TARİH GÜNÜMÜZDE BİZ DE TARİHİN BAŞLANGICINDA GİZLİYİZ

 

 

Kürt ve Kürdistan tarihi boyunca direniş, kahramanlık ve özgürlük karakterine rağmen...

Tarihle toplum birbirinden ayrı ele alınamaz iki olgudur. Hatta çoğu kez neredeyse biri diğerin yeri ile eşdeğerdir. Hiç bir halkın veya bireyin tarihsel gelişmelerden soyut yaşayarak kendi geleceklerini belirleyememesi açık bir gerçektir. Tarihsel gerçekler, içine mızrak konmadan dik durmayan boş çuvala benzerler. Boş çuvalı dik tutan mızrak, tarihçilerin ona yüklediği anlam ve önemdir. Tarih, geçmiş ile günümüzün sürekli diyaloğudur. Bir tarih ne kadar yok edilmek ve yok sayılmak istense de nasıl ki, bir nehir kuruduğunda yatağı iz bırakıyorsa, tarihlerin de böyle iz bırakma gerçekliği vardır. Dolayısıyla ne kadar tarih bilinci varsa o kadar anlamlı toplumsal yaşam kurulabilir. Bir anlamda bir halk kendi tarihini yani gerçekliğini ne kadar derin yaşarsa hakikatiyle o kadar yaşamış olur. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri,  yirmi birinci yüzyılda tarih ve toplumumuzu ele alırken, Kürdistan ve Kürt Halkı olarak kendi özgürlük mücadelemizde, yüzleşmek durumunda kaldığımız tarihsel gerçekliğimizdir. Toplumsallığın ilk oluştuğu Mezopotamya coğrafyasının en kadim halklarından olan Kürt halkı ile onun ülkesi Kürdistan’ın gerçekliğine yakından bakmak, bu anlamda konumuza ışık tutacaktır.

İbn-i Haldun “coğrafya kaderdir” der. Toplumsallığa beşiklik eden ve o günden günümüze değin jeostratejik konumunun önemini hep koruduğu Kürdistan, ana yurdu olduğu Kürt halkının toplumsallığıyla, tarihiyle, kültürüyle adeta bütünleşmiş durumdadır. İnsanlığın evrimsel serüveninde M.Ö. 20 bin yıl önce son buzul çağından sonra Kürdistan coğrafyasının içinde yer aldığı Verimli Hilal topraklarında M.Ö. 12 bin yıllarında yerleşik hayata ilk kez geçilmiştir. Zagros-Toros Dağ silsilesinin iç kavislerinde, Dicle, Fırat Nehirleri kenarlarında ana kadın öncülüğünde gerçekleşen Neolitik köy ve tarım devrimi değerleri, günümüze kadar ana bir nehir gibi akıp gelerek birçok buluş ve icadın kök hücresini oluşturmuştur. Daha sonrasında ise, El-Ubeyt kültürü ile karşılaşan Tıl-Halaf kültürü zamanla devletçi sisteme doğru Sümer uygarlığı olarak vücut bulmuştur. Aryen kökenli ilk oluşum olan Hurriler ile birlikte, Gutiler, Kasitler, Mitaniler, Hititler, Lulular, Urartular, Medler diye sıralayabileceğimiz proto- Kürt oluşumları bu topraklarda daha çok baskın olan konfederal formlar geliştirmekle beraber, devlet ve imparatorluk şeklindeki örgütlenmelere de gitmişlerdir.

Aynı zamanda insanlığa beşiklik ve aynî zamanda şahitlik etmiş bu topraklar, günümüze kadar süre gelen demokratik komünal değerlerin oluşumunda, gelişiminde ve taşırılmasında da öncülük yapmışlardır. Bunun yanı sıra tıbbın, astronominin, ilmin, felsefenin, yazının, edebiyatın, takvimin, yol yapımlarının, sulama kanalları ve kalelerin yapımı gibi mimaride rol oynayan Kürtler; aynı zamanda Kürdistan toprakları da tarih boyunca, simgesel dillerin oluşmasından dinlerden önce Zerdüşt, Mani, Mazdek gibi insanlığa mal olmuş inanç değerlerine ve tek tanrılı dinlerden tutalım birçok mezhep, ilim ve felsefe akımlarına da beşiklik etmiştir. Bu topraklarda Kürt halkı öncülüğünde geliştirilen ve insanlığa armağan edilen söz konusu maddi ve manevi değerlerin yanı sıra toplumsallığın gelişip yayılmasında ana kuluçka rolünü oynayan Kürdistan coğrafyası, dört iklimin yaşandığı dünyanın ender yerlerden biridir. Tek tanrılı dinlerin “cennet” olarak tasvir ettiği bu coğrafya, aynı zamanda dağları, ovaları, nehirleri ile yeraltı ve yerüstü birçok zenginliği barındırmaktadır.

Kürdistan’ın bu jeostratejik konumu, neredeyse uygarlık tarihiyle birlikte savaşların da hiç eksik olmadığı bir coğrafyadır. Kürdistan’ın yerüstü ve yeraltı zenginliği ile aynı zamanda tek tanrılı dinlerin çıkış mekanı olması sebebiyle neredeyse her etnik, din ve inanç grubu bu toprakları kendine ait görerek “zapt edilmesi gereken yer” olarak addetmiştir. Sümer, Akad, Babil, Asur’dan günümüze kadar Kürdistan, savaşın neredeyse hiç eksik olmadığı bir coğrafya olmuştur. Tüm bu savaşlar boyunca Kürt halkı da bu toprakların ana kök halkı olmasından aldığı güce dayanarak, toplumsallık formlarıyla varlığını koruma direnişini göstermiştir.

Kürt halkının toplumsal formlarına baktığımızda, bugüne kadar kendini var eden kabileler ve aşiret konfederasyonları olarak çoğunlukla hareket etmişlerdir. Aşiretler, bir nevi kabilelerin federasyonu olarak bilinirken, kabileler ise kan bağı gerektirmeyen formlar olmuştur. Aşiret ve kabileler, devletçi  uygarlıklara çoğunlukla uyum sağlamamış, toplumların en ahlaki ve politik karakterini temsil etmişlerdir. Aşiretler, savaş ve saldırılarda gösterdikleri dirençle  Kürt halkının tarihten yok olmasını engelleyen temel tarihsel ve toplumsal form olurken, günümüze kadar Kürt halkının birlikteliğinin sağlanmamasından da en belirgin faktörlerden biri olmasıyla bir paradoks niteliğindedir. Bu paradoksun temel nedenlerinden bir tanesi de Kürdistan tarihi boyunca Kürt karakterinin kahraman yönüyle neredeyse at başı giden ihanetçi-işbirlikçi karakteridir.  Söz konusu karakter yapılanması için Önder Abdullah Öcalan “Kürt etnisitesi ne kadar özgürse, onun aristokrasisi de bir o kadar silik ve işbirlikçidir. Bu temelde sınıflaşma çarpık ve soy inkarcılığıyla iç içedir” vurgusunu yapmaktadır. Direniş ve işbirlikçilik cenderesine sıkışması, işgal ve istilalarla sürekli karşı karşıya kalması, iklimin sertliği, Kürt bireyinde karmaşık ve ne yapacağı kolayca kestirilemeyen bir karakteri açığa çıkarmıştır. Çabucak sinirlenme, saman alevi misali yanıp -sönmesi bir olan, olay ve olguları dar ve günü birlik bir ufukla değerlendiren ve bundan dolayı yönlendirmeye açık olan bir kişilik özelliğini yaygın olarak taşımaktadır. Özellikle yozlaşmış aşiret ve kabillerin üst tabakasında açığa çıkan ihanetçi-işbirlikçi çizgi, Ortadoğu mitolojisindeki kendi toplumsallığında özgür Kürd’ün sembolu olan Humbaba’ya karşı Enkidu karekteri şahsından tutalım, Med krallığından Harpagos’un Astiyag’a olan ihanetinden yine Sasani, Osmanlı ve günümüzde TC’yle kendi halkına ihanet üzerine geliştirilen ve Ortadoğu’nun Jitemi ile DAİŞ’i niteliğinde olan KDP şahsında en somut halini alan   bu ihanetçi-işbirlikçi karakter, Kürt ve Kürdistan tarihinde hep olumsuz rol oynayarak, tarihimize kara bir leke olarak geçmişlerdir. Tüm dış saldırılar ve iç ihanet-işbirlikçiliklere rağmen Kürt halkının direngenliği ve kahramanlığı ise, yok oluşu engelleyen temel karakter olmuştur. Kendini sürekli hızlı bir şekilde iç örgütlülüğe kavuşturarak teslim olmaması bunun temel sebeplerinden bir tanesidir. Selçuklu, Sasani ve Osmanlı imparatorluklarında hiçbir halkın elde edemediği ayrıcalık ve imtiyazları bu özelliklerinden dolayı kazanarak özgünlüğünü ve özerkliğini hep korumuştur. Kürdistan’ın tüm parçalarında birçok mirlikler kurabilmiş, kendi kültürel, edebi, dil, müzik alanında gelişmeler katetmiş ve öz savunmasını kendisi sağlayabilmiştir.

Kürt ve Kürdistan tarihi boyunca direniş, kahramanlık ve özgürlük karakterine rağmen Kürdistan, yoğun saldırılar sonucu bölünmekten kurtulamamıştır. 1639 yılında Safevi ve Osmanlı arasında yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşması’yla Kürdistan önce ikiye bölünmüştür daha sonra 1916’da yapılan Skeys Picot antlaşması ve ardında Ankara Antlaşmasıyla  dört parçaya bölünmüştür. 1600’ler ile 1900’ler arsında Kürdistan, çok kapsamlı dış saldıralara hedef olmuştur. Buna karşı Kürd’ün özgürlük eğilim aynı şekilde direnişle bu istila ve işgal saldırılarına cevap vermişse de özellikle 1800’lerden sonra uluslararası hegemon güçler ile bölgesel işbirlikçileri karşısında çağın gerçekliğine göre örgütlülüğe gidemediği için başarıya ulaşmamıştır. Burada en temel faktörlerden bir tanesi de salt saldırılarla sonuç alamayacaklarını anlayan hegemon güçlerin mirlik kurumunun dağılmasıyla yerine tarikatları yerleştirerek, Kürt halkının inanç dünyasını manipule ederek özgürlük eğiliminden alıkoyma temelinde belli sonuçlara gitmişlerdir. Bununla da istedikleri sonucu tam alamayan hegemon güçler, Kürt halkına yönelik fiziki ve kültürel soykırımları devreye koymuşlardır. Özellikle emperyal paylaşım savaşı olan Birinci ve ikinci Dünya savaşı ardında Kürt ve Kürdistan Yurtseverliği ile büyük fedakarlık, azim, kararlılık, irade ve öz değerleriyle yaşama ısrarı temelinde gelişen Koçgiri, Şêx Mehmut Berzencî, Şêx Said, Simkoyê Şikakî,  Agirî ve Dersim direnişleri başta olmak üzere dört parça Kürdistan’da birçok direniş gelişmişse de hegemon güçler tarafından fiziki soykırım temelinde bu direnişler  bastırılmıştır.

Kürt halkının, fiziksel soykırımlara maruz kalan diğer halklar gibi yok olmamasının temel sebepleri, dağları kadar nüfusunun sayıca çok olması ve Kürd’ün direnişçi özelliğinden kaynağını almaktadır. Bu özellikleri, Kürt halkını fiziksel soykırımlarla bitirilmesini engellemişse de dört parça Kürdistan da Türk, Arap, Fars ulus devletlerinin kültürel soykırım uygulamalarına maruz kalmasının önünü alamamıştır. Kültürel soykırım kapsamında adı geçen faşist ulus devletler, dört parça Kürdistan’da parça özelliğine gör farklı kültürel soykırım uygulamaları geliştirmiştir. Bu uygulamalarla temel hedefleri bir yandan  Kürt halkını özünden boşaltarak, kendi uzantılarına dönüştürmeye çalışırken öte yandan Kürt kültürünü kendi uluslaşmalarının harcı yapmak istemişlerdir. Bu kapsamda Kürdistan’da devletler eliyle oluşturulan tarikatlardan tutalım Şark Islahat Planı ve Arap Kemeri gibi tehcir ve asimilasyon politikaları, yanı sıra akla gelebilecek her tür özel veya psikolojik savaş yöntem ve uygulamalarına baş vurmuşlardır.

Son iki yüz yılın hegemon güçleri olan başta İngiliz ve ABD ile global bir canavara dönüşen kapitalist sistem, Kürt halkına uygulanan söz konusu inkar ve imha siyasetinin oluşturucuları ve en büyük güç dayanaklarıdır. Özellikle son yüz yılda hegemon güçler ve küresel sermaye, kendi çıkarları temelinde Kürdistan’ı Türkiye, İran, Irak ve Suriye faşist ulus devletlerine peşkeş çekmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı ardında bu politikalarını direkt kendi elleriyle uygulayan hegemon güçler, İkinci Dünya Savaşı ardında ise aynı politikalarını farklı yöntemlerle bölge karakolları rolündeki bu dört devlet eliyle uygulamışlardır. Söz konusu güçler ve bölgedeki işbirlikçilere karşı son iki yüz yıllık Kürdistan tarihinde Kürt halkı da direnişlerini hiçbir zaman durdurmamıştır. Yukarıda da kısaca değindiğimiz direnişlerin başarısız olmaları, Kürt halkı düşmanlarına “Kürdü bitirme” umudunu vermiş olsa da Önder Abdullah Öcalan ve öncüsü olduğu PKK’nin yarım asırlık özgürlük mücadelesi, Kürt düşmanlarının heveslerini kursaklarında bırakarak Kürd’e tarihinin belki de en büyük özgürlük imkanını ve umudunu sağlamıştır ve sağlamaktadır.

PKK SAKİNE CANSIZ OCAĞI ÖĞRENCİLERİNDEN