Değişmek, Esneklik Ve Canlılık Göstergesidir

Evren enerjisinin akışkanlığı devinimin varlığı canlılık ilkesiyle ilintilidir. Canlı olmasaydı dünyamız...

Dilzar DÎLOK

Günlük olarak sıkça dile getirdiğimiz ancak çok fazla yaşamsallaştıramadığımız bir kavramdır değişim. Değişim, farklı oluşların bir aradalığıdır. Birbirini takip eden oluşlar dizisidir. Ve değişim bir zamanı ve mekânı şart kılar. Ve tüm bunların gerçekleşmesi, insanın sınırlı algısıyla açıklanması zor olan evren zekâsıyla açıklanabilir. Sınırlı insan algısı denilen, kapitalist modernitenin algıları minimize edilmiş hatta dondurulmuş insan gerçeğine has bir durumdur. Özünde insan algısı, evrenin canlılığını kendi canlılığından önce keşfetmeyi başarmış bir doğallıkta oluşmuştur.

Evrendeki canlılık ilkesi evrenin başat özelliğidir. Evreni tanımanın ilk yolu onun canlılığını bilmekten geçer. Çünkü canlılık diğer birçok özelliğin tanınması için bir yol oluşturmaktadır. Canlılık ve akışkanlığın olması, bir bilinci gerektirir. En dolaysız anlatımla insanın hareket etmesi, yerinden kalkıp yürümesi, su içmesi ya da el sallaması gibi edimlerin insan düşüncesiyle direkt bağı vardır. İnsan, su içmek istediğine karar verirse, bu düşünce zihninde oluşunca kalkıp su içmeye, yani eyleme yönelir. Görünür anlamıyla “düşündüm, taşındım, karar verdim” durumu değildir bu düşünce akışı. Eylemin ve zikrin fikirsiz olmayacağı durumuyla ilgilidir. Hareketin bağlı olduğu bir ilkedir bu. Hareket varsa düşünce var demektir. Hareketi düşüncesiz tasavvur etmek mümkün değildir.

Evren deyince aklımıza her an her şeyin hareket ettiği, insan aklının sınırlarının dışında bir akışkanlık, sınıflandırılamayacak kadar çok çeşitlilik gelir. Bu algı biçimi insanın özünde vardır. Bilinemezliklerin bilinebilirliğe dönüşmesi bir bütün hayatın akışını oluşturmaktadır. Ama bu algılarda ortaya çıkan sorunlar hiyerarşik devletçi uygarlıkla birlikte gelişerek insanlığın zihinsel köleliğini oluşturmuşlardır. Bu algı insanın içinde yaşadığı çevreyi bütünlüklü görmeye götürür. Yaşanılan çevre, doğanın bir parçasıdır ve doğanın parçası olduğu için de doğayı tanımlayabilecek kapasitededir. Bu çevrenin tanımlayacağı doğadan yola çıkarak da evren algısına doğru yol alınır. Çünkü doğa evrenin bir somutlaşmasıdır.

Doğa, evren enerjisinin form kazandığı bir gerçekleşmedir. Tüm evren, bilebildiğimiz ve tanımlayabildiğimiz doğa mıdır? Bunu söylemek zordur. Ama tüm doğanın evren enerjisinin akışkanlığında bir dönem olduğunu söyleyebiliriz. Evren enerjisinin tanımlanmasının zorluğu akışkanlığın bizim algı sınırlarımızın dışındaki hızı ile ilgili olabilir. Kaldı ki, her an dönmekte olan yer küremizin döndüğünü fark etmediğimiz gibi, anlamak için de yüzyılların, binyılların geçmesi gerekti. Buna rağmen doğanın, doğal gerçekleşmenin, tüm oluşumların bu evren enerjisinin form kazanmış, bir biçim yoluyla somutlaşmış hali olduğunu bilebiliriz. Bunu bilmemizin en keskin ve net yolu kendi insan gerçeğimizdir. Ki içimizde bu akışı bilmeden duyumsadığımız zamanlar çok olur. Birdenbire içimizden bir şeylerin akıp gittiğini, bir ırmağın bizi kendine yol edip aktığını duyumsadığımız az olmamıştır.

Evren enerjisinin akışkanlığı devinimin varlığı canlılık ilkesiyle ilintilidir. Canlı olmasaydı dünyamız nasıl dönebilirdi ki hiç durmadan kendisinin ve güneşin etrafında. Bunlar insanlık için çocukça bilgiler de olabilir. Bilimle kanıtlanmış olması bu bilgileri var etmemekte, sadece bilgiden ve sezgiden kopan insan gerçeğine bu bilgileri anlatabilmenin yeni olanaklarını sağlamaktadır. Evren akıyorsa, dünya dönüyorsa, evren gelip doğada form kazanabiliyorsa, göktaşları yerlerinde durmayıp ara sıra gelip yer küremiz de içinde olmak üzere bir yerlere çarpıyorsa evren canlıdır. Ve başka deneyler, bilimsel veriler olmasa dahi bu sınırlı gözlemlerimiz dahi evrenin canlı olduğunu söylememize yetmektedir.

Canlılığın en güçlü göstergesi doğadır. Evrenin bir somutlaşması olan doğada ve tabii ki doğada bulunan tüm varlıklarda, evrenin tüm özelliklerini görebilmekteyiz. Her varlık farklı bir boyutta bu canlılığı temsil etmekte, temsil ettiği oranda da gözleyene evrensel canlılığı yansıttığı bilincini vermektedir. Animist inançların gücü, doğayı hiçbir aşkın gücün varlığı olmadan anlamaya çalışmalarından ve anlam vermelerinden gelir. Canlılık, aşkın bir tanrının varlığını ispatlamaz. Tersine evrenin tüm varlıklarda içerdiği içkin bir özelliği anlatabilir ve ancak bu evrensel ilkenin ispatı olabilir. İnsanlığın sezgi gücünün tahrip edilmemiş olduğu dönemlerdir bunlar. İnsan doğaya baktığında anlayabilir. Sezgi gücünü yitirmeyen ve bilimciliğin esaretinde olmayan insan bunu hissedebilir.

Doğanın canlılık ilkesini anlatmak, tüm ayrıntılarıyla bir bütün yaşamı anlatmaya eşdeğerdir. Canlılık ilkesi çoğalmak, farklılaşmak, çeşitlenmek ve zamanı geldiğinde kendinden geriye kalanları yeninin oluşmasına katabilmek şeklinde yeni ilkeleri de beraberinde getirmektedir. Evren akışının başka görünümleridir bunlar. Kendini doğa ile var kılan, görünür kılan evrenin bu görünür kılmayı gerçekleştirebilmesine olanak veren temel ilke canlılık ilkesidir ve bu ilkenin bir zekâ biçimi olduğunu belirtmek zor değildir. Çünkü zekâ bir enerjidir ve evrenin bu enerjisi doğa ile form kazanmaktadır. Evrensel zekânın varlığını her an, uyanık olmadığımızı sandığımız zamanlarda dahi anlamaktayız. Bunu anlamamak için hakikat karşısında direnç içinde olmak gerekir.

Canlılık ilkesinin çoğalmak, farklılaşmak, çeşitlenmek, zamanı geldiğinde kendinden geriye kalanları yeninin oluşmasına katabilmek şeklinde yeni ilkeleri de beraberinde getirdiğini yukarıda belirtmiştik. Bu saydığımız özelliklerin her biri evrenin canlılık ilkesinin ortaya çıkardığı bir yeni ilkedir. Buradan çıkarabileceğimiz birçok sonucun en önemlisi ve birincil olanı şudur, evrensel zekâ, kendi ilkelerinden yeni ilkeler ve yeni düzlemler yaratmaktadır. İnsan gruplarının tohumları toplamasından tarıma geçmesine benzer bu durum. Ya da tarımda elde edilen ürünlerin giderek birbirine karışarak farklılaşan yemek türlerine dönüşmesi gibidir. Evrensel açılımın içinde yeni bir açılımdır.

Bir yerde canlılık varsa, bu canlılığın her zaman kendi kısırdöngüsünde olmayacağı kesindir. Değişime direnen varlıkların ölerek değişim yaşadıkları gerçeği bu durumun keskin anlatımıdır. Doğanın kendini sürekli yenilemesi, bu yenilenmenin periyodik olmasına rağmen hiçbir zaman birbirine benzememesi doğadaki canlılıkla izah edilebilir. Doğadaki canlılık ilkesi tüm diğer ilkeleri de barındırmaktadır. Çünkü canlı doğa değişmekte, farklılaşmakta, çeşitlenmekte ve çoğalmaktadır. Evren kendi zekâsını doğa formu içinde korumakta, doğa formu içinde görünür kılmaktadır. Bu zekâ, doğanın her deviniminde karşımıza çıkmaktadır. Mucize denilen şeyler evren zekâsının görünme biçimleridir. Kiminde az görünürler ve insanlara normal gelebilir ama kiminde yoğunlaşmış halde görünürler ve mucize olarak adlandırılabilirler.

Kendiliğinden ya da tanrısal güçler yoluyla gerçekleştiğini dillendirdiğimiz bu evrensel akış, nihayetinde evren zekâsının pratikleşmesidir. Aynı şekilde bu devinimi evrende bulunan tüm varlıklarda görebiliriz. Her canlı kendi payına düşen evrensel zekâyı pratikleştirir, kendini bu yolla var eder. Canlılar içinde kendini zekâ yoluyla farklılaştıran insanda, kendini var etme dediğimiz evren zekâsını yansıtma gerçeği zirveye ulaşır. Çünkü “Yaşamı kavramak isteyen insan dışında, her canlı-cansız varlık sadece kendi anlarını yaşayabilir.” İnsanın kendi anlarının dışındaki anları da yaşayabilme özelliği, insanın esnek zekâ kapasitesinden kaynağını almaktadır. Bunu başaramamak da insan olma sınırlarına girememek olur.