Onlar ki özgürleşmenin pek yürekleri, doygun sevdalıları idi. Onların özgürlük için kalpleri çarpmadı, kalpleri özgürlüğün kendisi, adresi oldu. PKK’nin, uygarlık ordularını dize getiren savaşçılarıdır Onlar...
Nupelda ENGİN
“PKK’de, bu dağlarda iş yapmak
Hem insanı güzelleştiriyor
Hem de güçlendiriyor.
İş yaptıkça bir birinin yüreğindeki sıcaklığı
Daha fazla paylaşıyor insan.
Arkadaşlar arasında ki paylaşımcılık daha da artıyor.
Arkadaşların içindeki sıcaklığın
Daha fazla dışa yansımasına neden oluyor.
İş yapmak ve çalışarak arkadaşlara öncülük etmek
Benim için her şeyden önce gelir.”
Şehit Rohat Artêş
Acı çeken toprağın çocuğudur O. Yürekleri de topraklarına benzeyen ay yüzlü, ülke bakışlı, ülke kokulu ülkesinin divanesi çocuklardandı O.
Toprak çatlamamışsa kahırdan; yer yarılmamışsa istismardan, bedbahtlıktan, çirkinliklerden bir bildiği vardır. Bilir bu topraklarda ateş kutsallığında yaşam kokulu, hayata güzellik katacak, yaşanılır kılacak fırtına çocuklar her daim yeniden yeniden boy verecektir. Bilir Rohat’lar da bu toprakların sancılı yüreğinde ki cevherdirler. Öyle bir cevher işte hiçbir soykırımın bitiremediği, hiçbir yıkımın boğamadığı.
Sanırlar ki bu topraklar bilmez kendi gevherlerinin uyanışını. Ardından da tohum olup toprağa düşüşünü bilmez sanırlar. Sanırlar ki bu topraklar bu tohumların filizlenip, tomurcuklara durup da çiçeklenişini görmez, bilmez sanırlar. Bilir, bilir de tutunur Rohatların yol türkülerine, yaşam çığlıklarına, ateşten sevdalarına.
Bu toprakların yorulmak nedir bilmeyen savaşçıdır O. Adı Rohat’tır O’nun.
Açın yüreğinizi, eğer bir köşesinde, en muktedir yerinde, en yıkılmaz yerinde, en tükenmez yerinde bulamazsanız O’nu. Bırakın okumayı bu sayfaya dökülenleri. Onu ancak küçücük bir kırıntı kadar anlatabilecek bu yazıyı okumayı bırakın. Çünkü O’nu en iyi yüreğiniz ile tanıyabilirsiniz. Çünkü yaşamın yürekte dile gelmesi, ifadeye kavuşmasıdır O. Yüreklice yaşayan genç bir yüreğin savaşkanlığıdır, vuruşkanlığıdır O.
O Kobani topraklarında büyür. Kobani de 1988 yılında dünyaya gelir. Adı ise Ciwan KEÇEL’dir. Kod adı ise Rohat ARTEŞ idi. Doğduğu topraklarda büyüyen Heval Rohat 6 yıl okul okur. Okulunu bir köy okulunda okuyan ve yarıda bırakan Heval Rohat, bu doğup büyüdüğü, anavatanı topraklarda genç bir işçi olarak yaşama devam eder. Serbest bir işçi olan Heval Rohat’ta yetenek olarak inşaatçılık gelişir. Kıvrak zekâsı ve yerinde durmayan, şevkle çalışmayı öğrenmiş biri olarak kendini aşan bir enerjinin sahibidir.
Heval Rohat evde iken okuma gibi bir alışkanlığı edinmemişti. Böyle olması O’nun Önderlik çözümlemelerine de böyle yaklaştığı anlamına gelmedi. Okuduğu bir şeyi çok iyi aklında tutuyordu. Önderlik savunmaları da Heval Rohat’ı biraz duygusallaştırıyordu; İmralı’da verilen emeğe cevap olmak birçok militan gibi O’nun da yüreğini yakıyordu. İmralı yıkılmalıydı. Bunun için ne gerekirse onu da yapmaya kilitlenmişti. Bunun en iyi yolunun da çok çalışmak, iyi bir katılımcı olmak kadar, saldırılara girip düşmanı tepelerde, topraklarımızdan çıkarmak olduğu yönün de oldukça ikna olmuştu.
Heval Rohat 2007 yılında gerillaya katılır. Gelir gelmez yeni savaşçılar eğitim devresinde eğitim görür. 2008 yılında da Zap’a düzenlemesi olur ve bu alana geçer. Taburlara ilk geldiğinde en çok dikkat çeken yönü iş yapmadaki ciddiyeti, katılımdaki hesapsızlığı olur. Bir yoldaşının dediği gibi “emek vermede sınırsız” bir arkadaş olarak katılımı ile öne çıkar. Her işe kendini veren, yeni katılmış olmanın heyecanı ile de coşkulu bir katılımı sergiler. Kimi arkadaşa göre kendini çok zorluyordu, kimi ne göre de biraz daha tempoyla çalışması gereken bir arkadaştı. Ama yüreğindeki ateşin, dağlara kutsallık atfederek bakmanın yangınında kendini yakarak şevkle katılmayı bilen birisidir Heval Rohat. Dinlediği yüreğinin sesidir. Öyle bir yürek ki hesapsız, çıkarsız, yorulmak nedir bilmeyen, özüyle dile gelen canhıraş bir katılım. Her özlü olan şey nasıl özgür ise; özgürlük özüne göre yaşamak ise, O da özüyle, özgürce katılımını sürdürür. Özlü yüreği, özgürdür O’nun.
Kısa zamanda çalışmalara öncülük etmeye başlar. Her çalışmaya kendini önde veren Heval Rohat fedakarlığı ile çalışkanlığı ile özgür ruhuna göre davranmaya devam eder. Zahmetli bir iş olduğunda işe her hangi bir arkadaşından önce kendisi gider, öncelikle kendisi yapmaya çalışır. Kendini öne veren bu yanları ile yaşama olan sıcaklığı bambaşkadır, tutuk değildir. Kaygısız, tereddütsüz, yorulmak nedir bilmeyen bir tempoyla katılmaya devam eder. Böyle davranmak “O’nun yaşamının bir parçası haline” gelir.
En güçlü yönü de aksamayan, düşmeyen bir tempoyla yaşama katılımını sürdürmesidir. Öyle rahatsızlık gösterecek biri değildir bu konularda, kaygısızca katılımını sürdürür.
Bu dönemde bulunduğu birlikteki arkadaşlar Heval Rohat’ı lojistikçi seçerler. Ama öyle ciddidir ki sanki önünde alaylar, taburlar vardır da yönetiyor, koruyor, denetliyor, hassas yaklaşıyor. Öyle kendini beğenmiş, kendini her şeyin merkezine koyan biri olarak değil, çalışkan ve herkesten çok çalışan, koruyan biri olarak yapar tüm bunları. Böylece yaptığı bu görev değer görür, kabul edilir. O zamanlar en çok kullandığı söz ise “bugün küçük bir işi iyi yaparsan yarın büyük bir işi de daha da iyi yaparsın” olur. Ona her hangi bir şey yöneltecek bir arkadaşa ilk cevabı olur. Bilindiği gibi O zaten bir Kobanilidir, öyle inanmışsa başka türlü ikna etmekte oldukça zordur. Hatta kendisi biraz kaba da olsa bir iş yaptığı zaman arkadaşların görmek istediği estetiği de ihmal etmez. Ve Heval Rohat’ın çok sakin bir ses tonu ve anlatım biçimi vardı. Her an seninle bir sohbete başlayacakmış gibi bir ses tonu ile kendini ifade ederdi. Hiç sinirlendiği bir zamana denk gelmedim, ama O’nu dinlerken kendini bir muhabbet ortamında bulur gibi oluyordum. Ses tonunu çok yükseltmezdi.
Heval Rohat önüne bir iş çıktığı zaman insanı hayrete düşüren bir çaba sahibi olur. Yine bir arkadaşı da bu hayretini şöyle ifade ediyor; “Bazı özellikleri vardı insan donup kalıyordu. Yani yorulmak nedir bilmiyordu, önüne bir iş çıktığı zaman onu sonuca götürmeden, başarmadan durmuyordu. Bütün enerjisini, bütün çabasını seferber ediyordu ki o önündeki işi başarabilsin.” Katılırken de “ben bu kadar çalışıyorum başkaları da benim kadar çalışmıyor” gibi ya da “herkes bu şekilde katılıyor ben de bu kadar katılayım, falan kişi bu kadar yapıyor ben niye bu kadar yapıyorum” gibi ölçümlemeler yoktur O’nun.
Belli bir süre sonra Heval Rohat tim komutanlığına atanır. Aradan çok zaman geçmeden Hantepe eylemi planlanır ve bu eylemde saldırı grubunda yer alır. Ben bu eyleme katılmadım. Lakin oldukça başarılı geçmiş; sadece düşmanın üzerinde değil bizler üzerinde de çok büyük etkileri olmuş bir eylemdi. Hem eyleme katılan arkadaşların başarısı dillerde dolaşıyordu hem de şehit düşen arkadaşların gösterdiği büyük fedakarlık yüreğimizde yer etmişti.
Bir saldırı kol komutanı arkadaş tepeye girmemişti. O kol içinde yer alan Heval Serdar (Numan Temoyi) ile Heval Rohat diğer saldırı grubu tepeye girince kol komutanlarını bırakıp koşarak tepeye girmişlerdi. Sadece bu kadar olsa yine normal; asıl bundan sonra yaptıkları bu arkadaşları çekim merkezi yapmıştı. Tereddütsüz, hiçbir kaygı yaşamadan girmişlerdi düşmanın tuttuğu tepeye. O zaman tepe düşürülmüştü ve arkadaşlar uzun bir süre tepe de kalmışlardı. Ben bu eylem sonrası Heval Rohat’ı çok merak ettiğim için tanımıştım. Bir gün kaldığım bölüğe bir öğle arası bir arkadaşla gelmişti.
Bölüğümüze birilerinin geldiğini görünce büyük bir merakla yanına gitmiştim. Kim olduğunu sormadan eylemi sordum. Heval Rohat çok fazla Türkçe anlamıyordu. Ardından gelişen muhabbetle O anlattı, biz de dinledik. O anlatım sırasında anladım ki o konuşan arkadaş Rohat arkadaştı. Çünkü Onun Hantepe’de yüzbaşı ile sohbetini hepimiz duymuştuk. Hızla tepe düştükten sonra Heval Rohat o eylemde 35 ölünün üstüne gitmişti ve bizim Rohat arkadaş en sonunda da oda gibi bir yere giriyor, karşısındaki ise yüzbaşıdır. Yüzbaşı Türkçe konuşuyor, Heval Rohat ne Türkçe anlıyor ne de adamın apoletinden ne olduğunu çıkartabiliyor. Bu karşı karşıya gelme esnasında adam Heval Rohat’ın Türkçe bilmediğini fark ediyor, herhalde son çare olarak yine tabancasına sarılıyor ve bizim Rohat arkadaş ondan daha hızlı davranıp vuruyor. Sonradan yüzbaşının Ona ne dediğini kırık bir Türkçe ile arkadaşlara anlatırken anlıyorlar ki bir yüzbaşıyı vurmuş. Tabi ki o zaman öyle bir yüzbaşını vurmak yerine esir almak daha önemli idi. Böylesi bir fırsatı Heval Rohat’ın bilmediği Türkçe yüzünden bir bakıma kaçırmış oluyorduk. Yüzbaşı öldükten sonra cihazını kaldırıp düşman askerleri ile tepe de yaptığı konuşmayı ve cihazdan attıkları sloganları dinlerken ben Heval Rohat’ı tanıdım. Çok yorgundu o zaman, yanlış hatırlamıyorsam hafif de yaralanmıştı.
Başarıyla rol oynadıkları bu eylem sonrasında eylem ödülü olarak Heval Serdar ve Heval Rohat’ın ataması olmuştu. Böylelikle Heval Rohat tim komutanlığından takım komutanlığına atandı.
Şehit arkadaşlardan çok etkilenen ve şehitler üzerine çok düşünen Heval Rohat’ın bu seferde yanında, mevzilere saldırırken ölesiye sevdiği yoldaşlar şehit düşmüştür. Bu eylem Heval Rohat üzerinde duygusal olarak daha derin izler açar. Daha öncesinde de Heval Rohat’ın bulunduğu küçük Cilo taburunda 3 arkadaş düşmanın top saldırıları sonucu şehit düşer. Heval Rohat yazmayan ve de çok okumayan biri olarak fırsat buldukça “yazmamız gerek, anlatmamız gerek, bu arkadaşlar üzerine yazı yazılmalıdır” der. Yüreğine bu arkadaşları unutmaması için niyazlarda bulunurken adeta bu arkadaşları ya yazarak ya da anlatarak hiç kimsenin de unutmamasını istemektedir. Bu süreçte orada kadın arkadaşların bölük komutanı olan arkadaş Heval Rohat’tan o düşman saldırısında şehit düşen Heval Beritan için yazı istediğinde Heval Rohat’tan hiç ummadığı bir refleksle karşılaşır. Yazı yazma işine çok sıcak yaklaşmayacağını düşündüğü Heval Rohat tam tersine böyle bir şey istedikleri için havalara uçar, heyecanlanır. Şehit arkadaşlara karşı çok yoğun duygular taşıyan Heval Rohat böyle genç bir arkadaştır işte.
Belki sistemin kalın enseli yalanlara göbek bağı ile bağlanmış kitaplarından, okullarında okumadı ama Önderlik kitaplarında, en değme okuyandan daha iyi okumayı bildi. Okuduğu ile yaptığını bütünlüklü kılmasını bildi. Önderliği anlamada başarılıydı. Bir keresinde Heval Cuma’nın kitabını okumuştu ve bu kitaptan bahsederken Heval Rohat’a tesadüfen rastlamıştım. Aslında sadece O konuşurken ben de kulak misafiri olup dinlemiştim. Aynı kitabı ben de okumuştum ama O’nun aklında tuttuğu şeyleri tam olarak hatırlayamamıştım, Heval Rohat konuşurken ben de bu arada parça parça hatırlıyordum. İçimden “zehir gibi kafası var bunun” demiştim o zaman. Pratik katılımına baktıkça, eylemlerde oynadığı rollünü de duyup bildiğimden dolayı zehir gibi bir aklının olması aslında bana garip gelmemişti. Sadece biraz daha Heval Rohat’ı tanımıştım.
Heval Cuma’nın okuduğu o kitabından çok etkilenmişti ve O’nun için çok yaşamsal da gelmişti; anlatırken yüzünün rengi değişiyordu. Çok duyumsayarak, derinlerinden hissederek anladığı şeylerden büyük bir heyecan duyarak anlatıyordu. Kendimi alamadan O’na bakıyordum. Gerçek manada sohbetiyle yoldaşlarını kendine çekmesini de biliyordu. Heval Rohat çok öyle kalabalıkçı biri değildi. Ama ruhunu saranı da her şeyiyle mükemmel ifade etmesini biliyordu. Yaşadığı kadar yaşatmasını da bilen bir zekası, bir hissiyatı vardı. O gün konuşurken karşısındakileri fazla takip etmiyordu, kavradığı şeyleri coşkuyla, heyecanla anlatıyordu çoğunlukla. Kendinde bir iç sorgulamayı yakaladığı belli oluyordu konuşurken. Belki de bundan dolayı iyi bir değerlendirme kapasitesi yakalayabiliyordu. Kıpır kıpırdı, akan hayat gibiydi, yerinde duramayan atom parçacıkları gibiydi O.
Heval Rohat dostça olan, sevgi dolu olan yanları ile insanın dikkatini çekiyordu. İnsana sıcak geliyordu, yürekten geliyordu. Yaşama bir yabancı gibi değil, benimseyerek, yaşamın kendisine yoğun bir iştirak duygusu ile katıldığı için insanda rahat bir arkadaş olduğu duygusu uyanıyordu. Ondan dolayı da insan O’nunla çok rahat sohbet edebiliyordu. Sohbetleri hoş olurdu. İnsan canlısı yanı bir bakıma yoldaşlığa olan bağlılığından geliyordu. Örgüt içindeki yoldaşlık ölçülerinin farkında idi. Bu ölçülere kendini sağlam katmak için var gücüyle adeta koşuyordu. Bir arkadaşının dediği gibi “gözü her zaman yoldaşlıkta idi”.
“Sonuna kadar arkadaşlığına bağlı idi. Çünkü kendine karşı hürmeti vardı, o yüzden yoldaşına karşısında da hürmeti vardı. Kendisine karşı saygısı vardı. Onun içinde yaşam karşısında bir hürmeti vardı”.Ayrıca yoldaşları “beraber yaşadığı insanları unutmazdı. Beraber büyük emek verdiği insanı unutmama, onun ile yaşama vardı onda.”diye dile getirirler Heval Rohat’tan onlara kalan yoldaşlık emaneti için. Bu emanetti ki her zaman PKK’nin yoldaşlık ilişkisi ve değerleri ile ilelebet büyütülmesi gereken bir yeti, bir sorumluluk. Yanlış yaşayan elbette ki vebali altında kalır. Vebali boynunda yürümek devrimciliğin vefasında, sebatında yoktur zaten.
Heval Rohat tepeden tırnağa cesaretti, sıkı bir gerilla idi. Kusursuz bir bağlılıktı O’nun ki. Bağlılığının bir yerinde kusur mu oluşacak, bunu fark ettiği zaman onu yere çalacak kadar da cesaretliydi Heval Rohat. O savaşkandı; Apocu çocuklara yaraşırcasına.
Gerillacılıkta ve de komutanlaşmada oldukça yetkinleşecek, gelişime açık bir arkadaştır Heval Rohat. Yaşamdaki temposunun, çalışkanlığının yanına bir de eylemlerdeki başarısı, tereddütsüzlüğü, genç yaşına rağmen bu kendini adamışlığı, yatırmışlığı eklenince herkesin her koşul altında güvendiği bir arkadaş olarak öne çıkar. Savaşta bulunduğu cepheye, alana öncü olarak katılabilecek bir arkadaştır artık O. Bir yoldaşının da ifade ettiği gibi “askeri bir komutan heybeti vardır” O’nda.
Tabi takım komutanlığına atanınca yükü ağırlaşır. Bunun kendisi de farkındadır. Var gücüyle yönetim çalışmasına sahip çıkmaya çalışır. Örgüt O’na görev vermiştir ve de O layık olması gerektiğinin bilincindedir. Arayışları gelişir. Yer yer bir takımı örgütleme yerine bir takım arkadaşın yapacağı işi yapmaya kalkışır. Bu çalışma delisi biri olarak Heval Rohat’a pek de ters gelmez. Ama böyle yapmayı başarsa da tarz olarak yanlış olduğunda ikna olması biraz zaman alır. Bulunduğu bölgede alt yapı çalışmaları vardır ve her işe canla başla atılan Heval Rohat bu sefer de aynı işi yapmaya devam eder. En zor işlere koşmaya yine devam eder. Rojbaş denmeden önce yine o ayaktadır. Yorulmak nedir bilmez yine O. Alt yapı çalışmaları böyle devam ederken birçok defa kendine çok yüklenmekten ve de zamanla gelişen dikkatsizliklerden dolayı yer yer ayağını, yer yer kolunu yaralar. Bir gün herkesten uzakta ayağındaki şişlikler ile uğraşırken bir arkadaş Heval Rohat’ı görür. Eleştiri konusu olur. Ama ne yapsalar da ikna olmaz. O yine en önde ve en çok iş yapmaya devam eder. Önce kendisi yapmalıdır ki içi rahat etsin. Eleştirilse de, bireysel konuşulsa da çok fazla kimse O’nu ikna edemez.
Heval Rohat çok daralan biri olmasa da bir şeylere kızdığında nefes alış verişleri hızlanır. Denir ya burnundan soluyor, Heval Rohat da bir şeylere daraldığı zaman bir bakıma burnundan nefes alır. Bu da aşması gereken bir nokta olarak öne çıkar. Ona müdahale eden arkadaşlara da “Heval bu benim özümdür. Bir eksikliği çabuk fark ediyorum. Fark ettiğim zamanda müdahale edemeyince kendi içime atıyorum. Kendi içime de atınca daralıyorum. Ne yapayım? Elimden gelen budur; ancak bunu yapabiliyorum. Kendime kızıyorum niye yapamıyorum diye?”kendini açıkça ifade etmeye çalışır. Yani Heval Rohat bir şeye daralmışsa hemen anlamak mümkün olmamakta. Kendi içine atar önce kendi kendi ile hal edebileceği bir şeymiş gibi yaklaşır.
Heval Rohat bir şeylerin ucundan tutup yürütmek için her şeyden çok kendine yüklenen bir arkadaştır. Örgüt saflarında bir bakıma oldukça yeni bir arkadaştır. Ve yine çok çabuk tecrübe kazanan bir arkadaş olması yönüyle de bir yerde zorlansa da bunu bir çıkışa döndürme gücü gösterebilmektedir de.
Yine bir gün bir eyleme giderler, o eylemde de istenildiği gibi düşmanın üzerine gidilmez. Bu eylem dönüşünde bir haftaya yakın arkadaşlarla konuşmaz, tavır alır. Çünkü düşmanın üstüne keskin gidilmelidir. Onun konuşup ikna etmeye çalışan arkadaşlara cevabı hazırdır; “ben savaşmayacaksam bu dağlara niye geldim?”
Bir yandan tavrında her ne pahasına olursa olsun ısrar eden Heval Rohat, örgütsel yetmezliklere, örgüt dışı anlayışlara karşı da tavrında her zaman nettir. Yanlışlar karşısında tavrı her zaman vardır. Yine Heval Rohat ile pratik içerisinde kalan bir arkadaşı Heval Rohat için “yanlışlığı da bir düşman olarak görüp üstüne gitme sonuna kadar vardı” demektedir.
Tabi tüm bunları anlatırken Heval Rohat’ın heybetli duruşunu anlatmazlık olmaz. Kendine güvenen, inanan ve yüreğinde cevheri, özü; sağlam, dimdik bir eda ile fiziki duruşuna da yansımaktaydı. Duruşuyla biraz efsaneler yaratan komutanlara benziyordu. Fiziki olarak duruşu ile o fotoğraflarda gördüğümüz Dersimde efsaneleşen komutanlardan olan Faik arkadaşa çok benziyordu. Faik (Emrullah Menteş) arkadaş ki “bitmez tükenmez enerjisiyle kanının son damlasına kadar sömürgeciliğin üzerine yürüyen” bir efsanedir. 1999’da 14 arkadaşı ile Dersimler de şahadete ulaşır. “Bununla yetinmeyen adi düşmanın Heval Faik’in başını kopartıp Dersim meydanına götürüyor”.
Efsanelerin adı değişse bile yaşadıkları yıllar değişse bile özleri hep aynı kalmaktadır. Değişimin ne olduğunu anlamak için değişmeyen şeylerin de ne olduğunu anlamak gerek elbette. PKK de efsanelerin özü hiçbir zaman değişmiyor ve değişmeyecek.
2011 yılının sonbaharında şehit Çiçek Devrimci Operasyonun çalışmaları başlar. Bu çalışmanın baştan sona içinde olan arkadaşlardan biride Heval Rohat olur. Bu eylemin çalışmaları yürütülürken az sayıda bir arkadaş katılır. Birçok arkadaş eylemin olduğunu fark etse de düzenlemeler okunana kadar da eylem çalışmasının içeriğinden birçok arkadaş haberdar değildir. Buna rağmen de birçok çalışma büyük bir tempoyla, her eylem çalışmasında olduğu gibi büyük bir fedakarlıkla devam ettirilir. Heval Rohat ilk keşif çalışmalarından tutalım, mevzi hazırlanmasına, erzak çekimine, cephane taşınmasına kadar gerekli olan her şeyin içinde yerini alır. Ama O gittiği ilk keşif çalışmasında yerini belirler. Her ne olursa olsun herkesi ikna edip saldırı grubunda yer alacaktır. Yüreğine yürüyen bu isteği gerçekleştirmeyi bir an bile aklından çıkarmaz. Yine saldırıya gitmeli, düşmanla en yakın mesafede tek tek dövüşün içinde olmalıdır. Bir başkasının yerine mutlaka önce kendisi gitmelidir.
Eylem çalışmaları büyük bir hızla sürerken, yönetim bir yanda da arkadaşların düzenlemesini yapmaya çalışır. Aslında en zor iş budur. En önde olmayı isteyenlerin sayısı her zaman o kadar çoktur ki, ikna da olmaları kolay iş değildir. Bu arada Heval Rohat saldırı yapılacak bir tepeye yakın bir yeri bir grupla darbelemesi düşünülür. Düşünülür düşünülmesine de Heval Rohat’ı ikna etmek hiç de mümkün olmaz. Kendini dayatır, büyük bir kararlılıkla, sarsılmaz bir iç güçle saldırı grubunda yer alacağını söyler. Kısacası arkadaşlar O’nu saldırıya göndermeseler bile O hem darbelemede yer alacaktır hem de saldırı yapılan tepeye bir şekilde gelecektir. Başını alıp tepeye gideceğini ve denetimden çıkacağını bildikleri içinde en sonunda düzenlemesi saldırı grubuna olur.
Yerini saldırı grubunda almayı başaran Heval Rohat bu eylemin örgüt için ne kadar önemli olduğunun farkındadır. Önder Apo’nun özgürlüğü için ne gereklisi onu yapmaya hazırdır O. Eylemin başarması için ufacık bir tereddüt yaşamaz, ne gerekliyse onu yapmaya, önüne çıkan bütün işleri o bildik temposu ile yapar. “Ben çok çalıştım biraz durayım”, “yoruldum biraz dinleneyim” gibi bir düşünce yoktur O’nda. Eylemin başarısında, birçok grubun yerini sağlamca almasında büyük bir emeği vardır Heval Rohat’ın.
Ve eylem anı gelip çattığında oldukça keyfi yerindedir. Şimdi tek bir şey kalmıştır. Bu tepedeki düşmanı ezmek, tepenin başarı ile ele geçmesini sağlamak. Biraz güzelleştirmek o tepeyi, ruhları kirlilerin pis nefesini solumaktan bıkmış o tepeyi de düşmanın iğrençliğinde kurtarmak gerekir. Onlarsız güzeldir bu topraklar, ancak onlarsız özgür soluk alır taşımız, toprağımız. Öyle ise bu toprakları kurtarmalı bu zulümden, bu işkenceden.
Eylem başlar. Serdar arkadaş tepeye girerken O’nu fark eden bir düşman mevzisi suikast eder. Ve Heval Serdar yaralanır. Bu olay eylem başlar başlamaz olur. Heval Serdar’ın yaralandığını duyan Heval Rohat kendini direkt gruba yetiştirmesi gerekirken büyük bir hızla Heval Serdar’ın yanına koşar. Ve Heval Serdar’ı yaralayan aynı mevzi bu seferde Heval Rohat’ı yaralar. Elinde MG-3 ve bu silahın üstünde de dürbün var böylece suikast ediyor. Heval Rohat’ın merminin sesini duyması ile takla atması bir olur. Ağır yaralanır, ayağı kırılır. Sonuçta bir eksiklik olmuştur, bir arkadaşın yaralandığı yere dikkat etmeden girmiş, onları suikast eden mevziiyi düşünmeden, düşürmeden direkt koşmuştur. Saldırı bir insanda çok fazla şey ister. Hesap edilmeyen ufacık bir şey yersiz şahadete, tepenin düşmemesine neden olur. Eylemin en hassas yeridir, buradaki ruhu anlayan da kolay kolay eylemlerin başka yerinde kalmaya ikna olmaz.
Yaralanan her iki arkadaş da yaralı oldukları halde uzun süre dengelerini kaybetmiyorlar ve inanılması zor bir irade ile dayanıyorlar. Tepe düşürüldükten sonra arkadaşlar yaralı olan Heval Rohat’ı taşımaya çalışıyorlar ve arkadaşların ellerinde şehit düşüyor.
Ve uğurluyoruz Heval Rohat’ı da şehitler kervanına. Savaşın en kızgın yerinde açmayı bilen bir çiçektir O. Savaşkan Kürt gencinin dünyanın bütün zulümkarlarına meydan okumasıdır. Biliriz kolay söylenmez, anlatılmaz Onlar. En değme sanatçılar bile kolay kolay türküler besteleyemez o anları anlatacak, Onları tasvir edecek. O an yüreklere sığdırılacağı anlatacak şiir, türkü, söz bulmak kolay değildir. Bunu ancak ve ancak öyle yaşayanlar yaşayarak söyleyebilirler. Ölçüler büyüktür bu sahnede, tam bir yiğit meydanıdır orası. Zirvedir, bir coğrafyada fenafillâh bir diğer coğrafyada Nirvana’ya ulaşmaktır bunun adı. Arınmış ruhların göçüdür, ölümsüzleşen ruhların eksilmeden sürmesidir. Zirveleşen ruhların görkemli el sallamasıdır yüreklerimize sevdamızın daha da büyümesi için, daha da heybetleşip şafaklara sökün etmek için.
Çeyrek asrı aşmış bir süredir bir savaş veriyoruz, bedel bedel yarattığımız her şeyiyle bizlere ait bir tarihimiz var. Kendi ellerimizle, tırnaklarımızla söküp aldığımız bir savaş tarihimiz var. Suikast ile ilk defa bir arkadaş şehit düşmüyor, düşman bunu ilk defa üstümüze kullanmıyor. Uzun süreli halk stratejisinin olduğu süreçte de yaygın savaş içinde de ne efsaneler böyle şehit düştü. Botan da efsaneleşen komutan olan Erdal Heyştani de saldırıya geçip düşürdükleri düşman gücünün üstünde silahlarını kaldırmaya giderken fark etmedikleri bir yerde mevzinin suikastı ile şehit düşmüştü.
Ya Eşrefe Hilali, ki “gözünü daldan budaktan esirgemeyen” düşmana vurduğu ağır darbeleri ile tanınan bu efsane komutanımızda arkadaşları daha iyi koordine etmek için bir taşın üstüne çıktığı zaman bir başından suikast edilir. Yine Botan da efsaneleşen komutanlardan yaptığı hamlelerle düşmanın içinde bile nam salan Pale Mardin arkadaş da büyük başarılar edindikleri bir çatışma esnasında hiç beklenmedik bir şekilde suikast sonucu şehit düşer. Savaşanlar kendi savaş tarihini de iyi bilip daha dikkatli, daha yenilmez savaşmayı bilmelidir. Bu tarih bir tek bizimle başlamadı, bizden önceki tarihi de bilip düşmanın üzerine bu güçle, bu donanımla gitmek elbette bizler için gereklidir. Neden mi? Çünkü, ömrünün en verimli cağında en değme komutanlarımızı kaybetmemek için, düşmanın bütün dayanaklarını alt üst edecek savaş tarzında derinleşmek için kendi savaş tarihimizi, kendi efsanelerimizi de bilmeliyiz. Bilmeliyiz ki “Şêr şêre, çi jine, çi mêre!" diyen Agirî arkadaşın coşkusuyla düşmanın üzerine gidip bu düşmanı yenmeliyiz, ezmeliyiz. Yenilmeyen özgürlük ruhu ile Rohat arkadaşta hiçbir zaman yenilmeyen ölümsüz yanlarına katılabilmeliyiz.
Üstümüzde uçarken savaş uçakları ne de kibirliler değil mi, ne de bön, ne de çok andırırlar zalim tanrıları. Ama kibir yenilir ama yenilmez özgürlük. Ama cahil yalanlar fani, inanç bakidir. Evrenin ortasında insanlık savunamıyorsa kendini, evren taşı ile toprağı ile kendi savunmasını yapmaz mı? Biz savunamazsak bu dünyayı yıkılır, kâinat da. Biz savaşmazsak eğer her yaşam kıyısına ölümler vurur ecelsiz, Azrail’den bile habersiz.
Dağlarımızda o uçanlar bizi yıkmaya gelmezler ki sadece, kendilerine olan güvensizliklerini yenmek için, şişirilmiş utançlarını yok saymak icabı için de gelir. Avlanan avlayan arasındaki çelişki gelip oturur siluetine aşkın. Asıl âşıklar o yüzden vuruşkan olmayı bilirler, asıl sevdalılar avcıların karşısına dikilip yıkarlar av saltanatını. Ve avcıların yüzü sürekli yenileniyor, türevleri artıyor; insan avcısı ya da kaçakçısı, çocuk tüccarlığı gibi. Ayaksız ata binip de bu koşanların, özgürlüğü yabancı olup da bu uçanlarla ortak hiçbir yanları yoktur bu savaşanların. Hem de hiçbir ortak yanları. O saltanat sahiplerinin gözüyle, kulağıyla dünyaya bakıp da kirlenmemiş, alabora olup da batmamışların hikâyesidir onların hikâyesi, Rohat’ında yaşamı ve gerillada geçirdiği bütün anların ayrıntısı böyle bir gencin kısa ama hızlı, kimsenin tutamadığı yaşam hikâyesidir.
Cahilliğinde sıyrılmaya inatçı ömürlerimizle biliyoruz ki her kalp çarpışı aşk da değildir, yüreğin her gümbürdemesi de sevdalılığı anlatmaz, ifadelendirmez. Kalbin çarpması yetmez aşkı taşımaya, daha da ötelere koşmalıdır yürek. Bildik aşkların çoğu yere çarpılır, dümdüz edilir buralarda. Yeni doğuşlara fırtına biçebileceklerde doğan bu aşkın yarattığı dünyadır, dağlarda tanık olunan dünya. Heval Rohat’ın kalbi hızlı idi hep çarpıyordu, çırpınıyordu. İşte Onunki aşktı, yalansız-dolansız. Ben O’nu her gördüğümde eli kolu hareket içinde idi. Hep acelesi vardı, hep yapacak bir şeyleri beyninde kovalıyor, tutmak için saniyeleri sayıyordu.
18 Ekimi 19 Ekime bağlayan o gece 7 arkadaş ile hiç kimsenin önüne geçemediği hızla yol aldılar. Hiçbirimizin durduramadığı trenlere binip gittiler. Geriye ölümsüzce özlemek, özgürlüğe kavuşmanın sevinciyle bütün ayrılıkları öldürme, yerle bir etme kaldı bizlere.
Onlar ki özgürleşmenin pek yürekleri, doygun sevdalıları idi. Onların özgürlük için kalpleri çarpmadı, kalpleri özgürlüğün kendisi, adresi oldu. PKK’nin, uygarlık ordularını dize getiren savaşçılarıdır Onlar.
Ve sen PKK’nin, dünyanın bu zalim ordularına yenilmeyen saldırı ruhunun destanısın, bizim komutanımızsın, bu toprakların cevherisin. Ruhun şad olsun, ruhun şad olsun komutanım… Komutanlarımız ölmez ve bu halk yenilmez, biliriz.