Darbelenmemiş hiçbir değer, hiçbir insan, hiçbir anlam kalmadı Türkiye’de...
Dilzar DÎLOK
Zifiri karanlığın arefesindeyiz. Her şeye rağmen öğretmenlerin, doktorların, aydınların saygı gördüğü, sevildiği ve dinlendiği zamanlardan geçildi. Türkiye’de hiçbir hükümet, hiçbir güç hiçbir zaman binlerce aydını karşısına alıp binlercesine birden hakaret, küfür ve tehdit etmedi.
Tabi Kürt aydınları bu konuda tecrübelidir. Kürt aydınları, Kürt yazarları ya da kendini inkâr etmemiş ve eriyerek hâkim ulus akademisyen camiasında erimemiş olan aydınlar her zaman tehdit edildi, hakarete uğradı, insanlığın hafızası olarak görülmeyip yok sayılmaya çalışıldı. Dahası Musa Anter gibi sokak ortasında katledildi, kanlar içinde yerlerde bırakıldı. Kimisi ülkeden kaçmaya zorlandı, yılların ülke özleminin, acılarının ve zorluklarının getirdiği iflah olmaz hastalıkların pençesinde can verdi. Kimi son nefesini ülkesinde, köyünde almak ve ülke toprağına gömülmek için gelebildi doğduğu topraklara. Aydın olmanın ülkesinin havasıyla, suyuyla, toprağıyla, ülkesinin insanlarının tarihlerinden süzülen anlamla oluştuğunu bile bile bu hakikatten kopmanın aydın olmaktan da büyük oranda kopardığını bile bile yaşamaya katlanmak zorunda kaldı. Ölüm döşeğinde geldi ülkesine kimi. Kimi ise ölüm döşeğinde de gelemedi. Kiminin de cesetleri gelebildi ülkesine. Can bedenden çıkmayana kadar ülkesine gelemedi kimileri.
Aydınlar çok sınavdan geçtiler. F.Bacon ya da benzerleri gibi cadı avlarında rol oynamayanlar ülkesinden koparılarak kendilerini var eden hakikatten koparıldılar.
Türkiyeli aydınlar bu sınavlardan bunca hızlı geçemediler. Kürdistan Özgürlük Hareketi PKK’nin tarihi, Kürdistanlı aydınları hızla bu tecrübe sürecine girmeye zorladı. Çünkü kendisi olmaya karar verenler ve kendisi olmaktan çıkarak kültürel soykırımın cenderesinde kıyılmaya razı olanlar hızla ayrıştı. Türkiyeli aydınlar ise hâkim ulustan olmanın suskunluğunda o kapıya dayanmış özgür düşünce sınavını ertelediler. Türkiyeli aydınlar için bugünün sınav günü olması anlamlıdır. Gecikmiş bir tarihin gelip kapıya dayanmasıdır bu süreç.
Her gün aydınlara hakaret edilmesini utançla görüyoruz, her gün münevver insanlara, öğretmenlere ve sanatçılara yöneltilen siyasi linç kampanyalarına tanık oluyoruz.
Darbelenmemiş hiçbir değer, hiçbir insan, hiçbir anlam kalmadı Türkiye’de.
AKP hükümeti her sözüyle kendi iktidarının ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Kırılgan hükümet tek bir söz karşısında ordu-basın işbirliğinde saldırıyor. Tekçi sloganları tek bayrak, tek dil, tek millet sözünün dışına taşarak “tek basın” pratiğine dönüştü. Öncesinden kimi farklı görüşleri dinleyebiliyor olsak da bugün tüm Türkiye basınının tek dilden makineden çıkmış haberleri servis ettiğini acıyla ve özgürlükten kopuşun insan gerçeğini düşürdüğü durumun utancıyla izliyoruz.
AKP hükümeti Türkiye’yi karanlık bir bahara çıkarmak için, baharda tüm halkları, düşünceleri, anlamları karanlığa boğmak için ordusuyla, basınıyla, anayasasıyla, meclisiyle, bakanı, bakmayanı, kaymakamı valisiyle çalışıyor. Canla başla çalışıyor. En küçük bir ses çıktığında oraya saldırıyor. Bir televizyon programında tek bir cümle söyleyen programcı için yüzlerce kişi cevap veriyor. Bir yazarın söylediği bir söz üzerine programlar yapılıyor ve televizyon programcısı olduğu söylenen tipler çıkarak pavlov deneyindeki şartlanmışlar gibi hakaretler ediyor, tehditler savuruyor.
Herkes kendi geleceğiyle tehdit ediliyor. Oysa asıl olan, herkesin zaten mevcut sistemde yaşamayı kabullenmek suretiyle kendi geleceğini yok ettiğidir. Kürdistan’da yürütülen bir işgal, fetih ve yok etme harekâtıdır. Özyönetim direnişi adıyla somutlaşan tüm insan varlığını ezme harekâtıdır. Bu saldırı, bugün Türkiye’de darbelenen herkesi hedeflemektedir. Yani herkesi, her vatandaşı hedeflemektedir. Tahammülsüzlük sadece Kürt insanına, özgürleşmek isteyen Kürt insanına değildir. Tahammülsüzlük, Türkiye’de yaşayan herhangi bir fikre sahip tüm insanlaradır. Bu darbe insanlığadır. Ve ülkeyi zifiri karanlığa boğmak isteyen hükümet kurmaca filmlerdeki gibi herkesi düğmesine bastığında konuşacak, düğmeye bastığında gülecek, düğmeye bastığında yürüyecek robotlar haline getirene kadar da bu katliam, bu darbe, bu insanlıkdışı vahşet, yalan ve saldırı sürecek.
Yalan karşısında doğru söylemenin yetmediğini çıplak bir şekilde görmekteyiz. Büyük yalanlar karşısında küçük doğrular iktidarları yıkacak güçtedir. Ancak doğrular küçük olsa da güçlü olmaları gerekir. Bugün bu gücü yaratacak olan da Kürdistan ve Türkiye sosyalist, demokrasi ve devrim cephesidir. Topyekûn direnişi Kürdistan’dan Türkiye’ye taşırmaktır.