Politik Felsefede Öz Yönetim ve Umut

Politik felsefenin amacı özgürlük müdür? Kapitalizm açısından bakınca “azami kar” için geçerli olan yöntemler...

Şiyar Amed

 

Felsefe öğrenmek isterken ilk başvuru kaynağımız George Politzer’in “felsefenin temel ilkeleri” olmuştu. Dershane hocası bir gün “Politzer’den felsefe öğrenilmez” demişti. Oysa birçok düşünürün ilhamıydı ve 12 Eylül’de ilk yasaklanan kitap olmuştu. Hoca niye küçümsemişti acaba? Diyalektik materyalizmin kaba tariflerinden mi rahatsızdı, yoksa felsefenin “idealist ve materyalist” diye ikiye bölünmesinden mi? Bir yüzeysellik mi görmüştü yoksa sadece sosyalizm karşıtı mıydı? Hiç anlaşılmadı çünkü o sözü öylesine söyleyip bırakmış, gerisini getirmemişti. Kendisi ise üniversite sınavlarına hazırlık için devletin müfredatına göre “felsefe” dersi veriyordu!

Yine de hocanın bu tutumu Politzer kitabıyla yetinmeme açısından dürtücü bir rol oynamıştı. Başka kitaplar ise Yunan, Çin, Hint felsefelerinden bahsediyordu. Kitaplar kuşkusuz merakı kamçılıyordu. Önderliğin umut felsefesiyle tanışmanın yolu böylece açılıyordu.

Merak olmasa bilim olmazdı deniliyor ama aslında bu söz en çok felsefe için geçerlidir. Merakın kökeninde araştırma, sorgulama dürtüsü ve yaşamın en büyük heyecanlarını bağrında taşıyan bir enerji vardır. Felsefe “anlam” ile ilgileniyorsa ondan daha fazla sorgulatıcı ne olabilir ki?

 Felsefe anlamla ilgilenmesine karşın politika sorun çözümleriyle ilgilenir. Politik felsefe ise yöntem üzerine yoğunlaşır. Yöntem ve anlam birbirine göre şekillenir.

Doğal toplumda anlam-mana, yaşam tarzının doğrudan yansıması olarak şekillenmiştir.

Devlet, iktidar ve bürokrasinin yöntemleri de insana, topluma, doğaya, evrene, yaşama yüklenen anlamlara göre şekillenmiştir. “Egemenlik” ve “sahip olmak” temel amaç olunca yöntem en zorba şekillerden en aldatıcı şekillere dek hep korkutmak, aldatmak, razı kılmak ve hükmetmek temelinde gelişmiştir.

Reel sosyalizmde politik felsefe, ezilenler adına iktidar olmayı geçerli yöntem olarak kabul etmiştir. Özgürlükten daha fazla nasıl yönetilir üzerine düşünülmüş; yöntem özgürlük üretmemiş, özgürlüğe giden yolları yeterince açmamıştır.

Politik felsefenin amacı özgürlük müdür? Kapitalizm açısından bakınca “azami kar” için geçerli olan yöntemler önemlidir ve bunlar asla özgürlük üretmezler. Demek ki politik felsefeyle ilgileri yoktur. Onların ilgisi politik felsefeyi yok edecek yöntemler üzerine odaklanmıştır. Politik felsefenin doğasında demokrasiye ve özgürlüğe yatkınlık vardır. Çünkü toplumun en temel hayati çıkarlarını bu kavramlardan daha iyi ifade edecek başka yönelimler yoktur. Toplum da politik ve ahlaki bir oluşum olduğuna göre politik felsefe ancak toplum ahlakını esas aldığında yani iradeli, özgür yaşamı ilke olarak kabul ettiğinde var olabilir. Çünkü toplumsal ahlak demek her şeyden önce özgür irade demektir; buradan toplumun kendini yönetebilesinin temel ilke olduğu sonucu çıkar. Diğer bir deyişle öz yönetim tüm insanlığın en meşru, ahlaki ve politik hakkıdır. Bu sonuç ortaya çıkıyor.

Fakat egemenler “öz yönetim” hakkını yok ederek insanlığı karanlığa, karamsarlığa, umutsuzluğa mahkûm etmektedir. Öz yönetim hakkını kullanabilen bir toplumda umutsuzluk diye bir sorundan bahsedilemez. Böylece politik felsefede umut sorunu aslında öz yönetim sorunu olarak şekillenmektedir.

Umut yaratmak isteyen öz yönetim hakkını savunmak ve bunun için mücadele etmek zorundadır. Umut ve sorumluluk bir birine sıkı sıkıya bağlı kavramlardır. Öz yönetim sorumluluk duygusu gelişkin olanların, yani bilinçli ve örgütlü toplumun yönetimidir.

Bilim, teknoloji, iletişim araçları sayesinde insanlar kendini “bilinçli ve özgür” sayabilmektedir. Amenna! Fakat herkesin bir başkasının kavram ve tanımlarını hiçe sayarak tamamen kendini esas aldığı bir “özgürlük” dünyasında yaşamak ne anlama geliyor? Öz yönetim olmadan hangi toplum ve birey iradeli ve özgür olduğunu iddia edebilir? Öz yönetim olmadan da yaşanabileceğini sananlara eleştiri yapıldığında nasıl oluyor da en özgür insanlarmış gibi “düşünce özgürlüğünden” bahsedebiliyorlar?

Gerçekten özgür ve iradeli insanlar olunduğu için mi başka fikirlere ve özellikle de eleştirilere karşı çok tepkili yaklaşılabiliyor?

Acaba alışageldiği yaşamına dokunulur, statüsü sarsılır diye mi bu kadar çok korkuluyor eleştiriden? Psikolojik savunma mekanizmaları hangi gerçeğin üstünü örtmeye, hangi gerçekten kaçmaya yarıyor? Eleştiriler kendisine göre değilse misilleme yapmak kişilikli bir duruş mu oluyor? Saldırıya geçmek, kendini daha mutlu mu hissettiriyor? Halkın da kendisi gibi düşündüğü, öz yönetim istemediği hangi hakla, hangi veriyle ileri sürülebiliyor? Bu yalana kim inanır? Yoksa sadece bir “ben” kavgasına düşülmüş de toplum, halk kavramlarıyla ört bas mı ediliyor?

“Ben” neden bu kadar zirve yapıyor? “Biz” olmak çok mu zor geliyor? Gerçekten “ben ve biz” arasında bir köprü kurmadan insanca yaşamak mümkün mü? Toplumsallıktan bunca kaçış, bunca bireycilik insanı nereye götürür?

Toplumsal bilinçte derinleşmeden birey olabilmek ne kadar mümkün? En pespaye hayat tarzlarına, emeksiz, çabasız, asalakça bir duruşa birey giysisi giydirmek neyi kurtarmaya yarıyor?

Tarihin ünlü bireyleri bize neyi anlatıyor? Hangi komutan, hangi sanatçı, hangi araştırmacı çok çalışmadan, çabalamadan, irade kazanmadan ve kendini topluma beğendirmeden, toplumsal ihtiyaçları düşünmeden, toplumla bir bağ kurmadan birey olabilmiş? Unutmayalım ki çok fazla “ben” diyenler, ellerindeki her şeyi kaybetmeye en yakın olanlardır.

Şimdiki zamanın elinde kalmış ve küçülmüş insanların olduğu bir dünyaya elveda deyip yeni ufuklara büyük bir umutla yelken açmak isteyenlerin önüne engel olarak çıkanlara son sorumuz: Felsefeniz nedir?

Politzer 23 Mayıs 1942’de faşizmin elinde kurşuna dizilerek katledildi. Anısı, toplumsallıktan kaçanların uykularını kaçırırken bizim için demokratik toplum inşasında bir mihenk olmaktadır.