Mansur asıldıktan sonra nakledilen rivayetler çok fazladır. Bu rivayetlerden biri, bir yakınının anlattığı bir rivayet şöyle naklediliyo...
Ortadoğu’da peygamberlik kültürü, toplumun yüreğinden ve beyninden süzülen bir anlamdır. Onun ahlaki olitik toplum olma anlamına zirvede ulaşmış ve bu anlamda kıvamını tutmuş halidir. Peygamberler, dinlerin bugün geldiği haller, din adına düşülen durumlar, yapılan katliamlar, vahşet ve insanlık dışılıklardan çok öte ele alınması gereken bir durumdur. Hatta Ortadoğu’nun peygamberlik geleneğini, kitabi peygamberleri de yaratan, o yücelişe vesile olan bir gelenek olarak ele almak gerekir. Her peygamber, insanlığın başından bugüne ulaşan kendini yaratma zincirinin bir halkasıdır. Öyle ki bu zincir sayesinde binlerce yıl öncesinde kendi zamanının ve mekânının, kendi toplumunun gerçeğine göre bir halka olan peygamberler, bugün de aynı yürek atışıyla hissedilir ve yaşanılırlar.
Bu topraklar kendi peygamberlerini her dönemde yaratacak kadar kutsallıklarla doludur. Ve peygamberler kültürün, arayışın, özgürlüğün, anlamın ve yücelişin damıtılmışlığıdır. Hiçbir peygamber kendinden öncekinin etkisini ortadan kaldırmamış, kendini yoktan var edememiştir. Her peygamber geleneğin bir halkası olarak var olmuş ve bu bilinci kendinde zuhur eden gerçeğe bir şekilde yansıtmıştır. İslam dininin son peygamberlik kehanetine rağmen, Ortadoğu peygamberler yaratmaya, dağların göbeğinde fışkıran pınarlar gibi, çöllerden fışkıran petrol gibi peygambersel duruşlar yaratmaya ve tüm dünyaya saçmaya, dünyayı aydınlatmaya devam etmiştir.
Bu çıkışlardan biri de Hallac-ı Mansurdur. Batılı birçok İslam araştırmacısının hayatının anlamı olacak kadar hayatı boyunca araştırdığı peygambersel bir çıkıştır Mansur. Anlam arayışlarında tasavvufi çıkışların önemi bilinir. Çekilen çileler hiçbir kişisel amaç taşımamaktadır. Çekilen tüm kişisel ve toplumsal çilelerin bedel olacağına inanılan toplumsal kazanımlar her zaman ön sıralarda yer almış ve bu arayışlarla somutlaşmıştır. Arayışını zirveleştirmenin, bulmanın ve bulduğunu haykırmanın bedellerini canıyla ödeyerek tarihe mal olanları, tarih olanları anıyoruz her gün. Bunlardan biri olan Mansur’a dair hissedilenler, ona dair bilinenlerden katbekat fazladır. Mansur, kitapların getirdiğini aşmış, kendisi kalkıp gelmiştir binlerce yıl önceden bugüne.
Mansur kimdir? Enel Hak belirlemesi üzerine çok yorum yaptık, yapıyoruz ama Mansur gerçekten kim? Bir müşrik mi? Bir ermiş mi? Bir hain mi, yoksa bir peygamber mi? Hak yolunda sapıtmış biri mi, yoksa hakiki hak yoluna girmiş biri midir? Bu konudaki tartışmalar binyılları aşarak bugüne kadar gelmiştir. Ve anlaşılacak en yalın, basit ve ortak yan, onun sıradan biri olmadığıdır.
Mansur asıldıktan sonra nakledilen rivayetler çok fazladır. Bu rivayetlerden biri, bir yakınının anlattığı bir rivayet şöyle naklediliyor:
“Rüyamda Allahı gördüm. Ona secde ettim ve sordum.
-Ya rab, Mansur sana ne yaptı, neden onu aldın?’ Allah cevap verdi:
-Ben ona ilahi mananın birinin sırrımı açıkladım. Ama o bunu kendine malederek kendi hesabına vaaza kalkıştı, bunun için onu gördüğün cezaya çarptırdım.”
Bu rivayetin anlamı yazıldığı kadar değildir. Dört beş cümlelik bir anlatıma sığdırılan ama tüm dinlerin oluşum diyalektiğini, dinin tam bir siyaset işi olduğunu ortaya koyan bu rivayet, dinlerin geliştirdiği yorumculuğu gözler önüne serdiği kadar doğru yorumu yapma görevini de bizlere veriyor. Ayrıca tasavvufun insanlarda yarattığı yorum gücü ve derinlik de bu rivayette görülüyor.
Bu rivayeti aktaran kişinin Mansur’u seven biri olduğu kesindir. Ama Allah korkusundan öte Allahı kendine kalkan edenlere karşı bir korku duyduğu anlaşılıyor, çünkü kabullenmeyiş olmasına rağmen isyan yok bu sözlerde. Yine Enel Hak sırrını tanrının verdiğini rüya yoluyla söylemiş oluyor. Yani bu tanrı sırrıdır ve gerçektir diyor. Ama diğer yandan da bu sırrı Mansur’un söylemesine, vaaz etmesine de tanrının içerlediğini söyleyerek tedbiri elden bırakmıyor. Bu anekdot teolojinin en derin siyaset olduğunun en kısa ispatlarından biridir. Din, en derin siyasettir. Ve biz de gariptir ki, bu alana söz düzeyinde de olsa bulaştığımızda derinini göremeyince boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Mansur, peygamber olmanın, peygamberlik geleneğinin son bulmadığını kendi yücelişiyle anlatmaya çalışmış, bunu kitabi peygamberlerin gittiği yollarla değil, yeni ve başka yollarla denemiş biri midir? Döneme, peygamberliği yeni bir versiyonla yeniden doğurtma, beklenen mehdi özlemini ve toplumsal ilahi arzuyu kendinde kişiselleştirme dönemi de denebilir. Son peygamberlik iddiası var mıdır sorusuna verilecek cevap bir yorumdur. Gerçeğe yakın yorum da gerçeğin ta kendisidir. Mansur’un peygamberlik iddiasını dile getirdiği nakledilmemiş hiçbir zaman. Ama farklılık arayışları bundan çok uzak değildir. Neden hak yolunda şehit olma arzusunu bir ateş topu gibi içinde taşıdığı sorusuna yeterli bir cevap henüz verilmemiştir.
Yüzlerce müridi peşine takıp şehir şehir dolaşması, dervişler topluluğu oluşturarak vaazlar vermesi, Mansur’un girişimlerinin kişisel olmadığını, içine girdiği çilelerle Ortadoğu toplumu nazarında bir itibar edinme kaygısının varlığının da hiçe sayılamayacağını gösteriyor. Muhammed peygamberin mağara ritüellerini kat be kat aşan girişimleriyle peygamberliğin sonunun geldiği iddia edilen mührü şeklen de kırmaya çalıştığı, zaten o dönemler açısından güçlü bir sınıf mücadelesinin Mansur şahsında yürütüldüğü de belirtilebilir. Örneğin Mansur bir dini önderin yanında çalışan birinin kızıyla evleniyor. Aslında dini önderliklere evlilik yoluyla yakınlaşma çabası da denebilir. Ticaret yoluyla evlilik yapan peygamberlere nazire yaparcasına bunu ilahi yoldan yapmak istiyor. Tabii Muhammed’in son peygamber olduğuna inandıkları için değil de, olacaksa bir son peygamber daha, bu son peygamber kendileri olamadığı için Mansur’a yönelenler de var.
Bilinen sufilerden yaşam tarzı itibariyle ayrılan, insanı, doğayı, nesneyi ve anlamı iyi bilen, dinsel yorumları kadar birçok suçlamaya konu olan biyoenerjisi ile de sıradan seyirden çıkmış bir hakikattir Mansur.
Bölgede Mazdekilikten dönme ama bölgedeki İslam iktidarının baskısıyla Sünnileşme var. Mazdekçi dedeye rağmen bunca Araplaşma ve dinsel kanaat olması da iktidarla ilişkiyi sorgulatıyor ve sınıf karakteri hakkında bilgi veriyor. Mazdekçi dede Farstır ancak Mansur’un kendisi Araplaşmıştır. Dönem itibariyle Araplaşma aslında hâkim İslam sultasına girmekle başlayan, giderek özentilerle gelişip serpilen ve bunun da ötesinde bu İslam sultasına yapışma çabasından dolayı da gelişebiliyor. Aynı zamanda İslam iktidarının sonucu olarak gelişen asimilasyonun bir ürünü de olabilir. Hasılı tüm İslamlaşma ve Araplaşmaya rağmen Mazdekçi dedenin Mansur’un zihniyetini şekillendirmediği iddia edilemez.
Ayrıca Sünni olmasına rağmen bugün Alevilerce bunca benimsenmesi, Alevi dinsel ritüellerinden birinin adının Dar-ı Mansur olması da önemli bir çakışmadır. Yine Yezidilerde de Mansur sahiplenilmiştir.
Hallac-ı Mansur’un İslam dinine kazandırdıkları, İslam yorumculuğunu geliştirme yolunda attığı adımların önemi, dinsel sultaya rağmen kendince bir lokal güç yaratma çabası inkar edilemez. Tüm bu yaşantıların, inancını özgürce yaşamak ile inancı çerçevesinde özgürce örgütlenmek ile bağlantısı vardır. Bunun yanında dönemin karakteri, inananların Mansur’a olan sevgisi, yine onun tanrıya şirk koştuğuna inananların naklettiği sihirbazlık rivayetlerinin de ortak noktası şudur:
Hallac, her şeyiyle topluma mal olmuş, iyi kötü tüm toplumsal kesimlerin günlük yaşamını belirleyecek kadar toplumun her kesiminin yaşamına nüfuz etmiş biridir. Cehennemlik olmuş bir veli de olabilir. Bugünün dünyasında cehennemlik olan velilerin sayısı oldukça fazladır. Her özgürlük mücadelesine kapitalist modernitenin saldırı güçlerinin biçtiği misyon zaten bu minvaldedir.
Her şeye rağmen peygamberlik geleneği, Ortadoğu demokratik uygarlığı akışıyla birlikte akıyor. Ortadoğu kendi kutsallarını yaratmaya devam ediyor. Ve aynı Ortadoğu, kutsalları şahsında kendi toplumsallığını yenileyerek varlığını süreklileştiriyor.
Kürtler de tıpkı insanlık tarihinin başladığı dönemlerdeki gibi aynı tarihsel öncüleri çıkarmaya, önderlerini yaratarak kendilerini bu önderleri şahsında kutsamaya, toplumsal yaşam amacını bu kutsallarında somutlaştırmaya ve herkesi bu kutsallara yakınlaştırarak anlamlaşma mücadelesi vermeye devam ediyor.