Gerilla Anıları

Ateşin ve Yıldızların Şahitliğinde Geçmişe Yolculuk

Şehit Xebat Derîk Anısına

Zagrosların yükünü sırtlamış yola çıkmıştık. Bilmezdim ki Xinerê’ye ulaştığımda beni daha uzun bir yolculuğun beklediğini. Hem de öyle adım adım arşınlayarak gidilen bir yol değil, ilmek ilmek yüreklere dokunularak gidilen bir yol, bir yolculuk...

Xinerê’ye ulaştığımızda Kale’ye doğru yol aldık. Bir yanımızda Lolan Suyu’nun sararan yapraklarla sarmaş dolaş olmuş güzelliği diğer yandan sıra sıra dizilmiş dağlar ve dağların tacı gibi duran Şekif ve Şehit Şerif’in göklere selam dururcasına sunduğu zarafeti ve debi derya yeşillik ile uzanan yaylalar. Bir yandan Zagroslar boyunca süren bu yolcukta doğanın güzelliği ile mest oluyor bir yandan da yerimize ulaştığımızda karşılaşacağım yoldaşlarımın heyecanı ile hızla atan yüreğimi hafiften sakinleştirmeye çalışarak yola devam ediyordum. Günlerce süren bu yolculuk yorucuydu ama değerdi.

Artık yavaş yavaş fiziksel olan yolculuğumun sonuna geliyordum. Uzun yolculuk beni yormuş ve anlımda boncuk boncuk terlere yol açmış olsa da birazdan göreceğim yoldaşlarımın heyecanı her şeyi silip götürüyordu. Son sırtı çıktığımızda yeleğimin cebindeki mendili çıkartıp anlımdaki teri sildim. Son birkaç adım kalmıştı, sonrasında Kale’ye ulaşacaktık.

Kalabalık bir grup arkadaş karşımızda duruyordu, kimi oturmuş kimi ayakta. Ama o her zamanki ihtişamı ile ayakta durmuş ve bana bakarak gülümsüyordu. Tüm yoldaşlarıma selam verip sarıldıktan sonra kollarımı kocaman açıp sarıldım ona, yılların özlemi ile sarıldım.

Saçlarına ufak tefek kırlar düşmüş olsa da ne dimdik duruşundan ne de ihtişamından hiçbir şey kaybetmemişti. Tıpkı onu gördüğüm o ilk günkü gibi. Ben Xebat arkadaşı ilk defa 1987 yılında görmüştüm, aradan yıllar geçmişti ama halen onu ilk gördüğüm an kadar heyecanlıydım.

Bizler için hazırlanan yemeği yedikten ve dinlendikten sonra akşama doğru bir ateş yakıp etrafında toplandık. Zaten karanlığın çökmeye ve gökyüzünün maviliğini delmeye çalıştığı anlarda bizleri önce çoban yıldızı Kürtçe adıyla Gelavej sonrasında diğer yıldızlar selamladı. Dingin ve durgun bir geceydi. Tıpkı gökyüzü gibi. Gökyüzünü esir alan ve bizi mest eden tek bir şey vardı, o da yıldızlar...

Yıldızların hoşluğunda biz de anılarımızın güzelliğine daldık...

Gülümseyerek Xebat arkadaşın yüzüne bakıp ‘seninle ilk karşılaştığım günü hatırlıyor musun heval Xebat’ dedim. ‘hatırlamaz mıyım?’ dercesine başını sallayıp derinlere daldı.

1987 yılının sonbaharıydı. Ben henüz on dört yaşında köyünden hiç çıkmamış bir çocuktum. Hayvanlarımızı otlatmaya gittiğim bir gün köyün doğu tarafından bir grubun köye doğru ilerlediğini gördüm. Önce arkadaşlar olabilir mi dedim kendi kendime, sonra üstlerindeki elbise bana garip gelince herhalde onlar değil diye düşündüm. Ki birkaç defa tek görmüştüm arkadaşları, o da çok yakından değil. Yedi kişiden oluşan bu grubun önünde uzun boylu, sakal bırakmış, boynunda dürbünü bulunan kendinden emin adımlarla bana doğru yürüyen yabancıyı çocuk merakım ile süzmeye çalıştım. Yanıma yakınlaştığında, tanımadığım bu kişiler beni biraz kaygılandırsa da bunu hiç göstermemeye çalıştım. Bana selam verince ben de karşılık verdim. Sonra:

“Söyle bakalım bu köyün adı nedir? Köyünüz de çete var mı?” diye sorunca bunların bizim bölge insanları olmadığını anladım. Köyümüzün adının Zirvî olduğunu ve çetelerin bulunmadığını söyledikten sonra onları alıp Mehmet Emin amcamın evine götürdüm. Kısa bir zaman içinde diğer köylüler de o eve gelip toplandılar. Köylülerin hepsi ilk başlarda biraz tereddütlüydüler. Durumu anlamaya çalıştılar. İlerleyen dakikalarda gelen bu misafirlerin oturuş kalkışları ve konuşmaları ile anladık ki, bunlar arkadaştır. Önden gelen ve benim gözümü alamayıp dikkatlice dinlediğim arkadaş ise Xebat arkadaştı. Xebat arkadaş, söz alıp konuşmaya başladı:

‘‘biz bir grup arkadaş Rojava’dan geldik ve Cudî üzerinden Besta’da bulunan arkadaşlara ulaşmak istiyoruz. Öncümüz olan grup Silopî ovasında düşman pususuna düştü. Yaşanan çatışmada bu grupta bulunan yedi arkadaşımız şahadete ulaştı.’’

Arkadaşlarının şehit düştüğünü söylerken sesi titremişti. Biraz duraksayıp kendisini toparladıktan sonra anlatmaya devam etti. Gruptakilerin hiçbiri Cudî arazisini tanımadığı için Şırnak etrafındaki birçok köyü dolaşmak zorunda kalıyorlar. Bir de köylerde korucu olup olmadığını bilmedikleri için rahat davranamıyorlar. Hatta üç gün boyunca bizim köyün etrafında dolanıp akşamları gelmeye çalışmışlar ama gelememişler. En sonunda başka bir yol bulamadıkları için emin olmadıkları halde bizim köye geliyorlar. Düşman, 1985 yılından sonra birçok köyü korucu köyü yapmaya çalışmış ve bu yolla arkadaşların ilerlemesini engellemek istemişti. Bu yüzden de arkadaşlar köylere girerken temkinli davranıyorlardı. Bizim köyümüz ise korucu olmayı kabul etmemişti. Tabii arkadaşlar bunu bilmiyorlardı, çünkü gelen grup alan hakkında yeterli bilgiye sahip değildi. Bildikleri tek şey arkadaşların Besta’ya yakın bir yerde olduğuydu.

Xebat arkadaş başlarından geçenleri anlattıktan sonra köylüler onlara yer ayarladı. Yaklaşık bir hafta boyunca bizim köyde kaldılar. Sonbaharın en soğuk süreci olduğu için dışarıda kalamıyorlardı. Akşamları gelip köylülerin evinde kalıyor, sabah gün ağarmadan araziye çekiliyorlardı. Ben de hayvanları otlatmaya götürdüğümde onları görüyordum. Aslında görmek için uğraşıyor, onları daha yakından tanımak istiyordum. Köylülerin içinde Besta’da bulunan arkadaşlarla iletişim içinde olanlar vardı. Bir grup arkadaş o süreçte Besta’da Avyan mıntıkasında bulunuyordu. Xebat arkadaş ve grubu Besta’da bulunan arkadaşların yanına ulaşmak için yola çıktığında onlar gözden kaybolana kadar arkalarından baktım. Acaba bir gün yine karşılaşır mıyım diye?

...

Gözlerini ateşe dikerek derinlere dalan Xebat arkadaşa seslendim. Bana dönüp;

‘‘Erken geldin sen de. Mücadelenin yükünü sırtlamak için çok beklemedin?’’ dedi.

Evet. Çok beklememiştim. O gün Xebat arkadaş onlar köyümüzden çıktıklarında söz vermiştim, en kısa zamanda ben de onlar gibi olacaktım. Zaten katıldıktan bir yıl sonra Xebat arkadaş ile yeniden karşılaştık. Bu sefer ben köydeki o küçük çocuk değildim. Savaşmayı, mücadele etmeyi esas alan bir savaşçıydım. Xebat arkadaş ise Botan’dan, Garzan’a kadar birçok yerde savaşmış, savaşlara komutanlık etmiş ve yeniden Botan alanına gelmişti. Artık bende bir komutan olarak hayranlık uyandırıyordu. O, gerçekten de askeri konuda örnek alınması gerekilen bir yoldaştı. Disiplin ve düşünce tarzı ile bizlere tecrübe aktarıyor, yanındaki savaşçılara sahip çıkıyor, koruyordu. Onları her konuda eğitmek için büyük çaba harcıyordu.

Tabi Kale’de ateşin başındayken bunları ona söyleyemedim ama eminim o benim bakışlarımdan onun komutanlığına olan saygımı fark ediyordu. Elimdeki sopa ile ateşten geriye kalan közleri karıştırırken birden aklıma bir anımız daha geldi ve kendimi tutamayıp;

‘‘Ya heval Xebat, 1995 yılında girdiğimiz çatışmayı hatırlıyor musun? Az kalsın şehit düşüyordun’’ dedim.

Kahkaha ile gülmeye başladı: “hatırlamaz mıyım? Hayatımı o gün elimde bulunan telsize borçluyum. Mermi gelip telsizi parçalamasaydı, belki bugün burada olmazdım. Ama biliyorsun, bizler her gün böylesi nice badireler atlatıyoruz.’’

Evet, 95 sonbaharında da böylesi bir badire atlatmıştık. Hareketli bölük olarak Garisa alanına geçmiştik. Garisa geniş bir araziydi. Bir yanı Botan Suyu ve Sêrt, bir yanı da Pîro Dağı ve Nîsk Tepesi. Nîsk tepesi bir silsiledir. Yüksek, başı hep beyaz, tıpkı insanın başına taktığı bir şapka gibidir. Herokol Dağı ise çok yüksek ve taşlı, volkanik bir yerdi. Düşman buraya saldırmaya kolay kolay cesaret edemezdi. Besta da aynı şekilde geniş bir alandı. Her zaman gerillanın meskeni olmuş ve büyük gerilla gruplarına kucak açmıştı. Buradaki köyler genelde yurtsever köylerdi. Besta’nın bir kısmı sık ormanlarla çevrili olduğu için düşman hakimiyet sağlayamıyordu. O süreçte Garisa’dan Beytüşebap tarafına geçecektik. Xebat arkadaş ise Çaçî tarafındaydı. Biz Beytüşebap’a gitmeden önce Reşîd Serdar arkadaş ile birlikte onu görmeye gittik ve gece de orada kaldık. Gün doğmadan bir grup arkadaş gözlem ve keşif için uygun bir yere gitmişlerdi. Onlar gittikten çok kısa bir süre sonra çatışma sesleri duyuldu. Düşman bulunduğumuz alana baskın düzenlemişti. Reşîd arkadaş hiç zaman kaybetmeden bir grup alıp sırta doğru ilerledi ve çatışmanın içerisine girdi. Xebat arkadaş biraz daha yukarı doğru ilerleyip mevzilendi. Ben de bir grup ile birlikte farklı bir yerde konumlandım. İşte Xebat arkadaş o çatışmadan tesadüfi olarak kurtuldu. Atılan mermi elindeki telsize isabet ettiği için ona bir şey olmamıştı. Bir de çatışma büyüdüğü için Xebat arkadaş bu çatışmayı koordine etmeye başladı. Çatışma bittikten sonra dağıldık. Bir süre sonra düşmanın bu sefer Ersi alanında konumlanıp pusu attığını fark ettik. Neredeyse her yeri tutmuşlardı. Grubumuz çemberde kalmıştı. Hemen Xebat arkadaşı bilgilendirdik. Anında müdahale de bulundu. Gruplar çıkartıp tüm grupları koordine etti. Bazı gruplar biraz esnek hareket ederken bazı gruplar ise düşmana hiç aman vermeden atakta bulunuyorlardı. Çatışma genişleyip büyüdü. Akşama doğru düşman geri çekilince biz de kendimizi Çaçê tarafına verdik. Bu çatışmanın sonucunda beş arkadaş şehit düşmüş, çok sayıda asker de öldürülmüştü. Xebat arkadaş burada bizim de içinde bulunduğumuz bir gruba toplantı yaptı. Burada en objektif şekilde durumu değerlendirip zayıflıklarımızı dile getirdi. Eleştirilerinde keskin ve netti.

...

Konu konuyu açmış, ateşin ve yıldızların şahitliğinde geçmişe yolculuğumuz ve sohbetimiz devam ediyordu.

Xebat arkadaş; ‘‘görüyor musun, nereden nereye geldik. Şimdi bulunduğumuz yerlerde birçok şeye sahibiz. Ben hiç unutur muyum, 96 kışında siz Haftanin alanında Besta’ya yanımıza geldiğinizde sırf size MED TV izletebileyim diye saatlerce o soğuk ve rüzgarlı havada çanakla uğraştığımı?’’

Sözünü tamamlamasına izin vermeden şakayla araya girdim, ‘‘tamam da heval Xebat, televizyonu çıkartmayı başaramadın ki, olan sana oldu’’ diyerek güldüm.

“Bak hele bak. Ben saatlerce o soğukta sizler için uğraşayım, çaba harcayayım, şimdi senin söylediklerine bak” dediğinde, daha fazla kızmasın diye:

“şaka yapıyorum heval Xebat, ben de o günü unutmuyorum. Bize verdiğin morali, gösterdiğin sevgiyi unutmam mümkün değil. Bir de biliyorsun, senin ben de yerin ayrı.”

“neden sende yerim ayrı ki?”

“neden olmasın ki, bana hayatımın en güzel müjdesini sen verdin.”

“ben mi?” diyerek saçlarını karıştırmaya ve hatırlamaya çalıştı.

“hatırlamadın mı, bana Önderlik Sahasına gideceğimi sen söyledin. O gün benim için bambaşka bir gündü. İlk başta bana şaka yaptığını düşünmüştüm ama öyle olmadığını anladığımda yüreğim yerinden çıkacak gibi oldu” dedim.

“yüreğin hep böyle coşkuyla atsın be hevalim” dediğinde gözlerinde toplanan bulutları fark ettim. Sanki tüm yaşanmışlıklar bir bulut parçası gibi toplanmış, yağmur olup akacaktı. Tuttu kendini, bırakmadı. Gözlerindeki bulutları bertaraf edip gözlerini yeniden parlayan yıldızlara, onların gülümsemesine dikti.

Evet, o gece Kale’de ben ve Xebat arkadaş, sırtımızı biraz keskin biraz da tozlu bir kayalığa dayamış, közlerin sıcaklığını yüreğimizin sıcaklığı ile buluşturmuş ve aynı gönlün ahenginde derinlere, geçmiş günlerimize dalmıştık. Tıpkı bir yolculuk gibi.

Ve bu yolculuk hiç bitmeyecek, son bulmayacak bir yolculuktu.

Ne başı ne sonu vardı.

Ki zaten güzel olan yol almanın kendisi değil miydi?

 

Saygı ve minnet ile...

Yoldaşı Delil Çırav