Kalıcı zaferlerin elde edilmesi için öncelikli temel görev, sorumluluk bilinciyle, her yerde kültürel direnişi ör...
Tev-Çand Akademisi
m adım zafere yakınlaştığı ver.duran bir ortaya çıkan,rekli öncülük
Günümüzde merkezi uygarlık ve devletçi sistem, asıl savaşını kültürel alanda yürütmektedir. Zaten özü itibariyle Sistemler arasındaki savaş, aslında kültür savaşıdır. O nedenle Kültür alanı bir endüstri alanına dönüştürülmek istenmektedir. Çünkü kapitalist küreselleşme her şeyden önce kültürün endüstrileşmesine bağlı olarak kendisini geliştirmektedir. Bu kesintisizbir ideolojik mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla ideolojik mücadelenin en çok yoğunlaştığı alanda kültür alanı olduğundan, ideolojik düzey kazanan mücadelemizde, kültür alanı da bu gelişme düzeyine denk bir şekildeçalışmalarına yoğunlaşması gerekmektedir. Tüm bunları dikkate alarak, önümüzdeki dönem görevleri açısından gerekli düzeltmeyi yapmak için doğru bir kültür-sanat yaklaşımını zihniyet değişimini gerçekleştirerek, akademik düzeyde geliştirmek temel görevdir.
Bunun için önderlik bize gerekli düşünsel düzeyi, insanlığın mevcut bilme düzeyini aşarak vermiştir. Yapılması gereken ise bu bilinç düzeyi ile birlikte, insanlığın en zengin kültürü olan, Kürt kültürü gibi kök bir kültürü insanlığın hizmetine koyarak işlemektir. Bunun için en başta önderliği ve önderlik gerçeğini anlamak, partileşme temelinde ideolojik kadro düzeyini açığa çıkararak, önderliğin özgürlüğünü gerçekleştirmek en temel görevlerimizdendir.
Sorun aslında dar anlamda zihniyet sorunu değil, sorun gerçekten vicdan sorunudur. Önder APO sistemin bilgi düzeyini aştı ve kendi bilgi düzeyini sistematik hale getirerek, insanlığa kurtuluş yolunu gösterdi. Bu yönüyle aslında bugüne kadar insanlığın özgürlük mücadelesini veren öncülerinin çabalarının boşa gitmediğini bizlere kanıtladı. Önderlik arkadaşlarını yalnız bırakmadı. Arkadaşları hallacı Mansur’du, Sühreverdi’ydi, Haki’ydi, Zilan’dı. Onların söylenmemiş son sözlerini söyledi ve onlarla bizim aramızda kopukluğun olmasına izin vermedi. Önümüze bir sistem koydu. Özgürlüğü hayal olmaktan çıkarıp, yaşanabilir bir gerçeklik olduğunu gösterdi. Onun olanaklarını bize yarattı. Şimdi sorun bizim bu sistemi inşa sorunumuzdur. Kültür alanındaki çalışma bir toplumun örgütlendirilmesinin en önemli koludur. Sistemimiz, kendini inşa ettiği oranda yeni bir toplumu inşa ediyor. Kendisini inşa etmesi eşittir yeni bir toplumu inşa etmesi anlamına geliyor. Böylesine bütünlüklü bir çalışma gereklidir. Bizde gelişen ise pozitivizmin parçalayan yaklaşımıdır. Bu bakış açısı hâkimdir. Öyleki kültürün sanat alanı içindeki çalışmalar bile birbirinden kopuk hale getirilmiştir. Kültür alanı bütün alanlardır. Yaşamın bütün alanı kültür alanıdır. Politik alan kültür alanıdır. Gerilla alanı kültür alanıdır. Hatta bugün demokratik kültürü yaratanda gerilladır. Biz bu alan çalışmalarımızda demokratik kültürün öncülerini gerilla tarzında yaratarak onu sanatsal edebi bir dile kavuşturmalıyız.
Hakikat, haksızlığa karşı mücadele ile başlar. Haksızlığa karşı mücadelenin olmadığı yerde, hakikat arayışı olamaz. İkincisi hakikat anlamla ilgilidir. Anlamın dile gelmesi ve yapısallaşmasıdır. Anlamda, anlamsızı görme ile başlar. Anlamsız olan nedir? Önce bir şeye anlamsız denilmezse anlam arayışı olmaz. Önce kapitalist modernite anlamsız olarak görülmezse, KCK sisteminde ifadesini bulan anlam arayışına giremeyiz. Bu nedenle öncelikle sisteme öfke duymak gerekir. Önderlik “sadece kuşkulanmıyordum bu sistemden aynı zamanda tiksiniyordum” diyerek öfkesini dile getirmiştir. Çünkü bu sistem insanı toplumsallığından koparıyor. Bu nedenleÖnderlik “Sümer rahibini kat be kat aşan bir ikna yönteminin geliştirmesi gerekir.” dedi. Dolayısıyla sisteme tek başına öfke duyarak kötülemek yetmez, önemli olan alternatifini koymaktır. Sistemin bilgi düzeyinin üstüne çıkmak gerekir. Bunu yapacak olanda kültür alanıdır. Toplumu aydınlatmak kadar topluma ruh kazandırılması gerekmektedir. Ruh kazandırma kültür işidir. Kültür, ortak ruhsal şekillendirme olayıdır. Herkesi komünal demokratik ruhta birleştirmedir.
Kadrolarımızın, yurtseverlerimizin, çalışanlarımızın, sanatçılarımızın öncelikle kültür üzerinde yoğunlaşmaları gerekir. Kültürel soykırım nedir? Kültürel direniş nedir? Kültür olmadan askeri direniş, siyasal direniş sonuç alabilir mi? Bunlar üzerinde durmak gerekir. Kültürel alanda bir çalışma yürütüyorsak onun anlamına uygun çalışmak zorundayız. Çünkü askeri ve siyasal alanda kazanabiliriz. Ama kültürde kaybedildi mi kaybetmişizdir. Önderliğin sistemin değirmenine su taşımak dediği tamda budur. Sistemin değirmenine taşınan su, kültürel meta üretimi olur. Alınır, satılır. Önderlik “sanatkâr gibi düşün türkü tadında eylem yap” derken, gönül gözüyle gören bir kadroya, sanatçıya ulaşılması gerektiğini belirtiyordu. Bu temelde zihniyet ve vicdan devrimi ekseninde toplumsal inşa çalışmalarında sanatta da kültür-sanat çizgimizin esasına dayalı olarak yeni bir çıkışla hamle yapmak ertelenemez bir görev olarak önümüzdedir.
Demokratik komünal toplumlarda sanat, hakikati en etkili ifade etme biçimlerinden biridir. Bu anlamıyla sanat, toplumsal hakikati, toplumun duygularına hitap ederek, toplumda tarihsel belleğin yaratılmasında belirleyici bir rol oynarken, toplumun zihni ve vicdani şekillenmesinidesürekli canlıtutan temel bir işlev görür. Toplumsal hakikatin gelişimini, kendi bitişi olarak gören merkezi hegemonik iktidarın geliştirmiş olduğu modernist yaşam ise sanatı, toplumsal hakikati, geliştirdiği endüstriyalizm ile tüketerek bitirme çabasındadır. Bunun için modernizmin günübirlik yaşam tarzı ile bireyi toplumdan kopararak, bireyciliği, bireysel özgürlükleri, liberalizmin “bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” yaşam felsefesini geliştirerek hâkim kılmak istemektedir. Önderlik kapitalist modernitenin sanat anlayışını dile getirirken "Hakikatle bağını yitiren sanatlar abartılı duruma düşerek ve minimalize olarak toplumsal gerçekliği ifade etmekten uzaklaşırlar," tespiti ile aslında, tersinden alternatif sanatın da toplumda nasıl gelişeceğini perspektifini sunmaktadır.
Manevi kültürün en rafine hali, maddi kültürün ise en güzel şekilde yansıtılması olan sanat, insan yaratımı olarak sadece toplumcu değil, aynı zamanda toplumun öncü gücüdür. Toplumun harcı olan, toplumu bir arada tutan ve birleştiren ahlak gibi, sanat da felsefesi ve ideolojisi ile toplumsal birliğin oluşmasında görev alır. Dolayısıyla siyasetten yani toplumun işlerinden ayrı ele alınamaz. Çünkü sanatçının duygu ve düşüncesi toplumun duygu ve düşüncelerinin bir tezahürüdür. Bu yüzden sanatçı kendi toplumunu tanıyan ve yaşayan insandır. Sanatçının yaşamı kendisine göre değil, toplumunun ve halkının yaşamına göredir.
“Mitoloji, din, felsefe, bilim ve çeşitli sanat alanları bir toplumun dar anlamda kültürünü oluşturur. Bir nevi toplumun ruhsal ve zihniyet durumunu yansıtır. Ulus-devlet veya devlet eliyle uluslar oluşturulurken kültür dünyası büyük bir çarpıtma ve kırıma uğratılır. Kapitalist modernite, geleneği bütün hakikatiyle olduğu gibi kabul etmez. Onda işine geleni süzerek ve kendi çıkarları temelinde dönüşüme uğratarak alır. Kültürel tarih diye kendi damgasını vurduğu toplum ve bireyin önüne koyduğu bambaşka bir şeydir. Tarih adına tarihsizlik, kültür adına kültürsüzlüktür.”(Önder APO) Bunun için sanatın ideolojik ve felsefi olarak bir direniş şeklinde, devrimci tarzda, kültürel soykırıma karşı meşru savunma şeklinde ele alınmasına ihtiyaç vardır. Çünkü kapitalist modernite özellikle spor, seks ve sanatın endüstrileştirmesi ile toplumun tüm değer yargılarını metalaştırarak toplumu afyonlama, ruhsuzbir bedene dönüştürme çabasındadır. Kapitalist modernitenin geliştirmek istediği ve topluma hâkim kılmak istediği sanat anlayışı, pozitivizmin her şeyi parçalayan yaklaşımı ile insanı, toplumun komünal değer yargılarından kopararak, yozlaştırmayı hedeflemektedir. Demokratik komünal değerlerin yaratıcı öznesi olan kadını, sanatı da kullanarak, önderliğin değimiyle “metaların kraliçesi” haline getirmek istemektedir. Bu nedenle kapitalist modernitenin geliştirmek istediği kültür-sanat anlayışında toplumsal kutsalı ifade eden, yine kültürel değer yargılarımızda ifadesini bulan hakikat tutkusu değil, tersine toplumun tüm kültürel ve ahlaki değer yargılarını, en iğrenç yöntemleri kullanarak tüketme vardır. Bu anlamda kapitalizmde toplumsal kutsallar -ki sanat da toplumsal kutsallardandır- sanat yolu ile bitirilmektedir. Kültürü kültürle, sanatı sanatla, kadını kadınla böyle vurmaktadır. Dolayısıyla kapitalizmde kültür-sanat yoktur. Sanat sanat içindir adıyla yaşanan, sanat adına kültürsüzlüktür. Burada sanat yolu ile geliştirilmek istenen tecavüz kültürüdür. Asimilasyondur, kültürel soykırımdır. Bununla yaratmak istediği ise tüm kültürel değer yargılarından ve hakikatten kopartılmış, olabildiğince yanlış, çirkin ve köle ruhlu bir toplumsal gerçekliktir. Modernist sistem, bunu adeta dinselleştirdiği bilimcilik yöntemiyle, kurduğu akademilerde geliştirdiği özel ekipler ile pisikolojik savaş yöntemini kullanarak geliştirmeye çalışmaktadır. Bununla, sanatın evrenselliği yerine milliyetçiliğini, hakikatin bütünlüğü yerine, bilimciliğin pozitivist yöntemle parçacılığını, cinsiyet özgürlükçü toplumsal değerler yerine, sanat alanında da cinsiyetçiliği, toplumun kutsal inançlarını temsil eden dinin kültürel değer yargıları yerine, dinciliği geliştirmektedir. Tüm bunlarla toplumun zihni fethedilmek istenmektedir. Önder APO bu hususları “Milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik, sporculuk, sanatçılık ikonlarını sallarsan toplumu –pardon, sürüyü-, kitleyi dilediğin her hedefe taşıyabilirsin. Zihnin fethi hiçbir zorun başaramayacağı kadar toplumu bugünkü küresel finans-sermayesine açık hale getiren gelişmenin temelidir.” biçiminde ifade ederken, kapitalist modernist sisteme karşı, alternatif sistemini de şu çarpıcı sözlerle dile getirmektedir;“Alternatif olmak ancak modernitenin üçayağı olan kapitalizme, endüstriyalizme ve ulus-devlete karşı kendi sistemini geliştirmekle mümkündür. Demokratik toplumculuk, eko-endüstri ve demokratik konfederalizm; demokratik modernite adıyla karşıt sistem olarak önerilebilir. Demokratik uygarlığın mirasıyla sistem karşıtlarının yeni sistemde buluşmaları başarı şansını arttırır.”
Alternatif bir sistem olarak demokratik moderniteyi oluşturmak, köklü bir zihniyet ve bilinç yaratma işidir. Bu, kapitalist modernitenin yaratmış olduğu köksüz, tarihsiz, kültürsüz, zihniyet yapılarını yıkarak, zihniyet ve vicdan devrimini geliştirerek mümkündür. Buda, oluşturulacak bilim ahlakı ile etik ve estetik değeri taşıyan entelektüel bir birikimi gerektirmektedir. Elbette bu birikimin yaratılacağı temel alanlar akademiler olurken, hayata geçirecek olanlarda, akademik kadrolar olmaktadır. Kapitalizmin, özelde sanat alanında, genelde ise Ortadoğu merkezli yarattığı kriz koşulları düşünüldüğünde, kültür, sanat ve edebiyat alanı başta olmak üzere, bilimsel temelli entelektüel çalışmalar için, akademiler artık ertelenemez bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır. Önder APO bunu şu çarpıcı sözler ile ifade etmektedir; “Demokratik modernite birimlerinin yeniden inşa çalışmalarında entelektüel ve bilimsel katkı şarttır. Bu şartın piyasadaki entelektüel sermaye ile karşılanamayacağı açıktır. Yeni akademi kaynaklı kadro ve bilim ancak bu ihtiyacı karşılayabilir.”…“Kriz koşulları ancak yeni entelektüel ve bilimsel çıkışlarla olumlu yönde aşılabilir. Söz konusu krizin küresel, sistematik ve yapısal olduğu göz önüne getirildiğinde, çıkış için de küresel, sistematik ve yapısal müdahaleler gerektiği açıktır. Eski kalıpları, kurumları, bilimleri taklit etmekle veya eklektik kılmakla bir yere varılamayacağı yaşanan sayısız devrimci deneyimden ders olarak öğrenilebilir.” O halde mevcut kriz koşullarını aşmak, ancak zihniyet yapılarının değişimi ile mümkündür. Buda ancak ideolojik, felsefik, etik ve estetik derinlik kazanarak gelişebilir. Bunun için Önderlik demokratik siyaset, dil, kültür, tarih, sanat ve edebiyat akademileri ile bunun kadrolarının yaratılması gerektiğini söyledi. Bu temelde akademilerin rolü, kültür-sanat çizgimizi esas alarak, halk sanatının gelişimi için, toplumu eğitip, kültürel değer yargılarımızı zenginleştirilerek, gelişimini sürekli kılmaktır. Aynı zamanda kültür ve sanat üzerindeki olumsuz etkilere karşı, günlük olarak toplumsal bilinç düzeyini yaratma, geliştirme, halk sanatını savunma ve korumaktır. Önderlik sanat çalışmalarını dile getirirken “Bu işler bir program işidir. Aylarca, hatta yıllarca üzerinde çalışmak gerekir. Temeli ne kadar özlü olursa, o kadar iyi gelişecek, ulusal kurtuluşta gittikçe açılan bir rol oynayacak ve çok kişi katılacaktır. Böylece bu alan bir okul hizmeti görecektir. Nasıl küçük bir gerilla grubu bir orduya yol açabiliyorsa, bu küçük sanat birimi de yarın sanat ordusuna yol açacaktır. Bu bilinçle ele alındığında görevlere daha geniş yaklaşılır ve çok daha geniş örgütlenmelere ulaşabilir. Bireycilik ölür, alabildiğine bir kolektivizm yaşanır. Bu temelde güçlü bir ordu çıkar. Bu ordu da herhalde en az diğer ordular kadar ulusal kurtuluş savaşımında, ulusal yaşamda, özgür yaşamda paha biçilmez ve vazgeçilmez bir rol oynar. Devrimci sanatı değerlendirirken, onun mücadele kaynağına bağlı olmayı iyi bilmek gerekiyor. Mücadele edenler, ayağa kalkanlar, savaşanlar kimlerdir, neden ve niçin savaşıyorlar? Bütünüyle nasıl duyuyorlar, nasıl düşünüyorlar? Nasıl cesaret ediyorlar? Sanatçı bunları biraz kavramak zorundadır, hatta daha fazlasını kavramak zorundadır.” demektedir. Dolayısıyla paradigmaya girme konusunda, yaşanan yetmezliklerin kaynağında, ideolojik, felsefik ve ahlaki bir sorun olduğu anlaşılmaktadır. Bu sorun anlaşılıp, aşılmadığında Önderliğin dediği gibi“Sanata yapılabilecek en büyük kötülük, ‘sanat eğlendirir, insanı rahatlatır’ anlayışıyla yaklaşmaktır. Bu, sanat adına, Kürdistan'da sanata yapabileceğimiz en büyük kötülük olur.” O halde xwebun olmak, tarihi toplumsal değer yargılarıyla bütünleşmek, kendi kökleri üzerinde yeşermek toplumsal hakikatin, sanatın temelidir.
Modernitenin yapmak istediği bireyi tarihi toplumsal değer yargılarından kopararak, gösteri toplumu kapsamına alıp, kültürel soykırım temelinde asimile ederek eritmektir. Çünkü gösteri toplumunda yaratıcılık yoktur, taklit vardır. Bu da bireyi ve toplumu eğlence kültürüyle maymunlaştırmaktır. Eğlence kültürüyle geçirilmiş zaman aslında yaşanmamış zamandır. Bireyin biyolojik zamanıdır. Bu kesinlikle böyledir. Bu nedenle Önderliğin bizden kusmamızı istediği şey kapitalizmin bu kültürüdür. Onun bu anlayışıdır, ahlakıdır. Aslında kapitalizmin kültürü de ahlakı da yoktur. Eğlence kültürü kültür değildir. Kültür olabilmek kalıcılaşabilmeye bağlıdır. Ömrü ne kadar uzarsa o kadar kültür haline gelir. İnsan ömrünü aşmayan bir şey kültürleşemez. Bu açıdan Kürt kültürünün özelliği buradadır. Söylenen türküler, dile gelen destanlar kültürleşmeyi ve kalıcılığı ifade eder. Çünkü orada savunulan bir toplumsal gerçeklik, bir toplumsal ahlak vardır. Diğerinde ise eğlenme vardır. Starlaşarak gösteri toplumuna dâhil olma vardır. Eğlence kültür(süz)ünün özü taklittir. İnsanın güdülerine hitap eder. Bu taklit kültürünü yerin dibine koymak gerekir. Bizde vücut bulan ise komünal kültür olmalıdır.
Kültür sanat alanında sanatçılarımızın öncelikle kapitalist sistemin kıyametinden çıkışı, kopuşu ve kaçışı gerçekleştirmeleri gerekmektedir. Çünkü genel olarak sanatçıların sanat anlayışında açığa çıkan durum, ideolojiden kopuk yaşama ve sanatsal düzlemde kendisini ifade etme gerçeğidir. Bu da ciddi yanılgıları beraberinde getirmekte, sorumluluk bilincinden ve ciddiyetten uzak bir biçimde starlaşma eğiliminin gelişmesine yol açmaktadır. Bu tür eğilimler demokratik komünal değerlerimizden koparak, kapitalist modernitenin yaşam ve sanat anlayışına benzeşen iktidarcı eğilimleri geliştirmektedir. Dolaysıyla sanat anlayışında bu zihniyetten kaynaklı güçlü bir ahlaki duruş sergilenmediğinden, sanat alanı adeta bir sermaye alanına dönüştürülmektedir. Bu durum kapitalist modernitenin temel ayaklarından biri olan endüstriyalizme hizmet etmektedir.
Önderliğimiz, sistemin bilme düzeyini aşarak, bize tarihin hiçbir döneminde bulunamayacak nitelikte gerekli tarihsel, toplumsal, kültürel, sanatsal ve edebi birçok çalışmayı sanatın her dalında hakikatin bütünlüğünü oluşturacak derya gibi bir imkân sunmaktadır. O halde bizlere düşen, bu zengin birikimleri kök kültürümüzle birleştirip, otantik değer yargılarımızı, PKK’nin kırk yıllık mücadeleyle açığa çıkardığı değer yargılarıyla buluşturup, emsal nitelikte sanatsal üretimlerle kültürleştirmektir. Bu bilinçle, yaşanan eksikliklerin zihniyet değişimi ve vicdan devrimi temelinde aşılması, bunu kültür-sanat ve edebiyatımıza yansıtarak, yeni toplumu inşa temelinde halka taşırılması, hareketin kadro ve sanatçıları olarak bizlere düşen en temel görevdir. Çünkü bu perspektifler temelinde kadro ve sanatçılarımız sistemimizin kendisidir. Sistemimiz önce kadro ve sanatçılarımızda vücut bulmalı ki, buradan halka taşırılarak toplumsal inşa gerçekleştirilmelidir.
Kültürel saykırım kapsamında bugün AKP faşizminin öncülüğünde geliştirilen toplum kırım politikalarına karşı, ideolojik mücadelenin önderliğimizin son savunmaları temelinde çok yönlü ele alınarak geliştirilmesi gerektiği açıktır. AKPher türlü iğrenç yöntemi kullanarak, kültürel soykırım kapsamında geliştirdiği asimilasyonist politikalar karşı, önderliğimizin “kültürel soykırım kıskacında Kürtleri savunmak”perspektifi ile kültür-sanat ve edebiyat alanında da meşru savunma temelinde ideolojik mücadele de akademik kadro perspektifi temelinde geliştirilmelidir.
Toplumsal kültürünün Kürdistan topraklarında boy vermiş binlerce yılık bir geçmişi vardır. Demokratik komünal toplumun dili, kültürü, sanatı, edebiyatı, kendi renklerinde, türkü ve oyunlarında yaşam ahlakında, bu geleneğin mirası içinde kendimizi bulacağımız kültürel bir tarihimiz vardır. Bizlere düşen ise bu kültürel tarihi arkamıza alarak, Önderlik ideolojisi ve felsefesine göre bu günde yaşanılır kılmaktır. Bunu sanatın bütün dallarında hakkikat tutkusu ile anlamına uygun bir içerikte halkımızın ve insanlığın hizmetine sunmaktır. Özellikle sanatı, bir endüstiri alanına dönüştüren ve eğlencelik konuma getiren anlayışa karşı, Kültür-sanat çalışmalarımızda komünal değer yargılarından kopmadan, bireysel çıkarlar peşinde koşmadan, mücadele ve halkımızın komünal değerleriyle buluşmalı, kimliksizliği ve taklitçiliği ortadan kaldırmalıyız. Çünkü Modernist yaşam ve sanat anlayışı yaratıcılığımıza, sanat anlayışımıza karşı en büyük engeldir.
Kalıcı zaferlerin elde edilmesi için öncelikli temel görev, sorumluluk bilinciyle, her yerde kültürel direnişi örgütleyerek hakikatin bütünlüğü içerisinde, Önderlikle buluşmak gerekmektedir. Bunun gerçekleşmesi her şart ve koşul altında eğitimlerin aksatılmadan geliştirilip, sanatımızın, yaşamın kök kültürü ve tarihsel toplumla iç içe geliştirilerek demokratik ulus temelli kültürel inşanın sağlanmasıyla mümkün olacaktır. Bu temelde kültür sanat ve edebiyat çalışmalarını kavramsal ve kuramsal bir çerçeveye oturtup, toplumsal aydınlanmayı sağlamak için akademiler bünyesinde kültür sanat çizgimizi yansıtacak ideolojik kültürel ve sanatsal çalışmalar kesintisiz bir şekilde yürütülmelidir.
Önderliğimiz özelde son savunmaları, genelde tüm savunmaları ile mevcut sistemin bilme düzeyini aşarak, bizlere önümüzdeki yüzyılı aydınlatacak gerekli ideolojik, teorik, felsefik, sosyolojik, örgütsel perspektifi vermiştir. Bunu tarihsel toplumun kök kültürü ile buluşturduğumuzda, devrim günlerini yaşadığımız bir süreçte demokratik modernitenin inşa sorunlarına çözüm getireceğimiz açıktır. Bugün hareket olarak her zamankindan daha fazla güçlü olduğumuz açıktır. Tarihi gelişmeleri yaşadığımız bu süreci önderliğimizi özgürleştirerek kalıcı zaferlere dönüştürmek, kültür-sanat alanında çalışma yürüten tüm kadro, yurtsever ve sanatçılarının en temel görevidir.