Özgür Rojava Özgür Suriye’nin,
Özgür Suriye de Özgür Rojava’nın Garantisidir

Bunu da Rusya’yla yaptığı anlaşmalar yoluyla ve de Amerika’nın seçim boşluğundan yararlanıp yapmaya ...

Nurettin SOFİ

Rêber Apo’nun bölgede ve Ortadoğu’da yaşanan kaosa ilişkin çözüm projeleri, Rojava’da ve Suriye’nin kuzeyinde büyük bir başarıyla somutluk kazanmıştır. Geride bıraktığımız beş̧ yılda Ortadoğu, özellikle de Kürdistan’ın Üçüncü Dünya Savaşı alanı haline geldiği ve hiçbir tarafın kalıcı bir güç olmadığı bir dönemde, Önderliğin Rojava’da uygulanan projeleri tüm Ortadoğu’da bir çözüm modeli olarak kendini kanıtlamıştır. YPG öncülüğünde yürütülen direniş̧, Rojava halkının inşa çabaları dünyada büyük bir hayranlık uyandırmış̧ ve daha şimdiden tüm Kürdistan’da büyük etkiler yaratmıştır.

Kobanê ve Şengal direnişleriyle ortaya çıkan moral ve heyecan ile Rêber Apo’nun Türkiye’deki HDP projesi, 7 Haziran’da büyük bir başarı elde etmiştir. Rojava ve Şengal’deki direnişle birlikte dünyada da özellikle PKK ve Kürt halkına yönelik faşist Türk devletinin yarattığı imaj kırıldı ve herkes yeni bir bakış açısı ile bakmaya başladı. Artık Kürt halkının statüsü ve geleceğe olan umudu bir gerçeklik haline gelmiştir. Faşist Recep Tayyip Erdoğan ve AKP güruhu bu gerçeği içine sindirmeyerek 7 Haziran yenilgisini hazmedememiş ve erken seçim kararı alıp Kürt halkına karşı 24 Temmuz’da yeni bir imha operasyonu ve savaşı başlatmıştır. Faşist MHP, Ergenekon ve derin devlet ile ittifaklar kurarak, tekrardan iktidar olmak için Erdoğan’ın başkanlık hırsını gerçekleştirmek amacıyla, Kürt halkına düşmanlığı temel politika haline getirmiştir. Aynı zamanda Rojava’da artık maşası olan DAİŞ ve El-Nusra çeteleri aracılığıyla değil, doğrudan müdahil olup Kürt halkının kazanımlarına karşı savaş açmış, Cerablus ve Ezaz arasındaki bölgeyi işgal etmiş ve El Bab’a doğru ilerleyerek Rojava kantonlarının birleşmesini ve Kobanê-Efrîn arasındaki koridoru engelemeye çalışmıştır. Daha bir kaç ay önce Rusya ile ilişkileri düşmanlık düzeyine gelen AKP, salt Kürt halkına düşmanlık üzerinden büyük tavizler vererek Rusya ile ilişkilerini düzeltmiştir. Yine DAİŞ’in Avrupa’daki intihar eylemlerini ve mülteci krizini Avrupa’ya karşı Demokles’in kılıcı gibi kullanarak, Rojava’ya karşı sessizleştirmektedir. ABD’nin YPG’ye desteğini de gerekçe göstererek kendini bir alternatif olarak sunmakta ve ABD ile pazarlıklara girerek adeta şunu demektedir: ‘Ya bizimle olun ya da YPG ile. Bizi esas almazsanız Rusya’ya teslim oluruz.’ Bu şantajıyla ABD’ye Rojava’da yaptıklarını kabul ettirmeye çalışmaktadır. Diğer yandan Mûsil’ın Kürtlerin eline geçmemesi için Lozan Antlaşması’nı tartışmaya açarak, Kürtlerin başrolde bir statü kazanmasını önlemek adına Lozan’ı garantiye almaya çalışmaktadır. Erdoğan’ın Lozan Antlaşması’nı tartışmaya koyması söylediği biçimiyle sadece Ege adalarındaki birkaç adacık meselesi değil, Halep ile Mûsil eyaletleridir, Rojava ve Başûr’dur. Yani Rojava ve Başûr’u, bir diğer ifadeyle Halep ve Mûsil’ı işgal ederek Türkiye’yi garantilemeye çalışmakta, yani Lozan’ı garantilemektedir. Tabii bu planlar çok kirli ve tehlikelidir. Uluslararası konjonktürden yararlanarak, kendini çok ahlaksızca pazarlayarak, Kürt halkına karşı yeniden bir uluslararası komplo zeminini hazırlamaktadır. Kendine göre Rusya ile ilişkilerini düzeltmiş, ABD seçimlerine bel bağlamış ve kılı kırk yararcasına Trump’ı kendine dost etmeye çalışmaktadır.

ABD seçimlerinin sonuçlanmasından birkaç saat öncesine kadar da Trump’ı karalamak için söylemediğini bırakmamıştı. İslamfobik ve siyahi düşmanı deyip basın organlarında sağı solu belli olmayan bir kişinin biyografisi çizildi. Trump’ın kazandığını duyar duymaz da hemen sahiplendiler, telefon üstüne telefon açıp mesajlar yağdırdılar ve seçimden önceki tabloyu 180 derece değiştirerek ilkesizce Trump’la ne kadar hemfikir olduklarını reklam etmeye başladılar. Ne tuhaf! Meğer Erdoğan da Trump gibi Müslüman, siyahi ve Suriye muhalefetinin de düşmanıymış! İnsanın gerçekten bu taklacı ve tutarsız kişiliklere karşı, ‘siyaset buysa...’ diyesi geliyor. Ama bunun bir nedeni var elbette. Çünkü gerçekten iflas etmiş bir hükümetin, partinin başvurmayacağı diktatörlük, faşizm uygulaması yoktur.

Mûsil’a girmek istediler, giremediler, tutmadı. Çünkü artık Türkiye’nin DAİŞ’e karşı savaşmadığı ve savaşır gibi yaptığı herkesin malumudur. Bu yüzden, ‘DAİŞ’e karşı savaşıyorum’ yalanlarına kimse inanmaz. Mûsil’ın şokunu atlatmadan Suriye Demokratik Güçleri ve YPG öncülüğünde Rakka operasyonunu koalisyon güçlerinin desteğiyle başlatmıştır. Ve böylece Rakka politikaları tutmamıştır. Bunun için hıncını gerillaya karşı Bakur’da ve sınırdaki operasyonlarla çıkarmaya çalışmaktadır. Öte yandan Türkiye ve Bakur’daki demokratik siyasete yönelerek HDP’nin eşbaşkanlarını, vekillerini tutuklamış, ne kadar muhalif basın, dernek, demokratik çalışma varsa yasaklamıştır. Türkiye büyük yasaklar ülkesi haline gelmiştir. 12 Eylül’ün Kenan Evren’ini aşan Erdoğan, Türkiye’yi Saddam’ın Irak’ını aratmayacak bir pozisyona sokmuştur. İç muhafelet bir yana, dış muhalefeti düşman ilan etmiş, adeta uyguladığı politikayı kabul ettirmeye çalışmakta, hunharca ve kabadayıca saldırmaktadır. Kısacası Erdoğan, DAİŞ eliyle yapmaya çalışıp da yapamadığını şimdi doğrudan yapmaya çalışmaktadır.

Bunu da Rusya’yla yaptığı anlaşmalar yoluyla ve de Amerika’nın seçim boşluğundan yararlanıp yapmaya çalışmaktadır. Kürt halkına karşı düşmanca politikasını, yeri geldiğinde herkesi karşısına alarak vahşice uygulamaktan da çekinmemektedir. Erdoğan’ın bu Kürt düşmanlığı ise Ortadoğu’yu adeta kaosa sürüklemektedir. Bu anlamda DAİŞ’in kurmak istediği devlet ve Erdoğan’ın kurmak istediği Türkiye hayali ikiz kardeştir, aynı ideolojinin ürünüdür.

Şehba’nın tarihsel ve güncel önemi

Şehba bölgesi Kuzey Suriye’de stratejik bir konuma sahiptir, Suriye’ye açılan kapıdır, halklar mozaiğidir. Kürtlerin yanı sıra Araplar ve Türkmenler de yaşamaktadır. Türkiye bu bölgeyi elinde tutarak Halep eyaletine müdahil olmaya çalışmaktadır. Bölge, Demoktatik Kuzey Suriye Konfederasyonu için bölge halklarının kardeşliği bakımından büyük bir önem arz ederken, Türkiye için fitne, fesat ve etnik düşmanlık tohumları ekmeye müsait bir yapıya sahiptir. Ve Erdoğan’ın bu kirli politikaları Kuzey Suriye ile sınırlı değildir Erdoğan bizzat, ‘Yavuz Sultan Selim’in yolundan giderek Osmanlı’nın tarihini güncellemeye çalışmış ve özellikle Mercidabık’ı Ortadoğu’ya bir kapı olarak açmaya çalıştığını’ dile getirmiştir.

Kobanê ile Efrîn’in birleştirilmesi hem Rojava’nın daha kalıcı bir statüye kavuşturulması, hem de güvenlik sorununun asgari düzeye indirgenmesi açısından önemlidir. Aynı zamanda Efrîn üzerindeki ekonomik ambargo da ancak bu şekilde kalıcı bir çözüme kavuşabilir.

Kuşkusuz 2014’te Cizîrê ile Kobanê arası açık olsaydı, Kobanê çembere alınmaz ve zorlanmazdı. Bu gerçeği fark eden Erdoğan ve TC faşist güruhu bunu engellemek için Efrîn ve Kobanê arasındaki Cerablus ve Ezaz’ı işgal ederek adeta kendini bir hançer gibi orada konumlandırıyor. Kendisi için bu koridoru kırmızıçizgi olarak belirlemiş ve YPG’nin koridor açma çabalarını engellemek için hem diplomatik hem askeri boyutta elinden geleni yapmıştır. Amacı, Rojava’yı parçalamak, zayıf düşürmek ve Kürtleri hem Kuzey Suriye’de hem de Suriye’nin genelinde oynayacağı demokratik ve özgürlükçü rolünden alıkoymaktır. Kürtlerin Rojava’da ve Suriye’de elde ettiği kazanımları ve uluslararası boyutta elde ettiği prestiji yok etmeye çalışıyor. TC ve özellikle de faşist AKP sadece Bakur’da değil, tüm Kürdistan’da Kürtlerin statü kazanmasını istememektedir. Sadece Rojava’da değil, Başûr’da bile Kürtlerin kazanımlarını kabul etmemiştir. ‘Kuzey Irak’ta yaptığımız hatayı Türkiye’deki Kürtlere yönelik yapmayacağız’ demiştir. Bakur’da PKK’nin direnişi olmasa Başûr’un bir gün bile yaşamasına izin vermezler. Maalesef birçok Kürt çevresi, özellikle Başûr yönetimi gözünü bu gerçeğe kapatarak kendini aldatmaktadır.

DAİŞ’in Kobanê ve Girê Spî yenilgisinden sonraCerablus’ta savaşma gücü yoktu

Aslında Efrîn ile Kobanê arasında bir koridor açma şansı vardı ve böyle bir şansın iki defa objektif koşulları oluştu ve uluslararası konjonktür de buna müsaitti. Kobanê kurtarıldığında ve Cizîrê koridoru açıldığında 2015’te Cerablus’a ilerleme olsaydı koridor açılabilirdi. DAİŞ’in Kobanê ve Girê Spî ‘de (Til Ebyad) aldığı yenilgiden sonra Cerablus’ta savaşma gücü yoktu. AKP ise 7 Haziran seçim sonuçlarının şokunu yaşıyordu ve güçsüzdü. Dünyadan da buna karşı ciddi bir tepki olmazdı. Diğer fırsat ise 2016 da Minbic operasyonu yapıldığında doğdu ve YPG’nin bir kolunun Kobanê’den El Bab’a doğru ilerleyip koridoru açma şansı vardı. Özellikle Efrîn ve Halep’te bulunan YPG güçleri kendi bulundukları bölgeden El Bab’a doğru ilerleyebilirlerdi. Ne var ki Rojava yönetiminin dar perspektifli ve var olanla yetinen, hamleci olmayan yaklaşımları bu fırsatların heba olmasına yol açtı.

Diğer yandan Efrîn ve Halep’teki YPG güçlerinin çözümü hep diğer taraftan bekleyen yaklaşımı ve pasif duruşu bunda etken olmuştur. Rêber Apo’nun bu konudaki eleştirileri haklıdır ve yerindedir. Rojava’da son dört yıl içerisinde ortaya çıkan fırsat ve imkânları değerlendirme, askeri ve toplumsal inşa bakımından istenildiği düzeyde kullanılamadı. Hem uluslararası hem bölgesel durumlar ile Suriye ve Rojava halklarının durumu da göz önünde bulundurulduğunda Rojava Devrimi birkaç şehri kurtarmak yerine bütün Suriye ve Ortadoğu’da etkili olabilirdi. Önderliğin öngörüsü ve istemi Rojava Devrimi’nin bir Fransız, bir Bolşevik Devrimi kadar etkili olmasıydı. Daha geniş bir perspektifle ve hamleci yaklaşılsaydı Kürt, Süryani, Asuri, Türkmen, Araplar’dan yüzbinleri bulan bir ordu yaratılabilirdi. İnşa çalışmalarıyla özgür ve demokratik bir toplumu yaratarak demokratik ulus inşa edilebilirdi. Lenin’e göre, “Devrimin başarısı objiektif ve subjektif koşulların doğru tahliliyle mümkündür.” Bunu Rojava gerçeğiyle ele aldığımızda tarihi fırsatlar ve imkânlar mevcuttu ve buna karşı çok daha güçlü kazanımlar elde etmek mümkündü. Bundan böyle ve özellikle de Erdoğan kendini Rojava’ya bir hançer gibi sapladıktan sonra, hedefe sadece koridor açmak değil, daha geniş bir perspektifle yaklaşılması gerektiği açıktır. Suriye halkı ile güçlü ittifaklar kurarak QSD’yi tüm Suriye’nin kurtuluş ordusu haline getirerek sadece Kobanê ve Efrîn arasında bir koridor değil, tüm Suriye’yi özgürleştirme temelinde Rojava’nın güvenliği sağlanabilir. Böylece Rojava Devrimi daha da anlam kazanır. Özgür bir Rojava, özgür Suriye’nin garantisi; özgür bir Suriye de, özgür Rojava’nın garantisidir. Bu yaklaşım, Suriyeli diğer halkların önyargılı yaklaşımlarını da ortadan kaldıracak, diğer yandan da YPG’nin DAİŞ’e karşı savaşan koalisyon güçleriyle ilişkilerini daha da pekiştirecektir. Çünkü o zaman bu ittifak, geçici ve dar birkaç şehir ile kasabayı kurtarmak için değil, DAİŞ’in ve faşizmin olduğu her yerde geçerli olacaktır. QSD ve özellikle YPG’yi dar bir bölgenin yerel bir milis gücü olmaktan çıkıp Suriye’yi ve tüm Ortadoğu’yu demokratikleştirme ordusu ve gücü haline getirecektir.

Mûsil operasyonuyla Rakka’nın ikinci planda bırakılması ciddi bir hata oldu

Rakka, Suriye’nin önemli bir şehri ve doğu bölgelerinin başkenti konumundadır. DAİŞ için ise zaten sözde devletlerinin başkentidir ve Suriye’deki en önemli kalesidir. Bir bakımdan Mûsil Irak için neyi ifade ediyorsa, Rakka da kendi çapında Suriye için o kadar önemlidir. Kürtler için de DAİŞ Rakka’da olduğu müddetçe ne Cizîrê ne de Kobanê’nin güvenliği sağlanamaz. Koalisyon güçleri için ise DAİŞ’i bitirmek için Rakka’da operasyon yapmak hem askeri hem de siyasi bakımdan son derece önemlidir. Kanımca, koalisyon güçleri bu konuda bir değerlendirme hatasına girdiler, Mûsil’ı önemseyip Rakka’yı ikinci planda bırakarak ciddi bir hata yaptılar. Rakka operasyonuna, Mûsil operasyonuyla paralel ve eşit ağırlıkta yaklaşmak gerekiyordu. Çünkü Mûsil’a yönelindiğinde Rakka DAİŞ için nefes borusu olarak açık bırakıldı. Bu da askeri bakımdan büyük bir hatadır, geç de olsa bu görüldü ve telafi edilmeye çalışılıyor.

Türkiye, Rakka operasyonunda yer almak için büyük çaba harcadı. Amacı Suriye’ye hâkim olmak ve YPG ile koalisyon güçleri arasındaki ittifakı bozmaktı. Ama istedikleri olmadı ve tüm ısrarlarına rağmen bu operasyonlarda denklem dışında kaldıkları gibi, Rakka operasyonunda da dışarıda kaldı. Koalisyon güçlerinin bu operasyonu QSD ile yapmaları son derece isabetli bir karardır. Çünkü, YPG ve QSD Suriyeli güçlerdir ve DAİŞ’e karşı defalarca başarılarını tüm dünyaya kanıtladılar. Buna karşı işgalci Türk faşizminin güdümündeki çetelerin ise girdikleri yerlerde DAİŞ’e karşı savaşmayıp daha çok bu alanlarda el değişikliği yaptıkları ve DAİŞ’e öyle bir karşıtlıklarının olmadığı da herkesin malumudur. Yani, ‘Bir şehre gidip kurtarıyorum’ dediğinde aslında o şehirdeki DAİŞ çeteleri, ÖSO kimliğine bürünüp Türk devleti ile birlikte hareket etmektedir. Bir diğer ifadeyle, sadece bir kılıf değişikliğidir.

Dar, pragmatik ve Türkiye’nin kirli planlarına karşı idareci, Erdoğan’ın şımarıklığına ve kudurmuşluğuna karşı sessiz durmaları koalisyon güçlerine kaybettirir. YPG de, Rojava’nın güvenliğini ve Türkiye’nin olası işgal girişimlerine karşı tedbiri elden bırakmadan katılabilir. QSD de bünyesinde DAİŞ’e karşı sağlamış olduğu itifakı ve sergilemiş olduğu performansı, Türkiye işgaline karşı da sağlamalıdır. Pratiğiyle ve yaklaşımlarıyla tüm Suriye halkları için umut olmaya devam etmelidir. Aynı zamanda işgalcilerle işbirliği yapan çete gruplarını teşhir etmeli, onlardan hesap sormalıdır.

Rojava’daki askeri başarılar siyasi bir statüye kavuşmazsa ciddi bir anlam ifade etmez

Birinci ve İkinci Cenevre toplantılarında Kürtlerin gerçek iradesi temsil edilmedi. Özellikle Türkiye’nin lobisi ve baskısı etkili oldu. Zaten bu yüzden bu toplantıların başarı şansı yoktu ve bir çözüm de beklenmiyordu. ENKS’nin davet edilmesi de işin tuzu biberi, gerçeği kamufle etmenin bir aracıydı. Kuşkusuz Rojava’daki askeri başarılar ve direniş siyasi bir statüye kavuşmazsa eksik kalır ve ciddi bir anlam ifade etmez. Rojava yönetimi, özellikle de YPG yönetiminin bu meseleyi koalisyon güçleriyle müzakere edip garantilemesi gerekiyor. Fedakarlığı Kürtler yapacak, siyasi masada başkaları olacak gibi bir yaklaşım olamaz. Rojava halkının DAİŞ’e karşı sergilemiş olduğu direniş ile verdiği büyük bedellerle elde ettiği özgürlük ve edindiği statü onun doğal hakkıdır ve bu hakkı kimse ellerinden alamaz. Bu anlamda Kürtler, Suriye’nin en dinamik gücü ve aktörüdür. Kürtlerin gerçek temsilinin olmadığı hiçbir çözüm arayışı ve toplantı başarılı olamaz. Bu anlamda çözüm iddiası olanlar, bu gerçeği mutlaka görmelidir. Aksi takdirde kendileri kaybeder. Ancak son tahlilde bunun yegâne garantisi, Kürtlerin kendi öz gücüdür. Güçlü bir özsavunma gücü ve inşa edilmiş toplum gerçeği esastır. Diplomatik alanda dengelerin ne zaman, nasıl sonuçlanacağı belli değildir. Elbette diplomatik çabaları Kürtlerin lehine çevirmek önemlidir ancak yine de esas olan Kürtlerin kendi pozisyonları, yani savunma gücü ve inşa çalışmalarıdır. Bu her iki konu hiçbir bahaneyle ihmale gelmez temel görevlerdir.

Halep, Suriye’nin ikinci başkentidir. Ekonomik başkenttir, bir nevi Suriye’nin İstanbuludur. Önemli bir ticaret merkezi ve halklar mozaiğidir. Bir bakıma Halep için bir çözüm bulunursa tüm Suriye’nin sorunu çözülmüş olur. Belki de uluslararası güçlerin Suriye üzerinde anlaşamadıkları temel nokta Halep’tir. Herkes Halep üzerinde etkinlik sağlamaya çalışıyor. Çünkü, Halep’e hâkim olmak Suriye’ye hakim olmaktır. Zaten Türkiye’nin kirli oyunları Halep’e hâkim olma esası üzerinden yürütülmektedir. ABD ve Rusya için de önemlidir. Aynı zamanda hem uluslararası hem bölgesel güçlerin çıkarlarının çatıştığı bir zemindir. Türkiye, El-Nusra çeteleri gibi kendine bağlı çeteler üzerinden müdahil oluyor, ABD ılımlı muhalif dediği ÖSO ile Rusya, Suriye Rejim güçleriyle, İran Hizbullah aracılığıyla müdahil olup etkinlik kurmaya çalışıyor. Şu anda Halep harabeye dönmüş, bir hayalet şehri andırıyor.

Her zaman kalabalık bir Kürt kitlesinin yaşadığı Halep’te, Şêx Meqsûd gibi salt Kürtlerden oluşan mahalle ve semtler de vardır. Şêx Meqsûd kendi öz gücüyle ve kendi öz savunmasıyla beş yıldır büyük bir direniş sergiliyor, varlık mücadelesi veriyor. Halk, Türkiye destekli çeşitli çete gruplarının saldırılarının ağır bedellerine rağmen ayakta kalmayı başardı. Zaman zaman rejimin de saldırıları olmadı değil, hatta hem rejimin hem de çete gruplarının katliam girişimleri de oldu. Bu direniş bundan sonra da devam edecektir. Ancak salt kendi gücüyle direniş değil, Halep’te yaşayan diğer halklarla kardeşlik temelindeki ittifaklarla bu başarılabilir. Birçok dönemde çetelerin ya da rejimin saldırılarından kaçan, bu semti güvenli bir barınak olarak gören Arap ve diğer halklar olmuştur. Bir anlamda Suriye’de Rojava’nın rolü neyse, Halep’te de Şêx Meqsûd’un rolü budur. Diğer halklarla kardeşliğe dayalı ittifaklar, güçlü bir öz savunma ve demokratik ulusa dayalı inşa çalışmaları Halep’teki Kürtlerin demokratik ve öncü rolü ile gerçekleşmektedir. Bu stratejik görevler temelinde yaklaşıldığında Halep’teki Kürtler, büyük bir misyon sahibi olabilir, bu temelde rol oynayabilir.

Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu önemli bir projedir ve elbetteki harcanan çabalar da değerlidir. Ne var ki uygulamada ciddi hatalar da yaşandı. Öncelikle Suriye’nin genelinden kopuk bir perspektif ile ele alındı. Tüm Suriye için proje ve öngörü taslağı olmadan, sadece bir bölümü için proje üretmek eklektik kalır ve çok fazla başarı şansı yoktur. Örneğin Kuzey Suriye Federasyonu olursa Suriye’nin Rojava dışındaki bölgeleri nasıl bir statüye kavuşur? Bu yeterince tartışılarak netleştirilmedi. Bölünme kaygıları ve Türkiye’nin de anti-propagandaları etkili oldu. Diğer yandan kimi yerlerde ve yazışmalarda Kuzey Suriye Federasyonu ve Rojava eşitleştirilmeye çalışıldı, bu da yanlıştı. Aynı zamanda bazıları tarafından sanki önceden özerklik isteniyordu da şimdi federasyon isteniyor gibi bir yaklaşım ortaya çıktı. Hâlbuki özerklik bir öz yönetim biçimidir. Üniter devlette de, federasyonda da olur. Çünkü Kuzey Suriye Federasyonu sadece Kürtlerden oluşmuyor. Bir bölgedir ve birçok halktan oluşuyor. Bu oluşumda herkes kendi içinde özerk olacaktır. Bu yüzden özerklik, federasyonun alternatifi değildir. Kuzey Suriye Federasyonu çok önemli bir proje olmasına rağmen tartışılmadı, ideolojik ve siyasi ayakları oluşturulmadı. Sanki biraz tepeden inme oldu ve yanlış anlaşılmalara yol açtı. Hâlbuki tüm halkların sahipleneceği ve sahiplenmesi gereken bir projeydi. Bu fırsat halen vardır. Tüm halkların temsilcilerinin katıldığı tartışma platformlarıyla bu hataları telafi edip, kavramların ve tespitlerin yerine oturtulması ve buna göre bir konsensüsün oluşturulması gereklidir. Böyle yaklaşılırsa hem Kuzey Suriye için hem de tüm Suriye için daha somut ve uygulanabilir bir çözüm projesi ortaya çıkacaktır