Tecavüz kültürü

Tüm bunlar karşısında kadının tecavüz kültü­rü kar­şısında direnci ve onu aşmaya çalışması toplum­sa...

Şafak Aryen

 İktidarcı zihniyetin kültürel yapısı olan teca­vüz kül­türü zorla el koyma esasına dayanarak 5000 yıl­dır erkeğin kadına, devletin erke­ğe ve topluma, egemenin halklara zorla sa­­hip olmasına yol aç­makta, iradesizleşmiş top­lum üzerinden siste­min kendisini yürütme­sini sağlamaktadır. Yani sis­temin işleyiş ka­nunudur tecavüz kültürü. Dola­yısıyla birey­den devlete kadar bir kadının bede­nine, ru­huna, toplumun öz kimliğine, iradesine, halk­ların özgürlüğüne, varlığına yönelik gasp, talan, zorla sahip olma biçimleri tecavüz kül­türünün yansımaları olmaktadır. Teca­vüzle a­maçlanan irade kırma, kişiliği çöz­me, teslim al­ma, onurunu zedeleme, mücade­le gücünü kırma, onu bir eşya statüsüne in­dirgeyerek canlı, dü­şünen, hisseden varlığı­nı yok saymaktır. İktida­rın uygulanma aracı, baskın olmanın, güçlü ol­manın ilan edilme biçimidir. Tecavüz; insan ol­ma gerçeğine ay­kırı uygulamaların toplam i­fa­de­sidir.

Te­cavüz kültürünü özce böyle tanımlarken uy­gu­lanma sahası olarak ya da tecavüz mağdu­ru o­larak başta kadınları, toplumu, halkları e­le almak mücadele perspektifimizi oluşturmak açısın­dan önemlidir. Cinsiyetçilik kadını cinselliğine indirgenmiş bir mala dönüştürür­ken bu mala sa­hip olma, el koyma, saldır­ma gibi yaklaşımlar top­lumsal kurallardan ai­le içine kadar kendisini meş­ruiyete kavuştur­muş bir şekilde uygulanmak­tadır. Gelenek­sel kurallar erkek lehine kadı­nı bir yaşam tar­zına mahkum etmekte, tersi durum­da kadı­na her türlü zorla muameleyi meşru gör­mek­tedir. Aile içinde kadına karşı gelişen zo­­ra dayalı yaklaşım, kendi istemi ve iradesi dışın­da ona yaşatılanlar, kocasına itaat etme zorun­luluğu tecavüzü günlük yaşamın pratik gerçe­ği haline dönüştürmektedir. Yanı sıra dün­­ya öl­çeğinde kadının cinsel saldırıya maruz kalma

sı istatistiklerde çok büyük o­­ran­la­ra varmaktadır. Devletin kendisi fuhuşu, kadın bedeninin a­lı­nıp satılmasını bizzat kendisi örgütlemekte, ge­nel evleri vergiye tabi tuta­rak kadın satışını meşru­laştırmaktadır. (Türkiye’nin vergi rekortmeni ge­nel ev işleten bir kadındır ve Türkiye vergisini dü­zenli ve­ren bu devlet müşterisini gururla man­şetle­rine taşıdı, ne kadar sadık bir yurttaş ol­du­ğu­nu ağız birliğiyle anlattı!) Yine devlet zoru, iş­gal edilen ülkelerin teslim alın­­ma­sın­­da, si­yasal e­ğilimi benimsenmeyenlerin ira­de­lerinin kırılma­sında en temel araç ol­mak­ta, ordular kadınlara tecavüzü bir hak olarak gör­mekte, savaş gani­me­ti, güçlünün hakkı hep kadın bedeni olmakta­dır. Irak’ın işgalinde toplumun onursuzlaştırılma­sı için ABD or­dusu Irak’lı kadınlara tecavüzü ve her türlü çirkin yaklaşımı pervasızca sergile­miş, dün­ya devletleri bunu meşru bir hak olarak kar­şılamış ve karşı çıkan olmamıştır. Çünkü te­­cavüz iktidarın uygulanma biçimi, aracıdır. Bu ne­denle aynı zamanda zor aracına dayalı uy­gu­la­nan bir devlet politikasıdır. Halkları, ül­keleri e­le geçirecek kadar güçlü olanın her bi­çimde dav­ranma hakkı vardır düşüncesi dev­let politika­sının esasıdır. Kadınlarına teca­­vüz edilmiş bir halk esasında ira­­desizleştiril­mek istenmekte, kişi­liği kı­­rıl­­mak­ta ve ruhu bu yolla teslim alınmaya çalı­­şıl­mak­ta­dır. Kadını teslim almak isteyen er­kek, toplumu tes­­lim almak isteyen devlet kayna­ğı aynı zih­­niyetin ürünü olduğundan tecavüzü de­ğişik biçimlerde uygulayanlar olmaktadır.

Tüm bunlar karşısında kadının tecavüz kültü­rü kar­şısında direnci ve onu aşmaya çalışması toplum­sal cinsiyetçiliği aşma ve devlet zo­­ru karşısın­da halkının özgürlük mücadelesi­ni yürütme an­lamına gelir. “Özgürlük Müca­­delesini Yüksel­telim, Tecavüz Kültürünü A­şalım” şiarı teme­linde örgütlendirilen kam­­pan­ya özce bu amaç çerçevesinde yürütülme­­si amaçlanan bir ça­lışmadır. Kampanya top­­lumsal cinsiyetçilikle mü­cadele üzerinden sos­­yal, devlet zoru karşısın­da direnci üzerinden siyasal, iktidarcı zihniyetin he­deflenmesi ü­zerinden ideolojik, erkek lehine o­lan yasala­­rın değiştirilme amacı üzerinden hukuk­sal a­­maçlara sahiptir. Bu çerçevede 8 Mart da startı verilen kampanyanın Kürdistan gerçeğin­­­de belirlenen amaçlar çerçevesinde etkili yü­­rü­tülmesi özgürlük mücadelesinin hem top­lum­sal, hem siyasal hedefleri anlamında ö­­nemli geliş­melere yol açacaktır. Eğitsel, eylem­sel içerik çer­çevesinde planlanan kampan­ya Kürdistan top­lumu açısından temel bir ih­tiyaç üzerinden ör­gütlendirilmektedir.

Kürt toplumunun sosyal toplumsal değişimi, cin­­­siyetçi yapılanmanın aşılmasının gereği, tö­re­sel baskı ve şiddetin uygulanmasının dur­du­rul­ma­sı, irade ve kişilik kazanma, kadın­da gelenek­selliğin, erkek de sahte özgürlük anlayışıyla ör­tülmüş teslimiyetçi duruşun a­şılması özgür ve i­radeli bir toplum olmanın ol­mazsa olmazıdır. Gün­lük yaşama, aile içine indirgenmiş uygulama­lardan tutalım da top­lumsal gelenek olarak ken­disini örgütleyen kadın aleyhine şekillenmiş ku­ralların de­­ği­­şime tabi tutulması, yeni bir ahlaki dokunun örgütlendirilmesi kampanyanın toplum­sal ayakta en önemli amacıdır. Kürdistan ger­­çeğinde bu bir ihtiyaçtır. Aile içi şiddet ve ka­dının kendi istemi dışında cinsel istisma­­ra ma­ruz bırakılması, töre-gelenek şiddeti, sokak şid­deti, kadının statüsünün el koyma­ya, gaspa a­çık halde tutulması Kürdistan top­­lumunun kölelik üreten, yaşatan, köleliği a­yakta tutan yönleridir. Zorla elde edilen bir ka­dının psikolojik yakla­şımı mutlaka içinde bu­lunduğu topluluğun ruh ha­line mal olur, ka­dında kişilik parçalanması top­lumda dirençsizliğin gelişimine yol açar. Da­ha da çözüm­­lenebilecek bu ve benzer durumlar te­cavüz gerçeğinin kadın üzerinde uygulanmış hal­­­lerinin topluma mal olmuş biçimlerini ay­rın­­tı­landırabilir. Burada amaç tecavüzü her tür­­lü uy­gulanma biçimiyle tanımak, kendi top­lumsal ger­çeğimizde buna karşı mücadele et­mek, böyle­likle toplumsal özgürlüğü hedef­­lemektir. Böyle bir bakışla tecavüz kültürü­nü çözümlemek ve kar­şısında mücadele et­mek gerekir.

Kür­distan işgal altındadır. Ülkemize, halkımı­za el konulmuştur. Kölelik içselleştirilerek top­lum­sal değer yargıları bunu meşrulaştıracak düzeyde örgütlendirilmiştir. Bu durum te­cavüze uğra­mışlığın en açık halidir. Bu ger­çeklik karşısında Kürt halkının başlattığı öz­gürlük mücadelesi özce iktidar kaynaklı her türlü uygulamaya hayır di­yebilme ve bun­ları bertaraf etme iddiasını taşı­dı­ğından te­cavüz kültürü karşısında bir duruşu i­fa­delen­dirmektedir. Devlet Kürdistan’da toplum­sal kişiliği parçalama, teslimiyete zorlama, di­­renci kırma yöntemi olarak ordusuyla, timle­riy­le, korucuları, çeteleriyle halkımızın değer yar­gıları karşısında büyük bir saldırı içeri­sin­de­dir. Tecavüzü uygulayan, yaygınlaştıran, meşrulaş­tıran, savaş aracı olarak geliştiren devletin ken­disidir. Toplumsal yozlaşma­yı sağlamaya dö­nük Kürdistan’da uyuşturu­cu ve fuhuş sektörü­nü yaygınlaştırma strate­jik bir savaş olarak dev­let tarafından gelişti­rilmektedir. Kürdistan öz­gürlük mücadelesi­nin gelişiminden sonra Kür­distan’da fu­hu­­şun bu kadar yaygınlaşması, ço­cuk kaçırma, cin­sel istismar, uyuşturucu şebe­ke­lerinin bu ka­dar çoğalması devletten ve yürütü­len savaş­tan bağımsız ele alınamaz. Kürdistan’da as­kerin girdiği köylerde önce kadına el u­za­tı­lır, sonra erkekler açık bir meydanda toplatı­­la­rak çırıl çıplak teşhir edilerek her türlü mu­a­me­leye maruz bırakılır. Nedeni onurunu, ki­şi­li­ği­ni kırarak o topluluğu teslim almak, top­lumu ka­rılaştırmak ve devletin kocalığını i­lan etmektir.  Yozlaşmış, kişiliği parçalanmış bir toplum her türlü egemenliğin uygulan­ma zeminine rahat­lıkla dönüşür. Zaten toplumsal cinsiyet ölçüle­rinde “karılık” olarak tanımlanan, kimliği yozlaş­tırılmış, kişiliği parçalanmış gerçekliktir. Dola­yısıyla Kür­dis­tan’da cinsiyetçiliğin kadına yap­tığını düş­man halkımıza yapmaktadır.  Örnekl­eri bin­lere varan, en son Siirt’te yaşanan o­lay bu ger­çeği çok trajik bir şekilde ortaya koymak­ta­dır. Emniyetinden, çetesine, jandarmasına ka­­dar bütün devlet protokolü çocuklarımıza ya­pı­lan tecavüzün failleri. Üstelik Siirt valisi “taş atacaklarına, fuhuş yapsınlar” diyor. Dev­letin ka­rakterini ve Kürdistan’da işlevini tek bir cümley­le özetliyor valinin kendisi.  Ço­cuklar gelece­ği­mizdir,  umutlarımızdır; ge­leceğimiz ve umutla­rımıza tecavüz edilmek­tedir. Özgürlük mücade­lesi çocuklarımız i­çin özgür bir gelecek yarat­ma ka­rar­lı­lı­­ğın­­day­den devletin mesajı şudur bizle­re; “savaşa­bilir, kazanabilirsiniz ama biz çocuk­larınıza tecavüz ederek sizin savaşarak elde et­tiği­niz geleceğinizi şimdiden teslim alıyoruz, si­zi kişiliksizleştiriyor, yarın ki toplumunuzu şim­­di bitiriyoruz” Ahlaksız ve acımasızca bir sa­vaş yöntemi, bir saldırı biçimidir yaşanan­lar.  Siirt valisi “kendinizi satarsanız, özgür­lük müca­delesi yürütmezseniz iyi Kürtler siz olursunuz” diyor. Bu nedenle yatılı okullar genel eve dö­nüştürülmekte, tutuklanan ço­cuklar cezaevinde bilmediğimiz uygulama­lara maruz kalmakta­dır. Siyasetçi Kürt ka­dınları polis tarafından teca­vüze, tacize uğ­ramakta, böylelikle halkımızın i­radesi kırıl­mak istenmektedir. Tecavüz kültürü Kür­dis­tan’da bu kadar pervasızca devlet tarafından uygulanırken başta kadınlar olmak üzere tüm toplumumuz bunun karşısında amansız bir di­reniş göstermek ve özgürlük mücadelesi­ni yük­seltmek durumunda.

Hem toplumsal gerçeğimizde belirgin olan top­lum­sal cinsiyetçilik, hem de devlet eliyle ül­ke­mi­ze ve halkımıza karşı yapılan saldırılar, yozlaş­tırıcı ve  bitiricidir. Bu durumda ben­­liğimize te­cavüz eden yaklaşımlar ciddi bir mücadele gü­cü açığa çıkarmamızı gerekti­­riyor. Toplumsal öl­çülerde değişimi sağlaya­maz, feodal, ya da ka­pitalist modernitenin et­kilerinde yaşam tarzımı­zı, kişilik donanımı­­zı, toplumsal yapımızı belir­lersek tecavüz kül­­türünü sürekli üreten iktidar­cı zihniyeti a­­şa­­mayız ve içerilmiş kölelikle cin­siyetçilik ü­­retir, iktidarı, devleti ayakta tutarız. Devlette bizi özgürlükten uzak tutmak için top­rağı­mı­za, kadınlarımıza, çocuklarımıza el u­zat­ma­yı hak sayar, toplumsal psikolojimizle oy­nar, canının istediği gibi kullanır. Bu nedenle teca­vüz kültürünün bizlere mal olmuş şekli­ni ve kay­nağı olan cinsiyetçiliği radikal bir mü­ca­de­le­nin gündemine almak durumundayız. Reber APO “iktidarcı, egemen zihniyetten ve onun siste­minden sonsuz boşanma” o­la­­rak cinsiyetçilik kar­şısında yürütülmesi gere­ken mücadelenin bo­yutunu ortaya koymak­ta. Kampanya vesilesiy­le böyle bir boşan­­ma perspektifini toplumsal ze­mine mal et­­me çalışması yürütmek çok ö­nem­lidir.

Özgürlük mücadelesini yükseltmek kadroları­mız açısından her cepheden büyük bir yoğun­lu­ğu gerekli kılmaktadır.  Bu anlamda ikti­darcı zih­niyetin etkisinde şekillenmiş düşün­ce sistemi­mizi, toplumsal cinsiyetçilik çer­çevesinde biçim bulmuş verili kişilikle ka­dın ve erkek olma ger­çeğini özgürlük ideo­­lojisi çerçevesinde değişi­me tabi tutmak teca­vüz kültürünün uygulayıcı gü­cü olan devle­ti ve sistemini aşmayı beraberin­de getirir. Ön­ce kendimizde sistemi yenmek ve ik­tidarcı zihniyetin her türden kurumu ve uygula­ma­sı karşısında mücadeleyi kendimizde elde et­­tiğimiz başarıya dayandırmak gerekir. Bu an­lam­da “Özgürlük Mücadelesini Yükseltelim, Te­cavüz Kültürünü Aşalım” kampanyası önce­likle bizlerde önemli bir özgürlük düze­yini a­çığa çıkaracak kadar mücadele etme­nin vesi­lesi olmalı. Bunun üzerinden topluma yönel­mek, gelenekselliklerle uzlaşmak de­ğil, e­ği­terek halkımızı özgürlük gelenekleri­ni yarat­mak gerekir. Kendini özgürleştirme­ye karar vermiş ve bunun değişimini yakalamış bir toplumla devlete karşı her cepheden diren­mek, tecavüzcüden hesap sormak ve müca­deleyle onu yenmek, özgürlük sistemini bu­nun üzerinden oluşturmak, özgürlük müca­delemizin stratejik amaçları olarak kampan­yanın da uygulama esaslarıdır. Özgürlük öl­çülerinde şekillenmiş bir toplumun güzel ve yaşanılası olduğu inancıyla kampanya vesi­lesiyle egemenlikli zihniyetten sonsuz boşan­ma iddiasını göstererek mücadelemizde so­mutlaştırmak tecavüz kültürünün uygulan­ma imkanını ve zeminini ortadan kaldıracaktır.