Susanlara ve yalanın sesi olanlara inat hakikati dile getirenlerin seslerine katılacak ülkemin börtü böceği bile...
TEV-ÇAND Akademisi- Zeryan Munzur
Amed’in kadim surları, Dersim’in asi uçurumları, Geliye Zilan’ın derin vadilerinin kayalıkları, Kürdistan’ın bütün taşları, duvarları konuşacak yakında. Anlatacak bu halkın acılarını. Anlatacak Amed’in surları Şex Seid’in, Kürt önder ve savaşçılarının o görkemli destansı direnişlerini, mitralyöz seslerinin duvarlarında nasıl da yankılandığını ve Kürdün acı çığlıklarını. Kimse demesin duvarlar konuşamaz diye. Dilsizdir, soğuktur çünkü taştandır duvarlar demesin kimse. Bu duvarlar öyle bir konuşacak ki gün geldiğinde! Bu duvarlar, bu taşlar tarihin tanığıdır ve kaydeder tüm sesleri, kokuları, yankıları… Bir mucize olacak Kürdistan’da ve bu duvarlar konuşacak. Konuşmayanın, anlatmayanın, hissetmeyenin, unutanın sessizliği karşısında sabrını ve sükûnetini yitirip haykıracak bu duvarlar. Munzur’un asi kayalıkları anlatacak nasıl da zalimce katledildiğini Kürdün ve de nasıl da mertçe dövüştüğünü. Anlatacak Amed surları Kürt kanının Dicle gibi aktığını, her bir taş bloğunun nasıl da kanla yıkandığını söyleyecek elbet. O gün geldiğinde, dilsiz ve soğuktur çünkü taştandır, Amed surları, Munzur’un asi uçurumları, Geliye Zilan’ın derin kayalıkları diyemeyecek kimse. Bu çağın yüreklerinden daha hissiz olmadığını gösterecek. Duvarların, kayalıkların sabrı taşacak ve söyleyecek ülkesinde acısına ağıt yakmanın, gözyaşı dökmenin bile suç ve isyan sayıldığını. Anaların, kızların, erkeklerin, Kürt halkının korkuyla acısını ve gözyaşlarını gizlemek için nasıl da kuytularda ağlayıp ağıtlar yaktığını.
Akan kanı yıkadı yağmurlar, gözyaşları toprağa karıştı, gök kubbede yankılanan çığlıkları rüzgâr önüne katıp götürdü diyenlere ve geçmişini unutma onursuzluğunu seçenlere inat, binyılların onurlu ve mağrur duruşuyla anlatacak ülkemin taşları. Ve şöyle diyecek Amed’in yaşlı surları; “Duvarlarımdaki kan lekelerini yıkadı yağmurlar, gözyaşları karıştı toprağa, duvarlarımda yankılanan acı çığlıkları ve mertçe nidaları savurdu rüzgâr ve beni ayakta tutmak için yeniden inşa da ettiniz… Peki ya ruhumda açılan yaradan akan kanı var mı yıkayabilecek bir yağmur, hangi esinti gördüklerimi unutturabilir ki bana. Size bunları unutturan nedir ki ey isyancı diye bildiğim Kürdün soyundan gelenler, söyleyin de binyıllardır ruhumu ve yüreğimi hırpalayan şu acıdan kurtulayım ben de!”
Taşın da bir ruhunun, duygusunun, hafızasının olduğunu bilecek o vakit dimağsızlar. Bu ülkede yaşanan zulme şahitlik eden taşın bile dayanamadığını görecek o vakit kendi acısına körler. Bir mucize olacak ve kendi acısına sırtını dönüp, başkalarının acısından kendisine avuntu payı çıkarmaya, başkalarının mahallesindeki trajediye ağlayarak, komediye gülerek kendi trajedisini unutmaya çalışanlar bir gün anlayacaklar ki kendi acısını bilmeyen, dillendiremeyenler duyumsayamaz başkalarının acısını da. Kendini bilmeyen insan başkasının da cahilidir.
Bu sözlerim incitip acıtmayacağını, yüreklerine dokunmayacağını bildiklerimedir. Kendi katilinin kapısında ekmek dilenen, ondan medet uman, dününü unutan yarınsızlaradır bu sözlerim. Bu halkın acısını anlatanların seslerinin kısılmaya çalışıldığı, kendisi olarak var kalmakta ısrar eden Kürdün her türlü zulme uğradığı, ölü bedenlerinin bile işkenceye maruz kaldığı bu çağda, sabır taşı çatlayacak ve bu dağlar taşlar hatırlamaya çağıracak; utanmadan susanları, utanmadan konuşanları. Namussuzca susanlara ve kendi katilinin failinin zihniyle konuşan devşirmeleredir bu sözlerim… Soysuzluğun edebiyatını yapan edepsizlere, kralların soytarılarına taş çıkartacak bir tempoyla kendi dilini, varlığını, kültürel değerlerini peşkeş çeken soytarılaradır. Kürt yoktur, varsa da benim istediğim biçimde olmalıdır diyen bu yüzyıllık soykırım çarkına hizmette yarışa girmede kusur etmeyenlere, tıpkı dün olduğu gibi, bugün de kanayan Kürdistan dağlarına, taşlarına rağmen güneşin doğduğu ufka sırtını dönen dönekleredir bu sözlerim.
Ve biliyoruz ki tüm bunlara rağmen, Halkımızın isyanı, çığlık olup yürekleri dağlıyorken, bu acıları gören, anlatan, bu acıya ses olan onurlu Kürdün çağındayız. Ne soytarıların kuru gürültüsü, ne de devlet kapısına kul olmuşların saldırgan nidaları bastıramayacak bu sesi. Ve bu sese katılacak ülkemin surlarının, kayalıklarının sesi, bu sesi büyütecek stranbejler, dengbejler, aydınlar, sanatçılar, bu sese kulak verecek vicdanlar ve daha yüksek sesle konuşacaklar. Bu ülke soy değerlerine dayalı gelişecek bir aydınlanmanın ve sanatın şafağını yaşıyor, bu ülke taşların bile dile geleceği günlerin özlemi ve inancıyla ayakta… Bu halk yüreğine ekilmek istenen korku tohumlarına rağmen susmayan onurlu bir halktır. Bu halk kendi hafızasını canlı tutan, onuruna sahip çıkan isyancılarıyla, öncüleriyle, sanatçılarıyla, dengbêjleriyle, savaşçılarıyla kendi varlığını bugüne dek ulaştıran bir halk. Ve bu halk son bir yüzyıllık karabasan düzeninin tüm karartma, yok etme, yok saymaya varan kuşatmasına rağmen soyunun kırımdan geçirilemeyeceğini bir kez daha kanıtlamış bir çığlıktır. Kurulan av düzenine, istismar, talan, tecavüz düzenine rağmen, bu kirli düzenin çarklarına bulaşmamak için dağlara çıkma onurunu yaşamış bir duruşun sahibidir. Kendi soyundan olup da bu tarihsel direniş yürüyüşünde başları öne eğilenler, kendi mahallesini terk edip düşman kapısına sığınanları da bu onurun görkeminin gölgesinde yitip gidecekler. Bakın bir, tarihten günümüze kimler ulaştı… Kimler ki ses olduysa bu halkın duygu, düşünce ve dünyasına onlardır binyıllık mesafeleri kat edip günümüzde soluk alan. Ve yarına ulaşacak olan da onlardır elbet. Çünkü neyin kendisine ait olduğunu ayırt edecek kadar bilgedir Kürt halkı. Yok dedikçe birileri, varlığını daha derinliğine duyumsayan halktır. Varlığına sahip çıkmak için ölümüne direnecek çocukları doğuran halk…
O çocuklar ki acılardan süzülüp gelen bir halkın soyundan. İsyanlardan arta kalan. Ruhları, yürekleri yaralıdır. Acılarıyla, öfkeleriyle taşan bir ırmağa dönüşür yürekleri. Ve siz zalimin çarkını döndürenler bilesiniz ki onları kendisi olmaktan çıkarmanın tuzaklarıyla dolu ormanınıza gelmeyecek o çocuklar. Ve sizin kurduğunuz tuzaklara düşen soydaşlarının acısını da duyumsayarak öfkelerini daha da büyütecekler. Başkalarının düşlerinde yerlerinin olmadığını bildikleri kadar, başkalarının acılarına da ortak olmayı bilenlerdir onlar. Kendi acılarının bilincidir onlara başkalarının acısına da yanmayı öğreten… Ve başkalarının değirmen çarkını döndüren bir su olmaktansa, çoraklaşmış toprakların içtiği bir su olmayı yeğlerler... İşte o çocuklar, dağlardan, ovalara, kırlardan şehirlere kadar yayılan bir sesin, Kürdi olan sesin taşıyıcısı ve yankısı oluyorlar. Bu yankıyı daha da büyütmenin şafağının aydınlığında yüreklerini biliyorlar. Ve dağın, taşın, duvarların seslerini de duyacak kadar büyüdüler. Bu soysuzluğa geçit vermeyecek kendi kökleri üzerinden yeşeren bir bitkinin doğallığıyla kendi düzenlerini inşa edecek ve bu kuru gürültüyü önüne katıp götüren bir fırtınaya dönüşecekler. Ve Amed surları ve Dersim’in asi uçurumları ve Geliye Zilan’ın derin vadilerinin kayalıkları onların sesine katacak seslerini ve koptuğunda kıyamet, tüm taşları ülkemin konuşacak… Susanlara ve yalanın sesi olanlara inat hakikati dile getirenlerin seslerine katılacak ülkemin börtü böceği bile…