Askerlerin komutanı Şiyar arkadaşa “Sen kimsin?” derken, Şiyar arkadaş da ona “Sen kimsin?” der. Ve tartışmaya girerler. Bu arada Şiyar arkadaş üsteğmene rütbesini...
Davut TOLHILDAN
Yaşam ile ölüm arasındaki sırdır SÜVEYDA!
Yaşam anında ölümü kabul görmeyen, canlılığı sürekli tutan sır ve bu sırrın sırrı olan süveydanın özelliği yok oluşu engellemektir. Onun sırrı doğal ve temiz olmasıdır ki, yaşamın sona ereceği anı harekete geçirip canlılığı süreklileştirir.
YAŞAM diyoruz, tanımı olmayan; ölüm gibi. ÖLÜM diyoruz, yaşam kadar tanımlanamayan. Evrenin zenginliğinde varlığı olan insan, yaşamı kadar anlamlıdır; anlamıyla yaşayan, yaşadıkça anlam kazanandır. Anlamıyla var olduğunu kavrayan insan, geçmişinin yaşama sırrını anlayandır. Dün ve bugününün içinde an ile kendini ifade eden zamandır insan. Geçmişin şimdisi olan insan dünün onu ileriye, geleceğin ise onu doğruya götüreceğini bilecektir ki; her ikisini bütünlüklü yaşayacak olan, onun bilincidir. O halde insan, ne zaman yaşayacağı ve ne zaman öleceğini kestirememenin gerçeği içinde, yaşam ile ölüm arasındaki anda kendini anlayarak yaşayacaktır ki, bu durumda bilinçle eyleme kavuşmuş olarak sınırsız yaşam enerjisiyle durmadan çalışır. Çalıştıkça yaşayacağını anlar. Evrenin gizeminde olduğu gibi…
Bu temelde ölüm ile yaşam süresi içinde izlediği ve ulaşmaya çalıştığı; yoldur. Yolun arayışı ya da anlamanın ilk yolu; anlamsızlığı görmektir. Anlamsızlığı görerek bilince çıkaran insan, yaşamanın özünde yaşayacağını anlayandır. Evrenin toplamı bir organizma olan insan, hakikati bir bütün olarak yaşayandır. Bütünlük, onun gerçeğidir.
Yaşam, başlangıcın anı olarak, var oluşuyla evrensel seyirle diyalektik bir bağ içinde hep hareket eder. Durağanlığın olmadığı hepten bir akış içinde ilerlemektedir. Durduğu an yoktur, anın durması demek, yok oluş sonucu olacaktır ki, bu da evrenin hareket kanununa aykırıdır. İnsan olarak varlık, anla ilerledikçe kendini anlar ve kavrar. Kendini kavramak onun yaşamındaki özsel eylemdir.
Ve eylemi zihinseldir. Zihni olarak benliğinin farkına varıp kendini, doğayı, toplumsallığını algılar. Kendini algıladıkça yaşama, doğaya ilişkin olan anlamı kavrayışı ve tutkusu, aşkı gelişir. En büyük aşkı yaşamla başlayacaktır ki, bu da onun bir bütünen yaşama karşı sorumluluğu olacaktır. Sorumluluk onun özü ve kimliği kadar yücedir. Yüce olan yaşam, onun en değerli hakikatidir. Bu anlamda doğrudan HAKİKATİN kendisi olan insan, toplumsallığıyla özgür olan insandır. İşte bu noktada özgür insanın yaşama karşı sorumlu, duyarlı olan, hep onunla (onun kutsallığında) yaşamak isteyen gerçeği açığa çıkar.
Kutsal olan, onu yaşatan gerçeklerdir. Gerçeklerle sürekli yaşayarak yaşamı korumak ve inandığı her şeyi savunmak (felsefesi) gerekecektir. Savunduğu, en değerli olan, inancıdır. İnanç; onun kendini içinde ifadelendirdiği, tanıdığı mecra; kutsallığı ve ideolojik kimliğidir. Ve kimlik onun özüdür. Bu nedenle doğanın canlı varlığı olan insan, ilerlemekte olduğu yolda yaşam uğruna, yaşamın her anında anlamlı ve büyük yaşamanın erdemliliğini göstererek yaşayacaktır ki; Bu da onun, kendini ideal yaşam olarak ifade eden kavrayış hali olarak hakikatidir.
Bu noktadan sonra ulaşılmak istenen esas sonuca ulaşabiliriz: Kendi hakikatinde yaşayan insan toplumsaldır. Toplumsal olan birey, en dürüst ve özüyle bir yaşayan bireydir. Kendini toplumsallıkta, toplumsallığı da kendinde kılandır, yaşatandır. Bu durumda birey, kendisini mensubu gördüğü, içinde yaşadığı, büyüdüğü ve dili, kültürü, kimliği, yaşamı olan, yaşama dair ne varsa hep onunla, onun büyüklüğünde ulaştığı toplumsallıkta yaşar. Toplumsal büyüklük, onun uğrunda yaşadığı, savunduğu, sevdiği, onunla var olduğu manevi değerleridir. Manevi değerler onun kendi hakikatinin temel ifade biçimlerinden biri olduğundan her zaman bu maneviyatla yürümek onun vazgeçilmez ilkesidir. İlkelerle yaşamak ise insanın ideolojik, ahlaki ve politik gücünü ifade eder. Ahlaki ve politik ilkelerle yürümeyi bilen birey, tarihine öz kimliğiyle en değerli katkı ve katılımı yapan insandır. Ahlaki yaşam en soylu yaşamdır. Birey bu soylu yaşamın içinde kendini yaşamın en üretkence ve anlamlıca yaşanmasına yatırmışsa, artık yaşamı, onun büyüklüğünde ve onun uğruna ölene dek ÖZGÜRCE yaşayacaktır.
En Büyük Yoldaşlık Şehidin Hakikatiyle Yaşamaktır!
Bu temelde anlamlı ve büyük yaşamanın adı olan Apocu hareket çizgisinde yürüyen militan gerçeği, ölümüyle yaşamı yaratan şehadet hakikati bizler için bir kez daha doğru yaşamın öğreticileri olmuştur. Onların gerçeğinde yaşayarak onları yaşatmak onları hep anma demek olacaktır. Bu, yüce değerlere bağlı kalmanın ilkesi olduğu kadar, onların yoldaşı olmak ve onlara karşı her zaman kendimizi sorumlu görerek sorgulamak demektir. En büyük yoldaşlık şehidin hakikatiyle yaşamaktır.
Yoldaşlık, yaşamda en yüce olan büyük duygu, düşünsel ve ruh birliğidir. Yoldaşlık, uğruna en sadık duyguların birleştiği bir duruştur; duyguların bütünlüğü olan yaşamın adıdır. İnsan açık ki ancak onunla var olduğu yaşamını sevdiği kadar yoldaşının yoldaşı olmak ister ki, bu duygudan hiçbir zaman, ama hiçbir zaman kopmak istemez. Bir an bile.
Yoldaşla yaşanan o uzun geçmiş yaşama an demek istiyorum. İnsanlık adına, insana dair ne varsa bu anda gizlidir. İnsanın yüce yaşam içerisinde, yaşam için mücadele ettiği, zamanın zorluklarında bıraktığı ve paylaştığı an… O anların bıraktıkları izleri, şimdiki anlara sığdıramamanın zorluklarını yaşar insan. En zor olanı bu olsa gerek. An dile gelmez, ancak yaşanılır. O anda duyguların dili yoktur, duygular hiçbir zaman konuşamaz. Bunun için, yaşamımızın en güzel dönemi olarak anlamlı yaşamın zorluğunda, zor koşulların içerisinde hayatı birlikte geçirdiğimiz, paylaştığımız, onlara yoldaşlık etme şansına kavuştuğumuz yoldaşların yaşamını ifade etmek hayli zor olsa gerek. Zor olan, gerçekten de onların yokluğunda kendimizi yalnız hissetmektir. Bu nedenle insanın en çok seveceği, ülkesi kadar yoldaşıdır, belki de yoldaşlık ulaşmaya çalıştığın şeyin ötesi olup her şeyin kaynağıdır. Bunun için mücadele tarihimizde öyle yoldaşlar vardır ki, onları dile getirmek gerçekten de zordur. Hele bir de bu zor olanın içinde, onlarla birlikte geçirdiğin ve yaşadığın süreçler varsa o daha da zordur.
Tolhildan, Önderliğin Eyaletiydi!
O gün tarihle hesaplaşmanın yaşandığı gündü. Tolhildan Eyaletindeyiz. İhanetin kol gezdiği lanetli gün; 15 şubat. Tüm yoldaşların gözündeki kin ve öfke, her hâlükârda intikam ve bu günün lanetiyle hesaplaşma demekti. Anın, zamanın durduğu gün. Her arkadaş birbirine sarılarak tek yürek ve ruh olarak “haydi savaşa!”, “haydi eyleme!” diyordu. Dağların doruklarında en az iki metre karın içinde ve buz kesen donuk ayazlı gecelerin keskinliğinde durmadan haykıran yüreklerden yükselen bu sesti. Koca Nurhak geçit vermiyordu beyaz örtüleri içinde. Engizekler her zamanki halini koruyarak sessizliğe bürünmüştü yine.
İlerleyen zaman içinde bağrını kutsal ana gibi açtığı bir zaman diliminde Engizeklerdeydik. Bir içtima, bir parola ve “an serkeftin an serkeftin” haykırışını ardımızda bıraktığımız zamanın hatırasında bırakıp birbirimize sarılarak ayrılmıştık.
Tüm yoldaşlar, yani eyalet gücümüzün tümü peş peşe eylem yapıyordu. İnsanlık tarihinin en karanlık ve lanetliliğin olduğu bu yıl, Apocu hareket ve Kürt tarihi açısından çok zorlu bir süreçti. Artık ok yaydan çıkmıştı ve biz Önderlik militanları olarak var olan gücümüzle kendimizi çizgiye yatırıp çalışacaktık. Tolhildan Eyaleti bizzat Önderliğin eyaletiydi. Önderlik, eyaletimizle bire bir ilgilenip her yönüyle üstünde duruyordu. İlk adımlarını attığı bu coğrafyada Önderlik – örneğin Cimikan köyüne Vietnam ismini vermesi gibi- bazı köylerin ismini kendisi bizzat vermişti. Eyaletimize gönderilen komuta ve kadro Önderlik tarafından gönderilmişti. Tüm yoldaşlara ağır gelen lanetli komplonun Önderlik gerçeğini hedef almasındaki nedenlerden en önemli birisi, Önderliğin de tanımladığı gibi yetersiz yoldaşlık olacaktı.
Bu acı gerçeklikle her arkadaş Önderlik gerçeği karşısında bir yandan eziklik yaşarken, diğer yandan Önderliğin tolhildanı için canını ortaya koymaya hazırdı. Hemen hemen çoğu arkadaş fedai eylemi önerip Önderliğe sahiplik etmek istiyordu.
Çalışmak Şiyar Arkadaş İçin Tutku ve Aşktı!
Çağlayan Cerit dağının kuzey yamacındaki Papaz deresinin doğusundaki Kamalık ormanının içinde bir gurup arkadaş toplantı yapmıştık. Şiyar Amanos arkadaşın gözlerindeki pırıltılar; sanki her şeyini kaybetmiş olma ve kaybettiği şeyi tekrardan bulma arayışıydı. Bu O’nun hakikati, en anlamlı olan duygusuydu. Durmadan çırpınıyordu. Resmiyette, yaşamda, hatta bu da yetmediği gibi tek tek arkadaşlarla konuşurken bile bir şeyler yapmanın gerektiğini dillendiriyordu. Önderlik gerçeği karşısında duygusal olarak en fazla etkilendiği gibi, diğer yandan da duygusallıkla Önderliğe layık olamayacağını bilerek daha soğukkanlı yaklaşma çabası içine giriyordu. Gerçekten de O Önderliğe her yönüyle bağlıydı. Önderliği yaşayarak çalışmalara katılıyordu. Sık sık, Önderliği görmüş bir arkadaş olarak herkesten daha fazla Önderliğe borçlu olduğunun sorumluluğunun farkındaydı. Başkan Apo’nun çizgiyle büyüyüp yetkinleşen ŞİYAR arkadaşın bazı özelliklerini dile getirmeye çalışacağım.
Mücadele tarihimizin 90’lı yıllarda geliştiği Tolhildan eyaletimizde Şiyar arkadaş büyük bir tutkuyla çalışmalara başladı. Çalışmak onun için bir tutku ve aşktı. Emekle doğrudan bağlılığı olan çalışma, temel bir insan hakikatidir. Çalışan insan doğallığını yakalayan, bu özde yaşayan insan, olduğu gibi toplumsaldır. Kendi toplumsal geleneğinden kopmamış, kültürüne, diline, toprağına bağlı insandır. İnsanın doğalitesinde çalışmak vardır. Bu öz, doğal toplumun özü, kaynağıdır. Toplumun doğal halinde çalışmayla yaşamı sürdürme, geçinme, varlığını korumadır. Çalıştıkça kendini daha iyi bilme, tanımlama ve kavramadır. Bunun için Şiyar arkadaş da mücadele alanı olan Engizekler’de durmadan çalışıyor; çalıştıkça seviliyor ve gelişiyordu. Duygu olarak çok derin olduğu için bu duyguları, yüreği her zaman O’nu çalışmaya yönlendiriyordu. Çalıştıkça açılıyordu. Yorulmak nedir bilmiyor, hep yüksek bir tempoda ilerliyordu. Hızlı bir kişilik olan Şiyar arkadaş, aslında çalışarak çevresine hep umut veriyor, teşvik ediyordu. Hiçbir çalışmaya sınır koymadan o hep özlü çalışan biriydi.
Onun bu çalışma temposu ve içtenliği, dürüstlüğü gün gün onu başarıya götürüyor ve yoldaşları tarafından takdir ediliyordu.
Gerillanın Amanos-Akdeniz Sahasında O’nun Emeği Vardır
Ancak o dönemde sübjektif ajan olan Terzi Cemal unsuru gelişme adayı olan, örgüte bağlı, dürüst kadroları bir gerekçe ile tutuklar ve ağır işkencelerle şehit düşürür. Sadece bir kış sürecinde, Engizekler’de bulunan “katliam deresi” diye adlandırılan yerde 18 kahraman yoldaşı infaz eder. Şiyar arkadaş da bu dönemde Engizeklerdedir. Terzi unsuru onun gelişme düzeyini görüp tutuklar ve ağır işkencelerden geçirir. İşkence sürecinde Şiyar arkadaş Terzi unsurunun zulmüne karşı büyük bir direniş sergiler. Ne olursa olsun Terzinin durumunu Önderliğe bildirmek için bir fırsatını bulup ağır işkenceler altında iken kaçıp Avrupa’ya çıkar ve orada örgütü bilgilendirir. Ardından da Önderlik sahasına gelir.
Şiyar yoldaş bir dönem Önderlik sahasında kalır. Ve bağlı olduğu toprağının özlemiyle tekrardan Amanos-Güney Batıya döner. Dönüşü, O’nun büyük özlemidir. Ve bu özlemin yerine gelmesi O’nun mücadele tarihinde yeni bir başlangıç olur. Tekrar eski heyecanının çalışkanlığıyla büyük bir coşku içinde Toros dağlarına çıkar. Nerede bir zorluk varsa orada Şiyar arkadaş vardır. Zorluklarla büyüyüp yürümeyi bilendir. Büyük bir moral ve coşku ile yaşamın her anında o hep hareketli olur. Koca Amanos-Toros dağlarının geniş coğrafyasını karış karış dolaşır. Gezerek ihanete karşı içinde giderek büyüttüğü öfke ve kinini ortaya koyar.
Gerilla gücümüzü Amanos-Türkiye sahasında oturtulup mevzilendirilmesinde onun büyük emeği vardır. Gerillacılıktaki ustalığı, pratik duruşu ve kavrayışı yüksek olan Şiyar arkadaş, adeta esen bir rüzgâr gibiydi. Alanın bir ucundan girer diğer ucundan çıkardı. Yaratıcılık onun özü, felsefesiydi; durmak, yılmak nedir bilmezdi. Enerjik ve dolu dolu bir arkadaştı. Üstelik fiziksel olarak da zorlanmasına rağmen o hiçbir zaman bunu kendisine engel olarak görmedi.
Bütün bu özellikleriyle, çok yönlü yetenek sahibi olan Şiyar arkadaş, her koşulda yürümeyi bilen ve her engeli aşan biriydi. Nerede, ne zaman ve nasıl yürüyeceğini bilir ve ona göre kendini örgütleyip sistemleştirirdi. Doğayla bütünleşmişti; doğayla uyumlu halde çalışırdı. Zaten onun en fazla sevdiği de ormanlık arazilerdi. O ormanda özgürlüğünü bulan bir kişilikti.
Yine O’nun en belirgin bir özelliği de, fedakârlığıydı. Emek ve çalışma felsefesiyle donanmış olan insanın karakteridir fedakârlık. Nerede bir iş varsa, orada Şiyar arkadaş vardı. Adına uygun bir şekilde Şiyar arkadaş gerçekten de şiyardı. Şiyar olmak duyarlılıktır. Duyarlılık ise kendini tanımayla doğrudan bağlantılı bir durum olup, önemli bir insani özelliktir.
Sade Yüreği Bir Nehir Gibi Akardı!
Hem yaşamda, hem savaşta duyarlı olan Şiyar arkadaşı, O’nu O yapan, O’nun kimliği olan, bağlı olduğu geçmişi ve büyük değerin sahibi toprağıydı: Doğduğu, büyüdüğü, onunla var olup yaşadığı ülkesine olan sevgisiydi. Ülkesine, toprağına derinden bağlı olduğu için dağlar onun temel dayanağıydı. Dağ tutkusu O’nda temel bir felsefeydi. Dağda özgürlüğü, hakikati arayandı O. Arayış O’nun ruhunda, zihninde olduğu gibi, bu arayış O’nun bedeninde ise o simsiyah güzel gözlerinde ifadesini buluyordu. Gözleri, bakışları her zaman bir şeyleri andıran ve arayandı.
Temiz sade yüreği, hep bir nehir gibi akardı. Dürüstlük, mütevazılık ve güçlü yoldaşlıkla dolu duyguları, içtenliği ve sevecenliği bulunduğu ortama hep moral verirdi. Tarifi zor ama onun bir bütün ifadesi olan iradi kişiliği ne kadar da mücadeleciydi. Zor günün yoldaşıydı O. Yoldaşını asla yarı yolda bırakmayan, ölümüne kadar onunla yürümeyi bilen bir devrimciydi. Şiyar arkadaşın yoldaşlarının gönlünde en çok iz bırakan ve anlatılamaz düzeyde hatıralarda yer edinen, o hep güler gözlü bakışlarıydı.
O sadece birlikte kaldığı yoldaşların değil, tanıyan herkesin yüreğinde derin izler bırakmıştır. O içindeki doğa ilgisi ve sevgisi nedeniyle, gezdiği, geçtiği her yerin, adımını attığı, adımladığı her patikanın, yaslandığı, sırtını verdiği her taşın yoldaşıydı adeta. Aradığı, ulaşmaya çalıştığı hakikat, memleket hasretiyle hayal ettiği ve son kez bir avuç toprağını koklamak istediği Erdalların, Nucanların, Sabrilerin (Şiho Dirlik) yeriydi. Evet, “Sabrilerin yeri” diyoruz; özgürlük tohumlarının ekili olduğu Engizekler. Engizek kadar derin, Nurhaklar kadar görkemli olmak… Gün doğmadan önceki vakit dolunayın vurduğu ayazlı gecelerin gizeminde durmadan esen hırçın rüzgâr Çekdar’ın yüreğiydi Şiyar. Kokusuna dayanamadığı Marx ağaçlarının kökünde çıkan karanfilli çayların döndüğü gerilla akşamlarının çatlamış elleri ve yamalı giysileri içindeki yoldaşlar oturumunda, tatlı sohbetlerinin aynen karanfilli çaylar gibi yudumlanmak istendiği bir arkadaş canlısıydı. Canından daha çok sevdiği efsanevi komutan SARI İBO’nun büyük aşkıydı O. O’nun tutkularından biri de, çok sevdiği ve geçerken mutlaka beş dakika durup izlemek istediği Nurhaklara eşlik eden heybetli Berit dağının görkemiydi. Ve en derin özlemlerinden biri de, uzaktan kulağa çok hoş gelen ve mutlaka insanın duygularına hitap eden kalabalığıyla, çocuk sesleriyle o köydü… O’nun köyü, toprağının kokusuna dayanamadığı ve içinde hep bir sır olarak tuttuğu SİNEMİLİ’nin Salman pekiydi… Oradan yayılan, Elif ananın kutsallık örtüsü içinde, zozanlara çıkıp sıraya dizilmiş kon’ların güzelliğinde Berivanların süt sağarken söyledikleri türküler, anaların yaktıkları ağıtlar ve aşiretin sürgün trajedisini dile getiren Memik amcanın kaval sesindeki acı dolu duygulardı.
Elbette ki O sadece çocuğu olduğu Tolhildan eyaletini değil, en az onun kadar tüm Kürdistan’ı, tüm ülkeyi seviyordu. Onun sevgi anlayışı derin olup bir bütündü. İşte bu yüzdendir ki O sevdiği için seviliyordu. Bütünlük ilkesine göre yaşayan Şiyar arkadaş gittiği her yerin sevgisini kazanıyordu.
O Gerillacılıkta Usta Bir Savaşçıydı!
İşte O, dile getirmeye çalıştığımız bu bağlılık, dürüstlük, fedakârlık, güçlü inanç-umut özellikleri ve doğal özünü koruyarak kendini pratiğe katma tarzıyla kelimenin tam anlamıyla bir militandı. Hareketimizin halk çizgisinde yetkinleşmiş, Apocu militan özelliklere ulaşmış biriydi. Amaca bağlılık ve ikna kişiliğinin ulaşamayacağı hiçbir hedef yoktur. Bu nedenledir ki, hiç kimsenin ulaşamayacağı ya da ulaşmada zorluk çektiği hedeflere Şiyar arkadaş çok rahat ulaşabiliyordu. Çünkü kendine güveni sonsuzdu. Önderlikten edinmiş olduğu tecrübe ve güçle her zaman bu başarıların sahibi olabiliyordu.
Gerillacılıkta da ince, derin bir tarzın sahibi, askeri taktik açıdan usta bir savaşçıydı. Pratik zekânın güçlülüğü ile o hiç bir zaman taktikte, uygulamada zorlanmazdı. Nerede, ne zaman ve nasıl çalışabileceğini iyi tespit edip, koşulları iyi tahlil edebiliyordu. Ve pratiğe yöneldiğinde de her zaman büyük bir disiplini esas alırdı. Özcesi, gerillacılıkta ustalaşmış bir kişilikti. Gerillacılıkta uzmanlaşmış kişiliğin yanında örgütsel, ideolojik, politik olarak da çizgiyi özümsemiş ve kendisini bu çizgiye yatıran bir devrimciydi. Tümünü birleştirerek komple bir kişiliği hedeflemişti. Bu nedenle gerillacılığı en zor koşullarda yürütürken girdiği birçok çatışma, pusu, eylemde hep başarılı bir pratik sergilemiştir. Kendini savaşın tüm koşullarına göre hazırlayarak planlayabildiği, gerillacılığın gereklerini yerine getirmeye kendini her yönüyle yatırdığı ve iknacı özellikleri ile kişiliğindeki yaratıcılık yönünü bu pratik için harekete geçirdiği için büyük başarıların sahibi olmuştur.
Bu konuda yaşanan bir örnek çarpıcıdır: 2007 yılında bir gurup arkadaşla Amanoslar’a giderken, Hatay’a bağlı Serinyolu ve Belen ilçeleri arasındaki kırsal alandan İskenderun alanına geçmek istemektedirler. Şiyar arkadaş ise gideceği yerle bağlantısı olmamasına rağmen oldukça kendinden emin bir şekilde, arazi-yolculuk açısından hiç bir engele takılmadan gerillacılık tecrübesine dayanarak yürümektedir. Ki, bu güzergâhtan yaklaşık on yıl önce bir sefer geçmiştir. Ve alanda bazı değişiklikler olmuştur. İster bildiği, isterse de bilmediği bir hat olsun, bu onun için hiç sorun değildi zaten.
Ancak yolda grup deşifre olur. Cebinde telsizi, boynunda dürbünü ile Şiyar arkadaşlar bu hattan geçerken köylülerin gurubu fark etmesi sonucu düşman akşama doğru gurubun geçtiği hatta pusu kurmak ister. Havanın kararmasıyla gurup hazırlığını yapıp tam yola çıkarken bir sivil araba yoldan, yani gurubun yanından geçerek 200-300 metre ileride durur. Ve karanlıkta bir gurup askeri orada pusu yerine bırakır. Ancak pratik tecrübesi ve kişiliğindeki duyarlı olma özelliği nedeniyle arabanın ileride durmasından şüphelenen Şiyar arkadaş, kendi gurubundaki arkadaşlara şöyle der: “Heval siz burada bekleyin ben bu arabanın durumunu netleştireyim. Araç ileride asker bırakmış da olabilir.” O ileriye giderken, gurupta toprak yolun hemen 10 metre kadar aşağısında bekler. Şiyar arkadaş yaklaşık 50 metre kadar gittikten sonra, arazinin gür orman ve havanın da karanlık olması nedeniyle askerlerle iç içe girer. Ancak arkadaşın üzerinde komando elbisesi olduğu için askerler adeta şok olur. Askerlerin komutanı Şiyar arkadaşa “Sen kimsin?” derken, Şiyar arkadaş da ona “Sen kimsin?” der. Ve tartışmaya girerler. Bu arada Şiyar arkadaş üsteğmene rütbesini ve nerenin askeri olduğunu sorar. Üsteğmen Erzin özel harekât komutanı olduğunu belirterek, “Peki sen nerenin askerisin?” deyince, Şiyar arkadaş da “ Ben Çorum özel harekât komutanıyım. Siz neden benim alanıma benden izinsiz gelmişsiniz?” der. Bu arada diğer askerler de her ikisinin etrafında durmuş onları izlemektedir. Bu arada Şiyar arkadaş gizlice elini M-16 silahına götürür ve emniyetini açar. Bu sırada üsteğmen de askerlerine gerekli emniyet tedbirlerini almaları yönünde talimat vermektedir. İşte tam bu sırada fırsatını bulan Şiyar arkadaş parmağını tetiğe götürüp üsteğmene ateş eder ve öldürür. Taramayla birlikte atik bir şekilde hareket edip takla atarak kendini kurtarır. Guruptan kopar ve tek başına İskenderun’a doğru ilerler. Ancak 8-9 gün sonra arkadaşlarla buluşur. Ve tekrar yoldaşlarına kavuşmanın sevinciyle oturup ağlar. Birkaç gün sonra da gurupça zorlanarak da olsa alandaki arkadaşlarla buluşurlar.
Başarıyı esas alan devrimci-komuta kişiliğinin öncülüğünü en zor mücadele alanlarına taşıyan Şiyar arkadaşın böyle zorlu pratik ve büyük emeklerle gelişen pratiği Tolhıldan eyaletinde daha başından şehit olduğu döneme kadar mücadelemize hep damgasını vurmuştur. Bu eyalette sarf ettiği ilk emekler zaman içinde gittikçe birikip sonunda büyük başarılara dönüşmüştür. Parti Önderliğinin 2000’li yılların zafer planlamasında savaşı Türkiye sahasına taşırmada da O’nun büyük emekleri vardı. Bunun O’nun, her zaman kendini hep geleceğe ve zor koşullara hazırlayan ve bu yönlü sorumluluk alan özelliğinin bir sonucuydu. Amanos sahasının Türkiye’ye açılan kapısının açılımı pratiğinde de günlerce aç-susuz kalarak, yollarda yürüyerek hedefe ulaşmada çaba sarf etmiştir.
O, Toroslardan tutalım Akdeniz (Amanos) alanının hemen hemen her yerini karış karış dolaşıp görevini yerine getirmeye çalıştı. En fazla bağlandığı ve hiç kopmak istemediği Orta Toros’un dumanlı Düldül dağına olan aşkı, tutkusu hiçbir zaman sönmedi.
Torosların-Amanosların, Nurhakların onurlu devrimcisi,
soylu halkın efsanevi şövalyesi ŞİYAR,
seninle yaşamanın, seninle birlikte mücadele etmenin gururunu,
her zaman büyük bir insanlık değeri olarak bilip
bu anlam içinde taşıyacak olan bizler,
seni hiç unutmayarak her zaman senin yolunda
mücadeleye daha bir kararlılıkla sarılacağımızın sözünü
bir kez daha yineliyoruz!
Şehit Şiyar Amanos Yoldaşın Anısın…