Batı Avrupa kapitalist hegemonyanın Ortadoğu kökenli merkezi uygarlık sisteminin önderliğini ele geçirmesi ve yeniden Ortadoğu kültürü üzerinde kendini inşa etmeye çalışması büyük felaketler pahasına gerçekleştirilmiştir. Maddi ve zihniyet kültürü üzerinde yürütülen hegemonik inşa binlerce yıllık toplumsal kültürleri kendi ajan kurumlarının en başta geleni olan ulus-devletçikler hegemonyasında sürekli bir savaş ortamında sık sık gerçekleştirilen katliam, sömürgecilik, asimilasyon, soykırım ve entegrasyonlarla tasfiyenin eşiğine getirilmiştir. Ortadoğu’nun son iki yüz yıllık tarihinde bünyesel çelişkileri de kullanılarak inşa edilen ajan hegemonik kuruluşların ne yazık ki daha bilince çıkarılması bile düşünülmemektedir. Sadece oryantalizmin düşünce tarzında değil tüm yaşam üzerinde kapitalist moderniteyi benimsetmesi çok kapsamlı ve “demir kafes” içinde olma meteforuyla ancak açıklanmaya çalışılabilir.
Örneğin binlerce yıllık yerel otantik kültürlerin başında gelen Asuri, Ermeni, İon, Gürcü mirasın neredeyse müzelik duruma gelmesinde kapitalist modernitenin rolü eleştiriye bile açılamamıştır. Yaşadıkları katliam ve soykırımları diyalektik düşüncenin ışığında aydınlatılamamıştır. Kaldı ki kendini ulus-devletler olarak inşa eden hakim Arap, İran ve Türk kökenli iktidarların kendi öz toplumsal kültürleri üzerinde de birer soykırım makinesi gibi işlev gördükleri daha da karanlıkta bırakılmış gerçeklikler konumundadır. Ulus-devletin çözülmesi ve maskesinin düşmeye başlaması; bu kurumun sadece sömürge coğrafyasında değil, ana hegemonik güç coğrafyasında da “homojen ulus toplumlar” adına özünde “azami kâr kanunu” gereği bir totaliter-faşist kurum niteliğinde olduğu yeterince açığa çıkmıştır.
Kapitalist modernitenin yenilenmiş bu Leviathan’ı Kürtler sözkonusu olduğunda en görünmez kılıklara girmekte, her tür ikilemler inşa etmekte ve gittikçe yoğunlaşan kültürel soykırımı “ilerlemecilik” adı altında sunabilmektedir. Kürt kültürel soykırımının şüphesiz Ortadoğu kökenli merkezi uygarlık sisteminde köklü nedenleri vardır. Sadece kapitalist moderniteye bağlanamaz. Ama Batı Avrupa kökenli kapitalist modern hegemonyanın son iki yüz yıllık rolünü açıklığa kavuşturmadan ne Kürt gerçekliğini, ne de kangren halini almış Kürt sorununu kavramlaştırabilir ve kuramlaştırabiliriz. Osmanlı imparatorluk geleneğinin kalıntıları üzerinde Türk gerçekliğiyle ancak dar iktidarcılık bağlamında ilişkisi kurulabilecek olan ve Türk’ten çok her tür iktidar hastası milliyetsizlerden inşa edilen “Beyaz Türk Faşist” elitinin Türk halkı da dahil, tüm Ortadoğu halk kültürleri üzerinde bir soykırım makinesi gibi çalıştırılmasından başta İngiltere olmak üzere Alman, Fransız ve diğer önde gelen Avrupalı hegemonik güçlerin sorumluluğu belirleyicidir. Çokça gündemleştirilen Ermeni soykırımında bu Beyaz Türk Faşizmi’nin sadece bir alet gibi rol oynadığı rahatlıkla açıklanabilecekken kendi sorumluluklarını açığa vurmaktan çekinmeleri, tüm suçu Türklere yaymaları ancak bilinçli bir saptırmayla izah edilebilir.
Böylelikle şahsımda Kürt kültürel soykırımının açığa çıkmaması için hukuki bir kılıf giydirilmeye çalışılmaktadır. Kürt kültürel soykırım gerçeğinin inkârı ve Batı kapitalist hegemonyasının çıkarları son iki yüz yıldır sürdürüldüğü gibi devam edilmek istenmektedir. Son savunmamı kapsamlı hazırlamamın nedeni bu büyük olduğu kadar başta tüm Ortadoğu halklarına olmak üzere küresel kapitalist hegemonyanın dünya halklarına giydirmeye çalıştığı neo-liberal oyunu azda olsa deşifre etmek ve maskesini düşürmektedir. Bunda şüphesiz en büyük desteğimi hakikat kavramına büyük katkılar sunan Avrupalı aydınlardan almaktayım. Ayrıca Avrupa halklarının büyük özveriyle yürüttükleri özgürlük, sosyalizm ve demokrasi mücadeleleri en az aydın hareketleri kadar değerlidir. Kaldı ki savunmamın özünde yatan evrensellik anlayışı aydın ve halkların özgürlük, sosyalizm ve demokrasi mücadelesinin kopmaz birlikteliğini açıkça dile getirmektedir. Temel yöntemim tikel-evrensel ilişkisinin bütünselliğidir.
Soykırım kavramı asimilasyon olgusunun devamı niteliğindedir. Asimilasyon yöntemleriyle üstesinden gelinemeyen halkın, azınlıkların, her türlü farklı din, mezhep, etnik grupların fiziki ve kültürel olarak tamamen tasfiyesini amaçlar. İzlenen her iki yöntem duruma göre tercih edilir. Fiziki soykırım yöntemi genellikle hakim elit kültürüne, ulus-devlet kültürüne göre üstün konumda olan kültürel gruplara uygulanır. Bunun tipik örneği Yahudi kültürüne ve halkına uygulanan jenositlerdir. Tarih boyunca Yahudiler hem maddi hem manevi kültür alanında en güçlü kesimleri oluşturduğundan karşıt kültürlerin fiziki darbe ve imhalarına maruz kalıp sık sık pogrom denilen soykırımlara da uğratılmışlardır.
İkinci soykırım yöntemi olan kültürel soykırım denemeleri ise daha çok hakim elit ve ulus-devlet kültürüne göre zayıf ve gelişmemiş durumda bulunan halk, etnik ve inanç gruplarının üzerinde uygulanır. Temel mekanizma olarak hakim elit ve ulus-devletin dil ve kültürü içinde tümüyle tasfiye olmaya amaçlayan başta eğitim olmak üzere her türlü toplumsal kurumların cenderesi içine alınıp varlıkları sona erdirilmeye çalışılır. Fiziki imhaya göre daha sancılı ve uzun sürece yayılmış bir soykırım türüdür. Yarattığı sonuçlar fiziki soykırımdan daha felaketlidir. Bir halk veya herhangi bir topluluk için yaşamda karşılaşabileceği en büyük felaket niteliğindedir. Varlığını, kimliğini toplum doğasının tüm maddi ve manevi kültürel unsurlarını terk etmeye zorlanmak, uzun sürece yayılmış kitlesel çarmıha gerilmekle özdeştir. Burada soykırıma yatırılmış kültürel değerleri için yaşamaktan değil, inim inim inlemekten ancak bahsedilebilir. Kapitalist modernitenin azami kârını gerçekleştirirken tüm halklara, ezilen, işsiz bırakılan sınıflara asıl çektirdiği acı sadece maddi sömürü değil, diğer tüm kültürel değerlerinin çarmıha çekilmesinden duyulan acıdır. Ulus-devletin resmi kültürü dışındaki tüm maddi ve manevi kültürel değerlerin yaşadığı gerçeklik, çarmıhta can vermedir. Zaten başka türlü insanlığın ve ekolojik çevrenin kaynak durumuna dönüştürülerek tüketilmesi mümkün değildir.
Kürtlerin durumu kültürel soykırımın en çarpıcı, trajik örneğini temsil eder. Hakim ulus-devletlerce tüm maddi ve manevi kültürel değerleri üzerine kurulu çarmıh mekanizmasında inim inim inletilirken başta emek değerleri, toplumsal birikimleri, yer altı ve yer üstü kaynakları açık bir talana, kalanı da imhaya terk edilir, işsiz bırakılır, çürütülür. Çirkin kılınarak yaşanmaz, yüzüne bakılmaz duruma getirilir. Artık önünde tek yol bırakılmış gibidir; hakim ulus-devlet içinde erimekten, tümüyle temel değerlerinden vazgeçmekten başka yaşam yolun yoktur. Zaman zaman fiziki soykırımlara da varan Kürt kültürel soykırımı belki de kapitalist modernitenin gerçekliğini tüm çıplaklığıyla gösteren en çarpıcı ve trajik örneklerin başında gelmektedir.
Yakın döneme kadar belki de çoğu toplum ve devlet kesimince Kürtler, varlığı tartışmalı bir konudur. Kürtlerin varlığını kanıtlamak için belki de kapitalist modernite bağlamında son iki yüz yılda hiçbir toplumsal varlığın yaşamadığı şiddette, içerik ve biçimde baskılar, inkârlar, imhalar yaşandı. Kültürel ve fiziki soykırımlar uygulandı. Gerek ana mekânlarında (Kürdistan) fiziki parçalanma, gerek kültürel (zihnen) parçalanma, yok sayılma, bunun için her tür zor ve ideolojik araçlar devreye sokuldu. Denilebilir ki kapitalist modernitenin soykırıma dek uygulanmayan hiçbir baskı ve talan mekanizması kalmadı. Kürtlük bu açıdan benzeri olmayandır. Yahudiler yaşadıkları soykırım için “benzeri olmayan biricik” kavramını özenle korurlar. Kürtler açısından sadece uğradıkları soykırım açısından değil, diğer tüm varlık olmaktan çıkaran uygulamalar nedeniyle “biricik halk veya toplumsal varlık” tabirini kullanmak yerinde olacaktır.
Tarihsel olarak proto-Kürtlerden çağdaş Kürtlere kadar bir anavatan gerçekliği hep olagelmiştir. Sümerler’de Kurt-i-ye, Luwilerde Kürdiwana (Kürtlerin memleketi), Hellenlerde Kardukya kavramları aynı kökenden türeyip zamanla dönüşerek İslamiyet döneminde Selçuklu sultanlarının İran’daki egemenlikleri döneminde ( M.S. 11. yüzyıl) itibaren resmen Kürdistan olarak son şeklini almıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de yüzlerce fermanda (sultan buyrukları) Kürdistan olarak kavram daha sıkça kullanılmıştır. Cumhuriyetin kuruluşunda bizzat M. Kemal Kürdistan kavramını yazılı ve sözlü olarak defalarca kullanmış olup bölgeden TBMM’ye ilk gelen milletvekilleri de kendilerini Kürdistan milletvekilleri olarak tanımlamışlardır. 1925 Beyaz Türk komplosundan itibaren Kürt, Kürdistan ve Kürtlükler ilgili her tür miras, adlandırma birden bire dehşet verici yöntemlerle yasaklanıp, olgu olmaktan çıkarılmak istenmiştir. Kürdistan kavramına yönelik bu darbe birçok amaç taşımaktadır. Birincisi Beyaz Türklerin (buna genç bürokratik Türk burjuvazisi de diyebiliriz. Ama içinde yönetici çekirdek olarak Yahudi sermayesini dahil etmek kaydıyla) Kürdistan’ı İngiliz ve Fransız sömürgeci yönetimleriyle yeniden dört parçaya bölüp en büyük parçayı kendi paylarına alıp içindeki her şeyi ile birlikte “Türk” sayıp soykırım sürecine almasıdır. Kürdistan coğrafyasına yönelik komplo darbesidir. 1925’teki Şark Islahat Planı’yla tümüyle silinmek istenmiştir. Kürtlerin vatanı yok hükmünde sayılmıştır. Vatan, anavatan kavramları uluslaşma çağında önem kazanmıştır. Sosyolojik bir kavram olarak anavatan, yüzyıllardan beri üzerinde kültür yaratılmış, pazar oluşturulmuş, tarihsel bilincine sahip olunmuş, demografik olarak yerleşilmiş coğrafyayı kavramlaştırmaktadır. Hem kapitalistlerin pazar bağımlılığı, hem de daha önemlisi toplumsal kültürün gerçek yaratanı olarak halk, ulus açısından vatan, yaşamın vazgeçilmez mekânı konumundadır. Vatan, toplumsal yaşamın sadece maddi üretiminin, kültürünün gerçekleştiği coğrafya değil, tarihinin, ruhunun oluştuğu beşiktir. Evdir. Ondan yoksun kalmak (kavram ve ruh olarak) evsiz, ruhsuz kalmaktan beterdir. Onu evsiz, ruhsuz bırakan maddi ve manevi kültürsüz de bırakabilir. Nitekim çok barbarca bu yönlü gelişmeler Şark Islahat Planı adı altında uygulamaya sokulmuştur. Provoke edilmiş (komplo gereği) isyanlar bahanesiyle taş üstünde taş bırakılmamış, tek bir sözcüğe yer kalmamıştır. Cumhuriyetin asli kurucu öğesi, tarihin belki de ilk defa kendi adıyla vatanlı halkı, kendini özvatanlı halk olmaktan çıkmayla karşı karşıya bulmuştur. Tarihin hiçbir çağında hiçbir ideoloji ve din tarafından bu yönlü bir vatanın yok sayılması görülmemiştir.
Kürt sorununu özgürlük sorunu olarak ele almak bir yönüyle doğru da olsa diğer bir yönüyle önemli bir eksikliği beraberinde taşımaktadır. O da Kürtlerin varlık (ontolojik) sorunudur. Kaldı ki varlığı imhayla karşı karşıya olan bir gerçekliğin ilk sorunu özgürlük değil, öncelikle varlığını koruma ve bu mümkün kılındığı ölçüde iç içe özgür kılmaktır. Varlığı olmayanın özgürlüğü olmaz. Özgürlük ancak varlıkla mümkün olabilir. Çağdaş Kürt ulus gerçekliğindeki özgünlük buradadır. Yine yakın tarihlerde yaşanan Ermeni ve Yahudi soykırımlarından farklı olarak (bu soykırımlarda fiziki imha ön plandadır) Kürt soykırımında kültürel (kendilik olmaktan zihnen vazgeçiş) boyut ön plandadır. Kendilik olmaktan çıkmış bir kültür grubu; ister fiziki ister zihni olarak gerçekleşmiş olsun soykırımdan geçmiş veya soykırımı gerçekleştirilmiş demektir. Kürtlerin dört parçalı bölünüşü ve her parça üzerinde varlığına yönelik değişik tasfiye uygulamaları nedeniyle süreç (soykırım) farklı işlemiş, her parça değişik düzeyde soykırımdan nasibini almıştır. Süreç, tabi tutulduğu karakterinden ötürü halen devam etmektedir. Bu yönüyle Kürt gerçekliği işgal, sömürgecilik, asimilasyon ve soy tükenişiyle karşı karşıya olan bir süreç kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal kimlik olmaktan çıkarılmaya çalışılan bir gerçeklik!