Evrende iki gurup oluşum vardır: Birinci gurupta renkler ve sesler; ikinci gurupta ise zıtlık ve birlik vardır...
Şiyar Amed
Ana dil günü olan 21 Şubat günü JİYAN TV’de yayımlanan KEZİ programında Kürt kadınlarının şehriye kesmesi konu edilmişti. Dil kadar önemli bir konu.
Öncelikle JİYAN TV ve programın emekçilerini kutlamak gerekiyor. Çünkü toplumsal kültür ve gelenekler tehdit altındayken bu tür programlar kültürel soykırıma karşı bir duruştur, bir renktir, bir sestir. Benzer programlar diğer bazı televizyonlarda da bulunmaktadır.
Şehriye kesilmesinde yerel ve evrensel olanı aramak ilginç olabilir. Burada nasıl bir yerellik veya evrensellik vardır? Yerel mutfak kültürü ile ekonominin yaratıcısı kadının emek ve üretkenliği burada yerel ve evrensel değeri ifade etmektedir. Dahası renkler ve seslerin yaşatılmasını anlatmaktadır. Tıpkı yöresel kıyafetler ve müzik gibi.
Yerel değerler unutularak-unutturularak yabancılaşma gerçekleşir; tersinden aşırı yüceltilerek içe kapanmacı, milliyetçi duruma düşülebilir mi? Evet, bu tehlike liberalizm sayesinde vardır. Fakat yerel olanın evrenselle bağlantısı kurulduğunda orada yerel ve evrensel olan iç içe geçer; insanlık değeri haline gelir.
Öz kültüründen koparıldığı gibi insanlık kültüründen de uzaklaştırılan bir toplum ancak köle olarak adlandırılabilir. Köleleştiren de köle edilen kadar köledir. Özgürlük ise, farklılık ve özgür tercih temelinde karşılıklı kabulden doğar. Farklılığı ve tercihte bulunma iradesini ortadan kaldıran bir sistem tüm evreni kendi zihniyetinde öldüren bir sistemdir. Bunlara, evren katili veya evrensel cinayet şebekesi adı verilebilir.
Evrende iki gurup oluşum vardır: Birinci gurupta renkler ve sesler; ikinci gurupta ise zıtlık ve birlik vardır, çelişki ve uyum da denilebilir. Renklerimiz ve sesimiz yasaklanmış, birlik ve uyum hayal haline getirilmişken geriye sadece zıtlık, çelişki, çatışma kalmıştır.
Bir insan veya toplum için, tüm evrenin çatışmadan ibaret olması nasıl bir duygudur? Yerelde çatışma, evrende çatışma, gece çatışma, gündüz çatışma, acı, keder, ıstırap, azap…
Böyle bir yaşam olamaz. Yaşamın sevinçleri, üzüntüleri, sızıları hep olacaktır fakat sadece acıdan ibaret olursa o yaşama yaşam denilemez. Bazı felsefelerde vardır; dünyayı salt acıdan ibaret görürler. Böyle bir dünya nasıl yaşanabilir ki? Tam da burada yaşamın parçalanmışlığına karşı insan iradesi girer devreye. İradeli olmak, dünyayı bir sanat atölyesi gibi ele almaktır. Yaşam o zaman yaşanabilir.
Yaşam bütün renkleriyle, sesleriyle, çelişki ve uyumuyla yaşandığında yaşamdır.
Bir yanda barikatlarda direnenler bir yanda şehriye kesenler; hem çelişki hem uyum! İkisi de yaşamı renksizliğe, sessizliğe, ahenksizliğe mahkûm eden, acıya, tekliğe boğan faşizme karşı bir duruştur. Bunları ekranlarına yansıtan TV kanallarının da sıklıkla iktidarın hışmına uğraması bu nedenledir.
90 yıl sonra bile halen yürürlükte tutulmaya çalışılan Şark Islahat Planı belgeleri incelendiğinde şehriye kesmenin önemi, analarımızın yemek tadının anlamı, tıpkı ana dilimiz kadar önem kazanıyor.
Kadınların kolektif faaliyetiyle şehriye kesilirken yüreği en derinden titreten bir güzel melodiyi dinler gibi duygulanmanın anlamını burada aramak gerekiyor. Öz yönetim direnişlerinin amacı da varlığımızın tek kanıtı olan kültürümüzü yaşatmak, soykırıma karşı durmak değil midir?
O kadınlar oldukça yaşam asla renk ve seslerden yoksun olmayacaktır!
…
Söz çarpıktı.
Sesin merakından kuyuları dinlerdim. Mezarlıkları dinlerdim sesleri vardı. Söz akortsuz ağızlarda burguluydu. Ses düzgündü. Melodikdi.
Dicle’den kum çekerdi eşek kervanları. Çıngırak sesleri notaya gelirdi.
Demirci ustaların hüneri
Kadınların şehriye kesmesiydi
Tırnak ucu kadar kesilen
Hamurun melodisi vardı.