Basın demek; doğruları ve gerçekleri anlatmak, yanlışları ve suçları çarşaf çarşaf sergilemek, söylenen ve yapılan hileleri, sahtekarlıkları...
Enes PÎR
Türkiye’de medya alanında kalem oynatan, haber kovalayan, tartışma programları sunan liberal, demokrat, sosyal demokrat vb. olanlardan bugün geride kimler kaldı? Şu an Türkiye Medyasında dürbünle arasanız, projektörle tarasanız “doğru-düzgün” demokrat ve liberallerden birkaç kalem, kamera ve ses bulmak bile oldukça zor. Geçmişin keskin kalemleri, gür sesleri, araştırmacı yazarları artık yok. Liberallerden bile kimseyi bulamazsınız. Onlar ya zindanlarda ya sokaklarda ya da sürgünlerde faşizme karşı mücadele yolunda onurluca ömür tüketmektedirler. Birkaç istisna kabilinde varlığını sürdürenler ise, bin-bir zorluk içinde, faşizme karşı dik durmanın, inatla doğruları savunmanın çabasını vermektedirler. Bunları selamlamak, direnişlerine ve emeklerine sahip çıkmak, onlarla dayanışma içinde olmak, en temel insani görevdir. Varlığını sürdürenler ise, tamamen devlet faşizmine teslim olmuş, erdoğan’ın güdümüne girmiş olanlardır. Bunlara medya mensubu denilebilir mi? Aydın, yazar, gazeteci, muhabir vb. demek mümkün mü? İşlevleri ve oynadıkları roller açıkça ortadadır. Kimse kendisini aldatmasın. Simülasyonlar dünyası yaratmanın alemi yok. Kendini kandırmayan, çevresini de kandırmaya yeltenmez. Bu halen geçerli ve kabul gören bir formüldür. Kandırma ve aldatma önce kişinin kendisinde başlar ve formül devam eder.
Bugün Türkiye’de Medya mensubu olarak köşe başlarını tutanlar, röportaj yapanlar, makale yazanlar, sözde haber koşturanlar bir-kaç istisna dışında mevcutların toplamı, faşizmin potasına dahil olanlardır. Rêber APO’nun belirttiği gibi; “faşizm çok farklı bilimsel ve ideolojik kavramları başarıyla kullanmada, yani ‘demagojik’ çabasında son derece başarılıdır.” Ve bunu da medya tekellerine borçludur. Maalesef verili medya tarafından, meslek ahlakı ve doğruları, miadı doldu diye depoya atıldı. Vicdan ölçüleri, insanlık ilkeleri, evrensel kurallar tepetakla çöplüğe yuvarlandı. Bunların yerini para aldı. Baş tacı kılındı. Sallabaş efendilik yapma karşılığında sahillerde yazlıklar, karlı dağlarda kışlıklar, çam ormanlarında birkaç günlük kaçamaklar, vadilerde villalar, sitelerde katlar, son model arabalar, Nazım’ın dediği gibi “çek defterleri, para cüzdanları”, hisse senetleri, sırdaş hesaplar vb. aldı. Rêber APO’nun tesbitiyle “para tanrısallığı” uğruna canı gönülden otokontrol ile otosansür dönemine geçildi. “Daha nasıl ve ne şekilde yazayım ki, Erdoğan’ın hışmı üstüme gelmesin”. “Nasıl bir haber yetiştireyim ki, faşizm afferin desin”. “Kimleri programıma çağırayım, hangi konuları ve ne şekilde tartıştırayım ki, faşizm celellenmesin”. “Patrondan azar işitmeyeyim”. “İşverenim beni kapıya koymasın” vb. birçok kaygı ve korku başat oldu. Teslimiyetle yüklü vurgular öne çıkarken, önemli olan buradaki, etiktir. Nerede kaldı basın etiği diye, sormak lazım.
Basın demek; doğruları ve gerçekleri anlatmak, yanlışları ve suçları çarşaf çarşaf sergilemek, söylenen ve yapılan hileleri, sahtekarlıkları, hırsızlıkları gözler önüne sermektir. Korkusuz ve kaygısız davranarak, zalimin zulmünü söylerken, mazlumun hakkını cesaretlice savunmaktır. Bilgi kirliliğine karşı çıkıp, dalavereleri engellerken, esas olanı açığa çıkarıp, şeffaf bir şekilde topluma sunmaktır. Kurgulanmış ve çarpıtılmış haberlere, bilgilere yer vermeyerek, yanılsamalı algıların oluşmasına, sanal cennetler yaratılmasına, zemin sunmamaktır. Toplumu yaşanan gerçeklikler doğrultusunda bilgilendirirken, sorgulamanın yapılmasını sağlamak vb. gibi yüzlerce olgudan bahsetmek, medyanın asli görevidir.
Medyayı medya yapan onun etiği ve vicdanıdır. Onu bunlardan ayırdığınızda geriye kalana medya demek, abesle iştigal olmaz mı? Bugün Türkiye’deki uygulamaların toplamı faşizme hizmet etmekte onun borazanlığını yapmaktadır. Birebir faşist-erdoğan’ın orkestrasına ve oyun ekibine dönüşmüşler. Erdoğan buyuruyor, medya koro halinde nakarata geçip, ekip halinde çalıp oynuyorlar. Kralların soytarısı, padişahların şaklabanı rolünü sergiliyorlar. Medya ne yüklendiği misyonun, ne soyunduğu rolün ne de var olan gücünün farkındadır. Korkudan kuyruğunu kıstırıp, titreyen finolar gibi çaresizce efendisine (erdoğan’a) bakmaktadır. Hâlbuki, medya erdoğan’ın aşil topuğudur. Aşil topuğundan vurulmak ayakta kalmayı kaybetmektir. Beynin beden üzerinde kurmuş olduğu dengenin alt-üst olması ve yıkılmasıdır. Aşil topuğundan vurulan biri, savaş dışı kalırken, hızla meydanı terk eder. Arkasına bakmadan kaçar. Eğer medya rolünü oynasaydı, büyük ihtimalle Erdoğan’ın akibeti böyle olacaktı.
Bugün Türkiye faşizmi ve faşist erdoğan ayakta duruyorsa, bunun küçümsenmeyecek bir sorumlusu ve müsebbibi teslim olmuş medyadır. Zira Türkiye faşizminin ve faşist erdoğan’ın sözlerini ve pratiğini süsleyip topluma taşıyan, ona aşil topuğu olan verili medyadır. Meslek etiğine ve vicdanına dayalı insani ve demokratik görevini yerine getirseydi eğer Türkiye toplumları ne faşizme kolayca geçit verecek ne erdoğan’ın zalimliklerine tepkisiz kalacak ne de bugünkü ülke manzarası bu derecelere gelecekti.
Bir yanlış genelleşince, yanlış olmaktan çıkıp, doğrunun yerini alır. Doğru ise yanlışlanarak ötelenirken, tepetakla çöplüğe süpürülür. Yanlış ise, doğru olarak kabul gördüğünden artık yanlış diye tanımlanmaz. “Meşrulaşarak” algılara ve yargılara dönüşür. Bunun toplumsal tanımı; ahlak ve vicdandan istifa etmedir, siyaseten ise; intihardır. Türkiye’deki verili medya bu tespitin bizzat pratik uygulayıcısı oldu. Tanrı para uğruna, insanlık düşmanı faşizmi, toplumsallığın özü ve yaşam biçimi olan demokrasiyle özdeşleştirdi. Faşist erdoğan’ı ise, demokrasi havarisi yaptı. Böylece kendi eliyle ölüm ilanını vermiş oldu.
Bugün bu medya yürüyor mu? Yoksa sürünüp, kemik yalayıcılığı mı yapıyor? Bunun tespitini faşizme karşı mücadele edip, bedel ödeyenler yapacaktır. “Görünen köy kılavuz istemez” misali, faşizmin ve erdoğan’ın saltanatı uzun sürmeyecektir. Demokrasi ve Özgürlük mücadelesi karşısında şimdiden çözülüşü ve çöküşü yaşamaktadır. Her gün ömrü daha da kısalmaktadır. Tarihin çöplüğüne gideceği gün yakındır. Ya sonra..! Mevcut cafcaflı, renkli, süslü-püslü ve bol cilalı medya ne yapacaktır? Öncelikle topluma, toprağa düşenlere, ardından zindanlara atılmış olanlara, işinden kovulanlara, ülke dışına çıkmak zorunda bırakılanlara, bir bütün bedel ödeyenlere nasıl bir cevap verecektir? Geçmişteki meslektaşlarının karşısına nasıl çıkacaklar? Onların yüzüne hangi edeple bakma cesaretini gösterecekler? Faşizme sattıkları meslek etiğinden, lağımlara yuvarladıkları vicdanlarından, çiğnedikleri insani değerlerden yoksun olarak, nasıl yaşayacaklar? Dumura uğramış beyinleriyle, karartıp, zifiri hale gelmiş yürekleriyle, alınlarına sürdükleri çamurlu lekelerle, nasıl insan içine çıkacaklar? Mahallede yürürken, parklarda dolaşırken, iş yerine gidip gelirken, karşılarına çıkacak eski dostlara, nasıl merhaba diyecekler!..
Yoksa ölümler, işkenceler, acılar, yıkımlar ve bir bütün bedellerle yüklü şeref ve haysiyet sizin olsun, bana paracıklar yeter mi diyecekler!..