’nın uygulamaya soktuğu bir planın kurbanıyız, diyerek Ortadoğu’da mezhepçilik ve cihadcılık adına dinsel hareketlerin canlanış karkterlerini ve bunda nasıl kullannıldıklarını itiraf ediyordu.

           

 

Yeşil Kuşak  PKK’ye Karşı Diriltildi

Özellikle CIA’nın birebir yetiştirdiği ve desteklediği bu islam mücahidlerinin amacı Sovyetleri Afganistan’dan çıkarmak, Kızıl tehlikeye karşı direnç oluşturmak ve Sovyetler’in Ortadoğu’daki ilerleyişini durdurarak petrol ülkelerinde egemen olmasını engellemekti. Yani merkezi hegemonik güçler Ortadoğu’daki çıkarlarını başka bir güçle paylaşmak istemiyordu. Çünkü Arap milliyetçiliği artık ulus-devlet düşüncesiyle Sovyetlere karşı yeteri oranda bir direnç oluştrumuyordu. Dolayısıyla komünist dalga bir “zehir” olarak görülüyor karşısında radikal İslam’ın “panzehir” olarak kullanılmasıyla da Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi hedefleniyordu. Komünizme karşı “radikal  islam”, radikal islama karşı “ılımlı islam”ın geliştirilmesi ve kullanılması bu projenin temel stratejik karekteridir. Bu İngilizlerin “havuç-sopa” politikasıdır.

Sovyetlerin yıkılışıyla beraber kömünizm tehditi artık ortadan kalkmıştı ve Fukuyama “Tarihin Sonu”nu ilan etmişti, yeni tehlike ise radikal islamdı. Artık ılımlı islam vazgelmez değerdi.

27 Mayıstan sonra 68 gençlik hareketi NATO için tehdit oluşturdu, sol-sosyalistlik Türkiye toplumunda ilgi uyandırmada başarılı oluyordu, Amerika’nın çıkarları tehlike altına giriyordu, 12 Mart ile bu tehdite müdahale edildi öncü liderler idam edildiler ve Türkiye sol hareketleri büyük darbe aldı. Fakat tehdit ortadan kalkmadı, PKK sol geleneğin mirasını partileşerek ve güçlü bir direnişle temsil ediyordui Gerçekleştirilen 12 Eylül darbesiyle NATO gladiosu PKK’ye de darbe vurmak istedi. Türkiye solu ve PKK bitirilecek yerine islam karekterli kuşak (yeşil) yerleştirilecekti. Çünkü Milliyetçi Cephe ne sosyalist hareketliliği ne de Kürt Özgürlük hareketini durdurabilmişti, dolayısıyla beyaz faşizm kaybetme sinyalini vermişti. Sağ-sol ve Alevi-sünni çatışmaları bu kaosun sonuşlarıydı. Gladio Maraş ve Çorum Katliamlarıyla ilk pratiklerini sergileyerek mesajını net vermişti.  

1980’deki cuntanın ardından CIA Ankara Bürosu Şefi Paul Henze, Washington’daki Beyaz Saray’dan bir telefonda “Paul, senin çocuklar başardı” denilecekti (Kenan Evren'in bu dönemde NATO içerisinde gizli bir örgütlenme olan Stay-Behind kontrgerilla ordusunun başında bulunduğu da iddia edilmekte) ve darbede ABD’nin rolü adeta özetlenmiş olacaktı. Daha sonra Time dergisi (29 Eylül 1980) Kenan Evren “Türkiye’yi bir arada tutuyor” (Holding Turkey together) diyecekti.

Türkiye’de laikliği esas alarak darbe yapan bir ordunun darbeyle beraber neden bu kadar medrese açmış olması uzun bir süre anlaşılamadı. Fakat Önderliğin mücadelesi ve PKK’nin yürüttüğü savaş bu gerçeğide açıklamıştır. Türkiye’de beyaz faşizm ve kara faşizm PKK karşısında başarılı olamamıştı ve uluslararası tekel güçlerinin çıkarlarını artık karşılayamıyordu. Fazlasıyla kirliliğe bulaşmıştı Ortadoğu yeniden biçimlenecekti, fakat bu yıpranmış güçlerle olamazdı. ulus-devlet iktidarları gittikçe statükoculağa saplanıyorlardı, mevcut olanında aşılması gerektiği sistem için elzemdi. Türkiye kapitalist modernitenin Ortadoğu’daki can damarı rolündeydi, Erdoğan gibi kişilerin yetiştirilmesi  önlerinin açılması, AKP gibi ılımlı islamın maskesini giyen yeşil faşizmin geliştirilmesine bu dönemde karar verildi. Dikkat edildiğinde AKP’nin kadrolarının 12 Eylül darbesiyele yetiştirilen devlet kadroları hemen anlaşılır. AKP’nin 15 yıldır darbe anayasını değiştirmemesi ve ona göre hareket etmesi de bundan kaynaklıdır.

Önderlik, “‘Hizbullah’ ve ‘El Kaide’ zındıkları esasında kapitalist piçleştirmenin İslam ümmetinin başına bela ettiği güncel faşizmi temsil etmektedirler. İdam sehpaları ve kelle koparmalarıyla korkunç faşizmi başta Kürdistan halkı olmak üzere İslam olan ve olmayan tüm halklara, insanlara karşı uygulamaktadırlar. Laik-milliyetçi faşizm dünün ve halen acımasızca uygulanan devletçi faşizmi iken, sözde daha güncel ve radikal İslam’ın faşizmi de adı geçen bu akım ve partilerle olmaktadır.” İŞİD de bunların en vahşi halleridir. Önderlik İŞİD için de Ortadoğu’nun JİTEM’i demişti. Biliyoruz ki, JİTEM NATO gladiosunun Kürdistan’da örgütlediği kontrgerilla hareketidir. Kürdistan’daki tüm katliamlarda röl oynayan bir oluşumdur. JİTEM’in Kürdistan’daki katliam yöntemlerini İŞİD’de Ortadoğu’da, özelliklede Kobane savaşında uyguladı. İŞİD ile hem Rojava Devrimi boğdurulacaktı hem de Irak ve Suriye’deki halklar etkisizleştirilecekti. Böylece toplumlar arası yarılma kökleştirilecekti, halklar arası savaş kalıcılaştırılacaktı. İŞİD’in tüm uygulamaları (yakma, baş kesme, yıkma, tecavüz, talan, köleleştirme, satma vb.) faşizmin en kara halini ifade ediyordu. AKP’nin Kürtlere karşı İŞİD’i desteklemesi, Kuzey Kürdistan’da Eseddullah örgütünü kurması Sur, Cizir, Nusaybin, Lice, İdil, Sılopi, Şırnak kentlerde kara faşizmi uygulaması her iki oluşumun aynı kökene dayalı olduğunu kanıtlamaktadır. İkiside cihadçı selefiliğe dayanıyor, “Kafir” öldüren müslümana cennet müjdelenirken verilen vaat,  Allah yolunda savaşıp öldüren ve öldürülen müminler için kutsal kitaplarda cennet karşılığında söz verilmiştir. AKP ve İŞİD de tam bunları yapmıştır. Kendi faşist uygulamalarına böylece kılıf yarattılar. Önce “kafirleştirme”, daha sonra da dini faşizmin aracı olarak kullanma ve kendi iktidarını sağlamlaştırmaktır