Haçlı Seferlerinin kırılması ardından Ortadoğu’da gecikmiş bir İmparatorluk olarak Osmanlı İmparatorluğu doğdu. Hıristiyanlık Ortadoğu’da yenilip zayıf düşse de Avrupa’da kapitalist sömürü sistemi gelişim gösterdi. Sanayi Devrimi ve bilim-teknikteki gelişmeler de zemin sundu, Avrupa merkezli bir dünya sistemi haline geldi. Yüz elli yıldır da bu sistem, ‘dünyayı yeniden paylaşım savaşı’ içerisindedir.
19. yüzyılın son çeyreğinde Prusya öncülüğünde Almanya’nın birliği büyük bir sermaye birikimini ortaya çıkarmış, Almanya da böylelikle paylaşımı yeniden gündeme getirmişti. İngiltere küresel imparatorluk olduğu için bir hakimiyeti de vardı. İngiltere, Asya ticaretini daha ucuz ve hızlı yapmak istiyordu, fakat eskinin İpek Yolu bunu karşılamıyordu. Osmanlı İmparatorluğu üzerinden Basra Körfezi’nden Hindistan yolunu açmak istiyordu. ‘Ortadoğu’nun Avrupa-Asya arasında köprü olması’ deyimleri böyle ortaya çıkmıştı. Osmanlının stratejik önemi, öncesinde de vardı ama sistemin küresel hegemonik sistem olma, dünyayı yeniden güç dengelerine göre tekeller arasında paylaşma savaşında Osmanlının bu stratejik konumu çok daha fazla artmıştı. Hem enerji kaynaklarına sahipti hem de Asya’nın enerjisini Avrupa’ya taşımak için en kısa ve ucuz yol oluyordu. Böyle bir yol projesini de İngiltere geliştirmişti. İngiltere, Osmanlıya böyle bir yol projesini sunmuştu. Avrupa’dan Basra’ya bir demir yolu döşemeyi ve oradan Körfezden Hindistan’a ve Çin’e gitmeyi planlamışlardı. Bu da Asya zenginliklerinin, enerji kaynaklarının, pazarının, ham maddesinin sömürülmesini ifade ediyordu.
Abdülhamit bu yol projesine hep yeşil ışık yarak, bunu Fransa, Almanya, İngiltere, Rusya arasında uzun bir süre politik bir argüman olarak kullandı. İngiltere Osmanlının bu yaklaşımından da yola çıkarak, Osmanlının da kendisini tamamen bu projeye yatıracağını hesap ediyordu. Fakat sonuçta Abdülhamit Alman şirketleriyle anlaştı ve sonrasında da Abdülhamit’in bu politikasını İttihat ve Terakki’de sürdürdü.
Böylelikle sistem Osmanlı-Alman ittifakını bozmak için Birinci Dünya Savaşı içerisine girdi. Hindistan yolunu kaptırmamak için İngiltere; Fransa ve Rusya ile anlaşıp Arap sahasını ele geçirerek Mısır’ı, Irak’ı, Körfezi ele geçirip Almanya’nın önünü kesttiler. Sonuçta Birinci Dünya Savaşında Almanya-Osmanlı İmparatorluğu yenilgiye uğratıldı. Rusya ittifaktan çekildikten sonra da İngiltere-Fransa ittifakı Ortadoğu sistemini kurdular.
Fakat bu bir mücadeleye sahne olmuştur. Öncelikle Sevr Anlaşmasıyla bir sistem kurulmak istenmiştir. Türkiye’de gelişmekte olan Kemalist hareket bunu reddedince de Lozan Anlaşmasıyla bu çatışmalı durum sona erdirilmiş ve 1926’da Ankara Anlaşmasıyla da tam sonuçlandırılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı küresel kapitalist hegemonya ve ulus-devlet sistemi önce Cemiyeti Akvam’dı, 2. Dünya Savaşından sonra Birleşmiş Miletler olarak tanımlanmıştır. Bu sistem oluşturulurken başta yenilmiş Almanya ile de anlaşma yaptılar ama esas olarak Ortadoğu üzerinde egemenlik kavgası, paylaşım kavgası yürütüldüğü için yüz yıllık sistem Lozan Anlaşması üzerinde kuruldu. Sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti Lozan Anlaşması üzerinde kurulmadı, BM Sistemi, küresel ulus-devlet sistemi Lozan anlaşması üzerinde kuruldu.
Orada da en temel pazarlık Kürdistan üzerinedir. Mevcut anlaşmalarla Osmanlı Kürdistan’ını üçe bölmek üzerinden anlaştı. Misak-ı Millîye göre Güney Kürdistan’ın hepsi Misak-ı Millî’nin yurduydu, Kemalistler ondan vazgeçtiler. Kapitalist sistemin galip devletleri olarak İngiltere ve Fransa TC devletiyle anlaştılar, onların anlaşmasıyla bu sistem kuruldu. Bir yandan Mısır’ı, Irak’ı işgal ettiler. Ankara yönetimine İstanbul Boğazını vererek Asya-Avrupa arasında köprü olma rolü verdiler. Ortadoğu’nun ilk ulus-devleti olarak TC kurulmuş, sonradan İran Şahlığı da revize edilerek böyle bir sistem içerisine alınmıştır. Örnek bir model yarattılar. Böylece bir yandan Asya-Avrupa köprüsü, bir yandan Ortadoğu’nun sistem tarafından denetlenmesi rolünü Türkiye’ye verdiler. Tüm bu uzlaşma ve anlaşmaların hepsi Kürdistan’ın parçalanması ve Kürtlerin yok sayılıp soykırımın uygulanması üzerinde olmuştur.
Bu durumun sonuçları üzerinde İran sahasındaki Kürt Hareketi gelişme göstermiştir. Bu sefer de sistem, İran Kürdistan’ının soykırıma uğratılması üzerinde anlaşmışlardır. Oysa savaş içerisinde Rojhilatlı Kürtleri ‘Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’ düşüncesiyle hem Amerika hem de Sovyetler Birliği cesaretlendirmiş ve bilinçlendirmişlerdi. Rojhilatlı Kürtler de büyük bir ölçüde buna dayandılar ve bunu uygulamak istediler, fakat Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan sistem aslında bu yönüyle devam etti. İran’da Mahabad Kürt Cumhuriyeti ezildi ve Kürt soykırımı böylelikle devam etti.
Şimdi 3. Dünya Savaşı her iki savaşın sonucu olarak Sovyetler Birliğinin çözülüşü ardından başladı. 90-91 Körfez Savaşıyla da bu savaş somutluk kazandı. Saddam Hüseyin de Körfez savaşına ‘Savaşların Anası’ demişti. ABD ‘Yeni Dünya Düzeni’ adında yeni bir strateji çizdi ve ‘Amerikan İmparatorluğu’ kurulacak biçiminde değerlendirmelerde öne çıkmıştı. Böylece serbest dolaşmak isteyen sermaye sistemiyle statükoculuk arasında bir savaş başladı.
Körfez Savaşıyla Irak denetime alındı, Saddam Hüseyin yönetimi zayıflatıldı. ABD Körfezin çevresini tutarak Suudi, Mısır, Arap Emirliklerine yüz elli bin asker çıkardı. Bu sadece Saddam Hüseyin yönetimini Kuveyt’ten çıkartan, Bağdat etrafında sıkıştıran bir girişim değildi, Körfezde askeri hakimiyet kurdu ve bu aynı zamanda siyasi bir hakimiyet anlamına da geliyordu.
Uluslararası komplo ardından PKK’nin Güney Kürdistan’a yayılması engellenince, 11 Eylül 2001 İkiz Kule saldırısı da bahane yapılarak Afganistan ve Irak işgal edildi. Irak tümüyle denetim altına alınıp Irak üzerinden bütün Ortadoğu’daki karşıt güçler denetim altına alınmak istendi. Afganistan da savaş alanı haline getirilerek eski İpek Yolu işlemez kılındı.
Yakın geçmişte Ukrayna savaşı oldu ve ardından da Karabağ’da kısa bir savaş yaşandı, şimdi Gazze Savaşı var. Bu sahalar aynı zamanda 3. Dünya Savaşı’nın yoğunlaştığı sahalar oluyorlar. Trump yönetimi sürecinde ABD içe çekilmişti. Trump ‘ABD toplumunun yaşam standartlarını yükseltelim’ diyordu. Bu, Avrupa’da ABD’ye karşı olan güveni zayıflattı. Avrupa devletleri kendilerini güvensiz hissettiler. Macron ‘NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti’ dedi. NATO’nun verdiği güvence Rusya ve Çin karşısında zayıf kaldı. Bir Avrupa ordusu kurmaya yöneldiler. Bunun güçlenmesini engellemek için önce İngiltere’yi Avrupa Birliğinden ayırdılar. Bu da bir ABD projesi gibiydi, zaten küresel hegemonik sistemin kurucusu İngiltere’ydi, yürütücüsü de ABD oluyordu, birlikte yürütüyorlardı. Rusya ile Avrupa’nın ticari ilişkileri gelişmişti. Çin bir yol projesi temelinde Rusya ile anlaşıp Ukrayna üzerinden Avrupa’ya ticaret yolu açmak istedi. Enerji kaynaklarını Avrupa’ya taşırmak için çok ucuz ve kısa yoldu. Fakat Çin’in projeleri alternatifliydi, eski İpek Yolu da bir projesiydi. Şimdi oluşturulan yol da bir projeydi. En uzun ve en masraflı olan Hindistan, Körfez, İsrail, Ürdün, ya Suriye ya da deniz üzerinden Yunanistan’a bağlanan yoldu. Aslında Ukrayna savaşıyla NATO, Biden yönetimi temelinde yeniden güçlendi. Avrupa’yı denetim altına aldı. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımıyla Baltık Denizini denetim altına aldılar. Rusya’ya karşı Avrupa’nın NATO tarafından savunulmasını güçlendirdiler. Böylece Avrupa üzerinde ABD etkinliği yeniden gelişti.
Dolayısıyla Çin ve Rusya’nın, ABD’ye rağmen Avrupa ile ticari ilişkiler geliştirmesinin önünü aldılar. Kendisinin dışında böyle bir ticari ilişki kurmalarını ABD engelledi. Böyle bir ticaret yolu olsaydı, bir de Almanya, Fransa bir Avrupa ordusu kurma yönünde adım atsalardı, ABD’nin ekonomik ve askeri etkinliği azalacaktı ve Avrupa üzerinde çok zayıf bir duruma düşecekti. Avrupa-Rusya-Çin ilişkileri güçlenecekti, Avrupa, ABD’nin denetiminden çıkacaktı. Bunu Ukrayna savaşıyla hem ekonomik boyutta hem de askeri boyutta engellediler. Siyaset de ona göre oluştu.
Ardından Pasifik ve Ortadoğu’da girişimler başladı. O zaman ‘ABD, Ortadoğu NATO’su geliştirmek istiyor, Arap NATO’su geliştirmek istiyor, Çin’e karşı Pasifik NATO’su geliştirmek istiyor’ denildi. ABD Başkanı Biden gelip konferanslar yaptı, yoğun bir diplomasi sonucunda Hindistan’daki G-7 zirvesi ardından Hindistan, Suudi, İsrail, Kıbrıs, Yunanistan yolunda anlaştılar ve yeni ticaret yolunun bu şekilde inşa edileceğini ilan ettiler. Ukrayna savaşından sonra ABD öncülüğündeki diplomatik faaliyetlerin sonucu böyle birçok yönlü anlaşmayı ortaya çıkardı. Berlin, Bağdat, Basra Demir Yolu projesiyle başlayan, Asya-Avrupa enerji yol arayışı böyle bir anlaşmaya ulaşmış oldu. En azından siyasi olarak taraflar ittifak yaptılar. İran, Suudi ve Mısır ile anlaşmalar imzalandı, bu projeye dahil oldular.
Almanya sistemi çökmesin diye bu ticaret yolunun açılmasını en çok isteyen ülkeydi. Onun için Mısır ile çok uzun vadeli anlaşmalar yaptılar. Fransa’ya rol verildi. Çin ise Suudi ile anlaştı ve İran ile var olan ilişkilerini sürdürüyor. Çin, Hindistan ile belli bir düzeyde gerginlik yaşasa da yine de karşıt değildir. Dolayısıyla Çin’in de dışında olması zor görülüyor.
Demek ki, ‘Ortadoğu NATO’su, Pasifik NATO’su’ denilen şey aslında ABD öncülüğündeki mevcut enerji yolunun oluşturulması olarak ortaya çıktığı görülebiliyor. Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere; Mısır’ı, Körfez’i işgal ederek kendisi dışındaki yol projesini önledi. 2. Dünya Savaşında Sovyetler Birliği ile ittifak yaparak İran’ı işgal edip kapatarak Hitleri yenilgiye uğratarak önlediler. 3. Dünya Savaşı içerisinde de 1990’dan bu yana yürüttükleri çabalarla adım adım şimdi böyle bir yol anlaşmasına ulaşmış bulunuyorlar.
Bu anlaşma ilan edilince Türkiye paniğe kapıldı. Halbuki daha önce Türkiye ile Amerika’nın pazarlık yaptığı açığa çıkmıştı. Sistem öncelikle enerji yolunu İsrail’den denizden Kıbrıs’a götürme değil de Irak-Ürdün sınırdan Kuzey Suriye’den Akdeniz’e götürüp Kıbrıs’a ulaştırmak istiyorlardı. Türkiye, Kürtler faydalanıyor diye bunu kabul etmedi. Böyle olunca NATO müttefiki oldukları için Türkiye’nin bu tutumunu reddetmediler ve Türkiye’ye; Suriye ve Irak’a asker sokma izni verdiler, destek oldular. 26 Ağustos 2016’da birlikte başladılar. Hem Çukurca’dan Irak’a hem de Cerablus’a Türk ordusunun sokulması Biden’in ve Barzani’nin onayıyla birlikte Ankara’da imza atarak oldu. Türkiye, Kuzey Suriye’den de geçecek olan yolu engelleyince sistem İsrail üzerinden denizden Kıbrıs’a bağlama biçiminde planladılar. Şimdi anlaşılıyor ki bir yönüyle de ABD, Tayyip Erdoğan yönetimine bunun için izin vermiş, ‘madem istiyorsun gir’ dedi ve ‘sonuçlarına da razı olacaksın’ dendi. Onun üzerine savaşın az olacağı, en güvenlikli hat olarak Hindistan, Suudi, İsrail, Yunanistan hattı netlik kazandı, bütün sermaye çevreleri güvenlikli yer olarak orayı gördüler ve bu yolda anlaşma yaptılar.
Bunun üzerine Tayyip Erdoğan yönetimi içene düştüğü durumu gördü, halbuki kendi talebiyle düştü. Sadece Kürtler yararlanmasın diye yolu engellemişti. Yeni yolu da sabote girişiminde bulundu. İlk girişimi de Karabağ’da oldu. Güya Orta Asya’dan Azerbaycan ve Türkiye’ye üzerinden karayoluyla Asya’yı Avrupa’ya bağlamak istedi. Zengezur Boğazını da alıp böyle bir karayolu oluşturmak üzere Azerbaycan’ı savaşa sevk etti, Karabağ’ı aldılar ama diğer yapmak istediklerine İran ve İsrail izin vermedi. İsrail, Azerbaycan üzerinden müdahale etti, Azerbaycan Türkiye’nin sözünü dinlemedi Ermenistan ile anlaşma yaptı. Ermenistan-İran ittifakı yapıldı. Öyle bir kara bağlantısının kurulmasını da kapatarak Türkiye’nin Tayyip Erdoğan yönetiminin alternatif yol açma projesini sabote ettiler.
Onun üzerine Türkiye’nin dışlandığı yol projesini sabote etme girişimleri olarak Gazze savaşı ortaya çıktı. Bu kesinlikle böyledir. Gazze Savaşı Filistin-İsrail mücadelesinin geldiği bir aşama değildir. Birçok çevre önce ‘İran-Amerika savaşı başladı’ dedi ama görüldü ki İran işin içerisinde yok. İşin arkasında Türkiye var. Tayyip Erdoğan üzerinden Hamas’ı saldırıya geçirdiler, bu da bir provokasyondu, tam bir tuzaktı. Bunu Amerika çevreleri yaptırdı. Çünkü ABD ve İsrail bir gerekçe bulmak istiyorlardı, gerekçe ise Hamas’ın saldırısı oldu. Hamas’ı ise böyle bir eyleme de yüz de yüz diyebileceğimiz bir netlikle Tayyip Erdoğan yöneltti. Şimdi Tayyip Erdoğan’ın bütün korkusu buradan ileri gelmektedir, çünkü açığa çıksa bazı çevrelerin ve Arap toplumunun tutum alabileceğini düşünmektedir. Amerika, Tayyip Erdoğan’ı böyle kullanıyor. Zaten Şam’a giden DAİŞ’i Kobani’ye yönelten de Tayyip Erdoğan’dı. Yine Afganistan’da birçok şeyi Tayyip Erdoğan yürüttü. Tayyip Erdoğan’ın iktidarda tutulması da buradan ileri geliyor. Onun için güçlendirdiler. Öyle anlaşılıyor ki 2023 genel seçimlerde yeniden iktidarda tutmaları da bu kullanmadan ileri geliyor. Tayyip Erdoğan olmasaydı böyle bir provokasyon ve oyun tezgahlayamazlardı, karışabilirdi.
Türkiye basınındaki konuşulanların hepsi algı oluşturmak içindir. Gerçeklerle hiçbir alakası yoktur. Zaten Netanyahu açıkladı, ‘Böyle bir süreçte Türkiye ile ticaretimiz daha da arttı’ dedi. Demek ki böyle bir süreçte Türkiye’de Filistin yanlılığı, İsrail düşmanlığı filan yoktur. Tayyip Erdoğan tamamen kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Kesinlikle bu bir ABD planıdır ve İsrail de işin içerisindedir. Yeni enerji yolunu planlayan devletlerin hepsi de bu plana destek vermişlerdir. Tayyip Erdoğan ve Hamas kullanılarak tuzağa düşürüldüler. Tayyip Erdoğan ve Hamas, Hamas’ı meşrulaştıracak bir ateşkese doğru gidilir düşüncesindeydiler. Fakat ilk günden itibaren İsrail’in böyle bir saldırıya karşı hazır olduğu ve etkili bir şekilde cevap verdiği görülünce de tuzağa düşürüldüklerini anladılar. Tayyip Erdoğan hemen ‘ateşkes gerekiyor’ diyerek açıklamalarda bulundu. Peki sormazlar mı , ‘ateşkes ilan etmek için mi 5 bin tane füze attırdın?’ Sonuçta Tayyip Erdoğan enerji yolunu sabote etme girişiminden sonuç alamadı. Öyle görülüyor ki, sistem yol temizliği yapıyor, bunda kararlılar. Nasıl ki ABD, 1990’dan sonra karadan körfez etrafını, Suudi’yi tutup Ortadoğu’nun sahasını sıkı bir askeri denetime aldıysa, şimdi bu savaşla Doğu Akdeniz’in tümünü askeri denetime aldı, bütün savaş gemilerini ve uçaklarını yerleştirdi. Lübnan, Suriye hattında da ilerlemek isteyecekler, sıra Kıbrıs’a gelecektir. Kıbrıs’a gelince Türkiye çok daha fazla gündeme gelecektir.
Mevcut durumda Çin çok karşıt gözükmüyor, o da dahil oluyor gibidir. Halihazırda İran ile anlaşmış olsalar da ileriki süreçlerde çıkarları çelişirse var olan anlaşmaları da bozulabilir. Şu an İran Hürmüz Boğazından dahil olmak istiyor, bu temelde sistemle anlaşıyor, böyle bir yaklaşımı sistem de tercih ediyor.
Bunların dışındaki güçler olarak Rusya ile Türkiye var. Rusya, Ukrayna savaşına çekilerek zayıflatılsa da bölgedeki dengelerde önemli bir role saliptir. Suriye sınırına gelindiğinde Rusya yeniden gündeme gelecektir. Ukrayna savaşını sona erdirip Rusya ile yeniden anlaşabilme olasılıkları var, böylelikle Rusya da dahil olacak, böyle gelişmese Rusya çatışması bu durumu bozmaya çalışacak. Henüz gerçekleşmiş bir durum değildir.
Demek ki, bu yola en çok karşıt olan Türkiye’dir, çünkü en çok kaybeden Türkiye’dir. İpek Yolunu kaybetti. Azerbaycan üzerinden alternatif yol açmak istedi onu da kaybetti. Türkiye’nin bütün çabası bu yolun Türkiye üzerinden geçmesi ve onun kazancına sahip olmasıydı. Türkiye ekonomisi öylece güçlenecekti. Şimdi dışlanmış durumdadır. 20. yüzyılın başında boğazlardan Körfez’e oluşturulmak istenen ticaret yolu şu an Kıbrıs’ın güneyinden geçerek oluşturulmaya çalışılıyor, Türkiye’ye en yakın yer orasıdır. Türkiye bu yol projesinden böylelikle dışlanmış oluyor.
Şöyle bir araştırma yapılabilir: 1923’te Lozan Anlaşması yapılırken Türkiye’ye rol biçtiler, stratejik önem atfettiler. Stratejik önemi iki şekildeydi. Bir, Asya-Avrupa arasında köprü olmasıydı. İki, Ortadoğu’yu sistem adına denetlemesiydi. Şimdi Ortadoğu denetimi artık Suudi’nindir, Mısır’ındır, İran’ındır, İsrail’indir, çünkü bu, enerji yolu denetimidir. Türkiye’nin sistem adına Ortadoğu’daki jandarmalığı sona eriyor. Bunu kaybetmiş oluyor. İkincisi, Asya-Avrupa arasındaki köprü olabilmesi için ticaret yolu geçecekti, İpek Yolu eskiden aktifti, ondan yararlanıyorlardı, şimdi bu yoldan da oluyor. Yola katılırsa sadece Kıbrıs üzerinden katılabilecek, o da Türkiye’ye çok bir şey kazandırmayacaktır. Ona da katılmaz ve yolu sabote etme girişimlerine devam ederse ‘Sevr’i uygularız’ tehditleriyle karşı karşıya gelebilir, çünkü Sevr Anlaşması gündemden çıkmış değildir.
Tayyip Erdoğan’a izlettikleri politikalarla Türkiye’yi bu konuma getirdiler. Bunu iyi görüp anlamak gerekiyor. Tayyip Erdoğan kişi olarak en uzun iktidarda kalan oldu, bu kadar para kazandı, fakat Türkiye çok şey kaybetti. Önder Apo’nun geçmişte bu konuda Türkiye’yi çok uyardığını hatırlamak yerinde olacaktır ‘Akıllı olmasanız sizi parçalayacaklar’ demiştir. Şimdi gidişat oraya doğrudur. Ya Kürt karşıtlığı ve Kürtlere hak vermeme üzerine çok kaybetmiş olarak ayakta kalacak ya da ısrarla yolu sabote etmek için diretirse sistem ile Türkiye arasında çatışma çıkacak. Böyle bir çatışma durumu belki en son olasılıktır ama olmaz da değildir. Türkiye’nin şu anki siyasi durumu bir iç bölünmeye ve çatışmaya hazırdır, zaten siyaseten üçe bölünmüş durumdadır. Kürdistan bir tarafı, Mersin’den İstanbul’a kadar sınır kıyıları bir taraf, Bir de ikisinin arasındaki AKP-MHP hattı var. Böyle bir durum iç çatışma ve bölünmeyi de gündeme getirebilir.
Tayyip Erdoğan yönetimi Türkiye’nin stratejik önemini bitirtti ama mevcut haliyle kullanmak için 2023 seçimlerinde yeniden iktidarda tuttular. Fakat kullanan çevreler açısından şöyle bir sorun da var: Evet Tayyip Erdoğan’ı bazı provokasyonlarda kullanıyorlar ama Tayyip Erdoğan da iktidarda kalmak için ısrar ediyor, kafa tutuyor, ne yapacağı tam belli değildir, dolayısıyla bu konularda da endişeleri var demek yanlış olmayacaktır. Tayyip Erdoğan bir daha seçime giremez deniliyor ama mesele seçim değildir, aslında sistem açısından Tayyip Erdoğan’ın kullanım süresi bitiyor, sonuna doğru gidiyor, daha fazla da uzatamazlar. Fakat hemen düşürecekler de dememek gerekiyor ama eskisi gibi de değildir, çünkü Abdülhamit gibi bazı şeyleri de bozabilir, daha fazla kendine göre provokasyonlara da girebilir. Sistem, NATO, Türkiye üzerinde etkilidir. Giderek daha fazla değişimini gündeme getirebilirler. Tek pürüz Suriye ve Rusya ne olacak? Tayip Erdoğan’ın iktidarda kalması aslında Rusya-ABD-NATO çatışması nereye gidecek biraz da ona bağlıdır. Rusya’yı çözseler Tayyip Erdoğan’ın ipini hemen çekebilirler. Tayyip Erdoğan, Rusya ile birleşmeye kalkarsa yine hemen ipini çekerler. Zaten ortada devlet filan da yoktur, sadece Tayyip Erdoğan var, istediği gibi kullanıyorlar, böyle işlerine de geliyor, Rusya’ya karşı da kullanıyorlar, eğer öyle kullanmayı sürdürebilirlerse biraz daha yönetimde tutabilirler. Şimdiye kadar Rusya ile ilişkileri olmasına rağmen iktidarda tutmaları ise diğer hususlarda kullandıkları içindir. Aslında Rusya’ya karşı da kullandılar. Unutmayalım ki Adnan Menderes Rusya’ya kaçarken yakalandı. Yine Süleyman Demirel 1971’de iki ABD casus uçağının Türkiye hava sahasını kullanmasına izin vermediği için ABD ve NATO onu hükümetten düşürdüler. Süleyman Demirel, Sovyetler Birliğinin talebi sonucunda öyle bir şey yapmıştı, çünkü Rusya, ABD’nin casus uçakları Türkiye’nin hava sahasını kullanırsa bunu Sovyetler Birliğine karşı bir girişim olarak değerlendirmiş ve tehdit etmişti.
Tayyip Erdoğan ise sistemin çıkarlarına hizmet edebilecek şekilde iktidarda tutuldu. Sistemin projelerine politikalarıyla hizmet etti; ters düşüyormuş göründüğü zamanlarda da hizmet etti.
Bütün bunların sonucunda şöyle değerlendirilebilir: Aslında 2023 genel sicimlerinde kazandı ama seçim sonuçları itibariyle Tayyip Erdoğan yönetimi güçlenmedi, zayıfladı. Altılı masa dağıldı, iç yüzleri açığa çıktı, bir parti olamayacakları açığa çıktı. Meral Akşener de bir projeydi. Kılıçdaroğlu’nu organize edenlerden birisi oldu. Görevi bitti. Yerel seçimde AKP’nin kazanmasına hizmet itti. İyi Parti’de olan bitenler öyle bir görüntü veriyor. Açıktan ittifak yaparsa tepki alabilir diye bunu yapmadı ama İyi Parti, tabanının AKP’ye oy vermesini sağlatmaya çalıştı. AKP, Hizbulkontra ile de ittifak yaptı.
AKP-MHP faşizmi DEM Partinin izlenen politikalar sonucunda dağılıp zayıflayacağını umut ediyorlardı, o da küçülür düşüncesindeydiler. Özel savaş saldırıları, şoven girişimlerinin ve saldırılarının hepsinin amacı oydu. Tüm bu saldırılar boşa çıkartıldı.
CHP’de Kılıçdaroğlu düştü ama düşmemek için çok çalıştı. Bu durum bile Kılıçdaroğlu’nun görevli olduğunu gösterdi. Kendi başına bir siyasetçi olsaydı ‘ben çekiliyorum’ diyecekti, bunu söyleyemedi, çünkü kendisine verilmiş bir görev vardı ve görevi bırakamıyordu. Görevi başaramamış olarak düştü.
Şimdi Türkiye siyaseti yeniden kırılacak, önümüzdeki süreci öyle görmeliyiz ve yerel seçim sonuçları bunda çok belirleyici olacaktır. Türkiye siyaseti değişiyor, Tayyip Erdoğan da değişecek, bunun sonu Tayyip Erdoğan’ın düşüşü ve AKP’nin parçalanması olacaktır. Öyle bir sürece girilmiştir.
Yerel seçim sonuçları bu konuda oldukça etkili olmuştur. Fakat sistem hala kendi çıkarları için, bir biçimde mevcut yönetimi ayakta tutmak istiyor. Bunu bilmek gerekiyor.
Şundan korkuyorlar: Önder Apo’yu yirmi beş yıldır İmralı’da tutuyorlar, sekiz yıldır Cerablus’tan Medya Savunma Alanlarına işgal saldırıları yapıyorlar, PKK’nin biraz askeri gücünü zayıflatmak için saldırılarını arttırsalar da bundan sonuç alamadıkları gibi siyasi olarak PKK dünyaya yayılıyor ve denetim altına alamıyorlar. Sistemin korkusu budur, bunu görmek gerekiyor.
TC’ye destek verdiler, çünkü umut ediyorlardı ki işgal saldırılarıyla PKK çok zayıflayacak ve denetim altına alınır hale gelecek. Önce 2008 Zap saldırılarıyla bunu yapmak istediler, orada PKK’ye dönük başarısız kalınınca şimdi Suriye’nin kuzeyine ve Medya Savunma Alanları’na dönük saldırılarla aynı planı sürdürmek istediler. Onun için bir süreliğine yine de Tayyip Erdoğan’ı ayakta tutmak istiyorlar. Tayyip Erdoğan’ın bölgede etkili bir güç olmasını istemeseler de düşmemesi için de iç ve dış sermaye çevreleri çaba harcıyorlar; bizi zayıflatmak için bunu yapıyorlar. PKK biraz zayıf düşerse o zaman Tayyip Erdoğan’ı da rahat değiştirebilirler, Kıbrıs sorununu da, yol meselesine de rahat çözebilirler, onu bekliyorlar.
Onun için hala TC’nin saldırılarına destek veriyorlar. Tayyip Erdoğan, Cumhur İttifakı yönetimi; ABD ve KDP destekli olarak bu süreçte saldırılarını artırarak sürdürecekler. Demek ki, Türkiye’de ve bölgede geliştirilmek istenen politikaların birçoğu PKK’nin durumuna endekslenmiştir. Sistem çok dikkatli davranıyor, çünkü Birinci Dünya Savaşında sistem dikkat etmedi, Ekim Devrimi gibi bir güç ortaya çıktı ve yetmiş yıl onunla uğraştılar, otuz yıldır da 3. Dünya Savaşı çerçevesinde uğraşıyorlar. Öyle bir şeye uğramak istemiyorlar. O bakımdan çok ihtiyatlı davranıyorlar.
Şu ortaya çıkıyor: Bu dar çatışmalı dönemde kim kazanırsa büyük gelişmeyi o yaratacaktır. Sistem, 3. Dünya Savaşından böyle bir yol projesiyle biraz nefes almak için çalışıyor ama Kürdistan Özgürlük Mücadelesi saldırıları kırarsa sistemin Ortadoğu çabaları ters yüz olabilir. Kürdistan Özgürlük Devrimi bir Demokratik Ortadoğu Devrimi olarak gelişebilir. Dünyaya yeni bir ufuk açan, alternatif bir sistem yaratan bir gelişmeyi doğurabilir. Bunun da bütün verileri var, bütün potansiyeli oluşmuş durumdadır. İşte sistemin bütün çabası bunu ortadan kaldırmaya dönüktür.
Demek ki, sadece Kürtlerin kaderi değil, sistemin kaderi, ulus-devlet sisteminin kaderi birçok şey bu önümüzdeki aylarda ve yıllarda yürütülecek mücadeleye bağlıdır. İstesek de istemesek de mücadele, daha net bir biçimde Kürdistan mücadelesi olmaktan çıktı, bir bölge ve dünya mücadelesi olma haline geldi. Sistem de zaten yüz yıldır böyle bir mücadele yürütüyor, ama ona karşı mücadele de böyle bir düzey kazandı. Önümüzdeki üç-dört yıl çatışmanın final dönemi diyebileceğimiz bir süreç olacaktır. Kesinlikle böyle bir dönemdir. Türkiye’deki son seçimlerle de görüldü ki, böyle bir döneme girilmiştir.
Mevcut Küresel Özgürlük Kampanyası da böyle bir dönemin kampanyasıdır. Böyle kritik bir süreçte sadece saldırıları kırmak için değil, kadın özgürlüğü öncülüğündeki devrim, öyle dar bir ulusal devrim ya da dar bir ülke devrimi, bölge devrimi değildir. Öyle yaklaşmak dar oluyor, bu da çok şey kaybettiriyor. Kürdistan’da daha fazla kazanmanın yolu mücadeleyi bölgesel ve küresel kılmaktır. Sistemin bu tür manevralarla kendini kurtarma girişimine karşı alternatifini geliştirmektir.
Demek ki mücadele edebilmek için karşıtının ne yaptığını, ne yapmak istediğini iyi tahlil etmek gerekmektedir. Kapitalist modernite sistemi yukarıda değindiğimiz enerji yol hattıyla nefes almak istiyor. O çok açıktır. Kaosunu biraz gidermek, biraz nefes almak, biraz zaman kazanmak, ömrünü uzatmak istiyor. Ama onun ömrünü bitirmenin de imkanları, fırsatları çok fazladır. Bu iyi görülür ve mücadele edilirse büyük kazanımlar ortaya çıkacaktır.
Duran Kalkan