FERİDE ALKAN
Ekim ayı özgürlük tarihimiz açısından kadın şehitler ayıdır. Birçok öncü arkadaşımızın ölümsüzleştiği zamandır. Bu ayda şehit düşmüş bildiğim bazı kahramanlar şahsında tarihin bütün Ekim kahramanlarını saygıyla, şükranla anıyorum. Bu ayda ölümsüzleşip eylemlerinde özgür yaşamın sınırlarını genişletenler, anlamlı yaşamın ilkelerini somutlaştıranlar o kadar çok ki…
Ekim büyük Rus devriminin yüzlerce kahramanının ölümsüzleştiği zamandır. Ardılları devrimi amacına uygun örgütleyip geliştiremese de gerçekleştirmek uğruna kendilerini feda edenlerin hayalleri, umutları, inançları büyük özgürlük davasıyla ilgiliydi. Eşit, özgür bir dünya uğruna büyük hayaller kuran, idealler edinen dava insanlarıydılar ve tarihe de öyle geçtiler. Dolayısıyla bu günümüze ışık olan, umut olan büyük enerjinin parçasıdırlar.
Ekim sevgili Che’nin özgürlük zamanı, ölümsüzlük zamanıdır. Ernesto Che Guevera, emperyalizme direnen ve insanlığa ilham olan Latin Amerika’nın enternasyonalist ruhu, isyancı duruşunun sembolüdür. Dünümüze, bu günümüze ve elbette geleceğimize büyük etkide bulunmuş devrimci ruhun adıdır ve hep bizimle olacaktır.
Ekim can yoldaşımız Ronahî Alman’ın (Andra Wolf) şahadet zamanıdır. Ronahi yoldaş Avrupa’nın kapitalist karanlığına tutulmuş dev bir aydınlıktır. O Hitler-Musolini faşizmleriyle kirlenmiş, karanlık çağın zihniyet kalıplarıyla temellendirilmiş Batı gerçeğine inat Rozaların, Claraların, Olimpiaların büyüyen yüreğiyle Kürdistan dağlarında Alman tanklarına, toplarına, ölüm kusan politikalarına direnerek ölümsüzleşti ve insanlığın beşiği Mezopotamya topraklarına Tanrıça olarak kavuştu…
Ekim yürek arkadaşımız Çerkez Helîn’in ölümsüzlük zamanıdır. Helîn bir Çerkez kızıydı. Çerkez kadınlarının güzelliğiyle aramızdaydı. Ve elbette Kafkasya’nın kendine güvenen, başı dik, vakur duruşuna sahipti. Ana Tanrıça’nın izinde Mezopotamya’da Önder Apo’nun öğrencisiydi. Anadolu’nun kadim yüreğine Mezopotamyalı Tanrıça’nın cesaretini aşılamak, halklarımız arasında yıkılmaz bir kardeşlik, yoldaşlık köprüsü olmaktı amacı. Adının anlamı gibi kimsenin el süremeyeceği, kirletemeyeceği bir yuva kurdu Kürdistan topraklarında. Kanıyla topraklarımızdan harç oluşturdu ve tüm uygarlık kirlerini bir daha görünmemecesine sıvadı, dağ çiçeklerimize, umut dolu yüreklerimize yaşam suyu oldu.
Ekim Canda Türk hevalimizin şahadet zamanıdır. İsminin anlamı can vermektir. Canda yoldaş halkına can verdi. Yani can verip ruh kazandırdı, özgürlük enerjisi oldu ve milyonların damarında aktı. Canda heval tıpkı ardılı olduğu ve Kürdistan Özgürlük Hareketine kuruculuk yapan Kemal Pir, Haki Karer gibi, yine özgürlük saflarında şehit düşmüş, emek vermiş yüzlerce Türk yoldaşımız gibi Türkiye’nin kurtuluşunu, Kürdistan halkının- Kürdistan coğrafyasının özgürlüğünde görenlerden, buna inananlardan ve bunun için savaşanlardandı. O Kürdistan’a dayatılan işgalin, soykırımın ve bunların kaynaklandığı inkar-imha siyasetinin Anadolulu Türklere ait kirlilikler olamayacağını, emperyalizmin Anadolu Türklerine giydirdiği bu kirli-yabancı elbiseyi yırtıp atmanın Kürtlerden daha çok Türklerin ihtiyacı olduğunu, ancak böylece Türkiye’nin kurtulabileceğinin bilinciyle mücadele edenlerdendi. Bu yüzden “Demokratik Türkiye-Özgür Kürdistan” inancı-iddiasıyla dirhem dirhem eriyen Kemal Pir gibi kurşunlara meydan okuyarak kanıyla Kürdistan topraklarını sulamayı ve özgür geleceğe yaşam suyu olmayı tercih etti. Ve aradan geçen on altı yılda öz suyu olduğu Kürdistan topraklarından Türkiye halkları için demokrasinin, politik-ahlaki toplumsallığın boy verdiğini görmenin kıvancıyla bizi izliyor.
Ekim Arnavut göçmeni Tekirdağlı Ronahi Emek (Ümran Yıldırım), Türkmen Alevisi Tokatlı Mizgin (Hüsne Akgün) yoldaşlarımızın eylem zamanı, ölümsüzler kervanıyla buluşma zamanıdır. Onlar “Demokratik Türkiye-Özgür Kürdistan” hayaliyle Kürdistan dağlarını mesken ettiler. Onlar faşizme karşı silah kuşandılar, Önder Apo’nun ışık bahçesinde aydınlandılar ve barış, kardeşlik, eşitlik yüklü yeni bir dünya için rüzgar hızında, fırtına tadında, gül renginde yaşadılar. Göçmendi Ronahi heval. Nice yollar kat etmiş, sayısız kültürle iç içe geçmiş, göç yollarında hayatı kavramış eski bir gelenekten almıştı bilgeliğini, derin bilincini, çok kültürlülük anlayışını. Ona yabancı değildi hiçbir dil, kültür yeter ki insanca olsundu yaşam ve yeter ki özgürlük koksundu zihinler. Onun gerçek kültürüydü demokrasi ve asıl diliydi özgürlük. Dünyanın bütün kültürlerini temsil eden rengarenk bir gökkuşağı gibiydi. Öylesine inanmıştı ki yaratılacak ortak geleceğe, en öndeydi kavganın, tam ortasındaydı savaşın. Bu yüzden 1995 Güney savaşının ilk şehidi olarak tarihimize, yüreğimize asla silinmemecesine kazındı, bilincimize aydınlık oldu. Aynı yılın ve aynı savaşın mevzi arkadaşı, eylem yoldaşıydı Mizgin heval. Mizgin Türkmen kızıydı. Aleviliğin insani değerleriyle şekillenmiş, Önder Apo’nun felsefesiyle kişiliğe kavuşmuştu. Tokat’ta başlayıp Zap’ta ölümsüzleşen hayat hikayesine evrenin, insanlığın serüvenini sığdırmıştı. Adını Mizgin yaparak Türkiye halkına, kadınlara, dünya insanlığına yeni ahlakın, özgür geleceğin müjdesini vermek istemişti. Ve yüreğiyle büyüttüğü, kanıyla suladığı gül bahçemizin asi çiçeği, kavgamızın kızıl yıldızı olmayı başardı.
Ekim Meryem Çolak arkadaşımızın, Meryem anamızın şahadet zamanıdır. Teolojik tarih boyunca Meryem ana İsa’yı doğuran gözü yaşlı, çaresiz figürüyle tanıtıldı bizlere. Oysa İsa’yı yaratan kişiydi. Doğurmak ve büyütmek yaratıcılık değilse başka bir yaratıcı tanımı olabilir mi sahi? Esas yaratıcı dolayısıyla Ana-Oğul-Kutsal Ruh’un esası, temeli olmalıyken zavallı, boyun eğen, edilgen nitelemeleriyle dışlanmıştı Meryem Ana. Zira o doğurma aracı rolüyle sınırlandırılmıştı. Doğurduğu ve büyüttüğü İsa’da ana olarak pay alması egemen erkek sistemince yasaklanmıştı. Onun yeri, dünyası olarak sınırları belirlenen daracık evi, kaplan kafesiydi. Bu ikiyüzlülüğün, yalancı ve zalim erkekliğin karşısına tam iki bin yıl sonra dimdik dikilen Mezopotamyalı Kürdistan Özgürlük savaşçısı Meryem yoldaşımızda anaydı. Katılmadan önce bir evlilik geçirmiş, bu evlilikten bir kızı olmuş ama sonra kızına özgür bir ülke, özgür bir dünya yaratma inancıyla Kürdistan dağlarına çıkmış, silah kuşanmış, gerilla olmuştu. Meryem ana Batı dünyasında kendisine giydirilen çaresiz anne rolünü iki bin yıl sonra Kürdistan topraklarında paramparça ederek gerilla Meryem olmuş, kadınların, halkının, insanlığın özgürlüğü için savaşan komutana dönüşmüştü. Önder Apo öncülüğünün kadınlara hak ettikleri yeri veren gerçeğinde gelecek nesiller onurluca yaşasın diye militanca savaşan komutan Meryem 1997’nin Ekiminde Haftanin Metina arasındaki bir tank pususunda haince vurularak şehit edildi. O eşitsiz bir dünya da, eşitsiz bir savaşta özgürlüğü doğurmanın sancılarında bir anaydı ve doğurduğu özgürlük felsefesiyle ölümsüzleşti.
Ekim “Güneşimizi Karartamazsınız” şiarıyla uluslar arası komploya karşı ateşten çember olmuş Xalitlerin, Rotindaların, Kurdêlerin zamanıdır. Yıkansın diye dünyanın kiri, arınsın diye pas tutmuş zihinler, aydınlansın diye dünya, açığa çıksın diye tüm karanlık güçler ateş oldu Rotindalar… Güneşe, yaşam kaynağımıza, hayat denizimize uzanan karanlık güçler külleşip yok olsunlar diye yandı Xalit hevaller… Önderliğimiz şahsında yeniden oluşan Kürdistan halkı, Kürdistan toplumu hep yaşasın ve dünyaya özgür yaşam enerjisini yaymaya devam etsin diye ateş dansında tutuştu Kurdêler… Ve bedenleriyle yaktıkları dev ateşle dünyayı ısıtmaya, aydınlatmaya, Önder Apo’yla buluşturmaya devam ediyorlar…
Ekim Çelê’nin Geli Tiyare vadisinde kazanlarla, kimyasal gazlarla, kobra mermileriyle çatışan, ölüme meydan okuyarak birbirine kenetlenen, özgürlük halayında ölümsüzleşen otuz altıların zamanıdır. Gül yüzlü Ruken’in, esmer gülüşlü Roza’nın, kavga kızı Eylem’in, baştan ayağa cesaret Çekdar’ın, zalimin yüreğine korku salan yıldırım kanatlı Brusk’un sevda demi, cenk mevsimidir. Zerdeşt ruhlu Egît’in, mertlik balçığıyla şekil almış Zinar’ın, insan güzeli Çolî’nin, Zagrosların ceylanı Medya’nın, direnmenin anlamında yaşamı tanımlamış Diren’in yükselen haykırışının, kavgaya çağıran stranının vaktidir. Emekle yoğrulmuş Tirej’in, sevgiyle-yürekle bütünleşmiş Deniz’le Dilar’ın, kelebek yaşamlı Rojbin’in, anlam arayışçısı şair Berwar’ın özgürlük zamanıdır Ekim. Gelî Tîyarê direnişi bizlere PKK yoldaşlığını, asla birbirini terk etmeme tutumunu bir kez daha göstermiş, anılarına mutlaka bağlı kalacağımız ve hayallerini ne pahasına olursa olsun gerçekleştireceğimiz bir kavga mirası bırakmışlardır. Asla unutmayacağımız düşman kalleşliğini, alçaklığını ortaya koymuştur. Ve eğer unutmazsak kalleşliğe, alçaklığa kılıç çekmiş cengaver kahramanları unutmayacağız kim olduğumuzu ve mutlaka başaracağız hayallerini gerçek yapmayı…
Ekim bir Gurbet vaktidir. Özleme tutulmuş yüreklerin demidir. Gurbeti bir şafakta terk edip Zeynep olmanın, Zeynep olarak tank mermilerine siper olmanın zamanıdır. Önder Apo Zeynep hevalle diyalogunda “Gurbeteli’den Vataneli’ye döndün. Bu çok anlamlı” diyor. Gerçekten de Gurbeteli Ersöz şahsında tarih boyunca göç yollarından yaban ellere sürülmüş bütün sürgün yürekler, gurbetçi ağıtlar azade olmuş, ülkeyle buluşma, ana topraklara kavuşma ebediyet kazanmıştır. Kadın Özgürlük Hareketinin büyük komutanı, bilge öncüsü, sorumlulukla yüklü militanı Zeynep(Gurbeteli Ersöz) yoldaş, uzun devrimci yaşamına çok büyük başarılar sığdırmış, birçok ilke imza atmış efsanevi bir kişiliktir. Özgürlük tarihimizde değeri her geçen gün daha da artan, yıllandıkça anlamı çoğalan, bizi her an büyüten, çoğaltan gizemli bir ruha, büyüleyici bir enerjiye, dönüştürücü bir bilgeliğe sahiptir. Bizi köklerimizle, dilimiz, kimliğimizle, ana tanrıça diyarı Mezopotamya kültürüyle buluşturan sırdır Zeynep ve bu sırrın gücüdür kadınları her an özgürlük kavgasında çoğaltan…
Ve Ekim uçurum çiçeği Beritan’ın anlam zamanıdır. Savaşarak özgürleşen, özgürleşerek güzelleşen ve güzelleştiği için halkının yüreğinde taht kuran Beritan’ın ölümsüzlük mevsimidir. Kürdistan’da özgürlüğün ancak savaşla elde edilebileceğini, ancak savaşın bin yılların kirini, pasını sökebileceğini, başka türlü bir yolun mümkün olmadığını ortaya koyan Ş.Beritan, her anlamda manifesto niteliğinde bir duruşa sahip olmuş, bizlere güzelleşmenin kapılarını sonsuzca açmıştır. Ş. Beritan (Gülnaz Karataş) yazdığı ve yaşam anlayışının ifadesi olan manifesto niteliğindeki şiirinde dediği gibi yaşamış, savaşmış, ölümsüzleşmiştir. Her güne başlarken ve her geceye merhaba derken bir dua gibi tekrarlayıp ilke edinmemiz gereken o müthiş dizelerdeki anlamın sırrından öte bir hakikatten bahsedilebilir mi? Uçurum kenarında şiirini yani özgürlük duasını okuyan Beritan’ın sesini duyuyor musunuz? Gözünüzü kapatın ve dinleyin. Rüzgarın getirdiği sestir Beritan. Ve meltem tadında haykırıyor bize: Savaş gülüm/ Sıkı savaş/ Savaştıkça varız biz/ Savaştıkça büyür/ Savaştıkça çoğalır/ Savaştıkça güzelleşiriz/ Hem zerre kadar korkmuyorum ölümden/ Ölmek ağrıma gitmiyor/ Yalnız işte/ Al şafaklara batmış bu dağları / Birlikte seyre durmadan/ Bir an için bile olsa ölmek istemiyorum/ Hepsi bu/ Eylem sonrasının yorgunluğu/ Bu kavganın onuruyla kucaklarım seni/ Gülüşlerinden seni selamlarken…
Ekim ayında ölümsüzleşmiş nice özgürlük arayışçısı olduğunu biliyor, hissediyorum. Yazdıklarımı yazmadıklarıma, yazamadıklarıma adıyor, her birini Beritan onuruyla anıyorum. Bizi bu büyük insanların, kutsal değerlerin, yüce kişiliklerin yol arkadaşı yaptığı için Önderliğimizin aydınlatıcı, yol gösterici felsefesinde yaşama durmuş herkesi yürekten selamlıyorum. Ölümlerinde yarattıkları anlamlı yaşamın, üzerine titreyeceğimiz ve bir parçası olmaktan asla vazgeçmeyeceğimiz en büyük değerimiz olduğunu biliyoruz. Öldükleri için geride bıraktığımız ama aslında ileride o büyük zafer gününde bizi bekleyen şehitlerimizle buluşacağımız günün özleminde demleniyor, anılarını gerçekleştirme çabamızı yoğunlaştırıyoruz. Değeri ancak özgürlükle ölçülebilecek şehitlerimiz yaşayan ruhumuz, bilincimiz, her an kavga için çarpan yüreğimizdirler. Onlar kendi ömürlerini bir halkın ömrüne ekleyerek, ona feda ederek ölümle randevulaştılar. Onlar ölüm tehdidiyle halkımızı, kadınları teslim almaya çalışan egemenlere meydan okuyarak ölümü yendiler. Ve yendikleri ölümle halkımız için özgür yaşamı, onurlu yaşamı inşa ettiler. Anlamlı yaşadılar, büyük eylemin sahibi oldular ve amaçlı bir şekilde ölümle randevulaşıp insanlığın ölümsüzler kervanına eklendiler. Onlar anlamlı yaşamın amaçlı ölümden geçtiğini bize öğrettiler ve uğruna ölümsüzleştikleri amaçlarını tamamlama görevini biz yoldaşlarına devrettiler…