Şehitleri Doğru Anlamak Özgür Bir Toplumun İnşasıyla Mümkündür

 

Şehadet gerçekliği derin bir sosyolojik kavrayışı gerektirir. Çünkü her şehadet aynı zamanda yeni bir yaşama tekabül etmektedir. Sıradan bir yaklaşımla yaratıcı hakikati anlaşılamaz. Belki de insanlığın ilk anlamsallıklarına kadar gitmek gerekir. Binlerce yıllık büyük bedel ve emeklerle örülen insanın anlam dünyası şehadet olayını kutsallıktan öte bir yaşam perspektifi, nasıl yaşamalıya verilecek bir cevap olarak şekillendirmiştir. Özellikle güneş kadar berrak amaçlar uğruna verilen her can, toplumsal özgürlüğü yeniden tesis etmek için adanmış her yaşam yürünecek yol olarak karşımızda belirir. Birçoğumuz yeni bir yaşama adım atarken bu şehadet gerçeğine dayanarak çıkış yaparız. Dolayısıyla her şehadet aynı zamanda sosyolojik bir inşa, tarihsel bir oluşumdur da.

Kürt toplumsallığında şehadet kavramı aslında çok eski bir geçmişe dayanmamaktadır. Bunun nedeni toplumun kolektif bilincine dayalı bir var olma savaşının verilmemesi olabilir. İnsanlık geçmişten günümüze ortak tarihsel hafızaya değerler sistemi temelinde varmıştır. Yaşamında kutsallar oluşturarak geleceğe uzanan yollar açmıştır. Ölüm böyle karşılanmıştır. Fakat son yarım yüzyılda bu gerçeklik Kürt toplumsallığı açısından çok daha farklı bir boyut kazanmıştır. Yaşamın yeniden ekilmesi gibi her gün Kürdistan toprağına canlar ekilmiştir.

Önder APO ölümü ‘sosyolojik bir anı’ olarak tanımlamaktadır. Anı herhangi bir zaman dilimi ve mekanda gerçekleşen değil, tarihsel toplumun bir kesiti olarak vuku bulmaktadır. Dolayısıyla anıya cevap olmak toplumsal yaşama doğru katılmanın, yaşam karşısında sorumluluk taşımanın bir ölçüsüdür. Burada şehadet gerçeğini derinliğine incelemek ve bu temelde yaklaşım belirlemek anlamlı bir yaşamın ilk koşullarından olmaktadır. Nasıl ki insan ana-ataları ilk anlamsallıklarını fiziki olarak aralarından ayrılanlara dönük oluşturmuşlarsa, günümüzde, özellikle ulusal-uluslar ortaklaşması olarak özgürlük mücadelesi verenler, bu konuda tutum sahibi olmak isteyenler şehadet olayını sosyolojik inşadan kopuk ele almamalıdırlar. Anı toplumsal hafızayı oluşturur. Anıya verilecek her cevap toplumsal hafızanın güçlenmesi için atılan bir adım olmaktadır.

Kürdistan için şehadet olayı çok eski bir geçmişe sahip olmasa da kahramanlık çizgisinde verilen yarım yüzyılı bulan PKK mücadelesi bunu anı anına gerçekleşen yaratıcı bir hakikat olarak ifadeye kavuşturmuştur. Feda ve xweda birbirine içkin olup aynı anlam kapısına varırlar. Yani ‘kendini veren ve kendinden veren.’ Biri tanrısal olan ise bir diğeri de tanrısal olan ile bağ kuran insanın yaratıcı gerçeğidir. Mücadelenin ilk büyük şehitleri bunun en yalın halini sunarlar. Bir Kemal PİR gerçeği yaratıcı gerçeğin ta kendisidir. Kendini vererek kendinden sonrakilere bir ruh, bilinç ve irade ölçüsü olmuştur. Bir halkın adına konuşmanın ancak kendinden, aslında maddi varlığından geçerek mümkün olabildiğini ortaya koymuştur. Kemal PİR hakikati sadece bir halkın değil, tüm insanlığın ortak değerlerinin dile gelmesi olarak gerçekleşmiştir. Çünkü ‘yaşamın uğruna ölünecek kadar sevilmesi gerektiğinin’ anda gerçekleşen hali olmuştur. Özgür yaşam düşmanları bile bu yaratıcı hakikat karşısında suskun kalmışlardır.

Kürdistan özgürlük mücadelesinde şehadet böylesi büyük bir gerçeğe tekabül ettiğinden günlük olarak sömürgeciliğin saldırı hedefi olmaktadır. Daha önceleri savaşlar belli bir ‘ahlak’a dayanarak verilirdi. Fakat kapitalist modernite döneminde bu insanlığın görebileceği en aşağılık bir düzeye çekilmiştir. ‘Ölüye saygı’ tüm toplumsal kültürlerde ortak bir tavır olarak kabul görürdü. Bunun dışında bir yaklaşım oldu mu kabul etmez, bunu insan olmanın dışında bir durum olarak belirleyip karşısında dururdu. Ancak günümüz kapitalist modernite koşullarında, özellikle PKK öncülüğünde verilen ve demokratik ulus olarak şekillenen özgürlük mücadelesi karşısında işgalci Türk devleti bu yaratıcı hakikatin de farkında olarak en büyük saldırılarını kutsala yöneltmiştir. Mezarlıklar yıkılıp cenazeler teşhir edilmekte, toplumu birleştiren etkisini yok etmek için şehitliklerin oluşmasına izin vermemektedir. Yıllarca büyük bir özveriyle çocuklarına ait bir ize ulaşmak için çırpınan anne ve babalara sadistçe çocuklarına ait kemikleri koydukları torbalar göndermektedirler. Soykırımcı, işgalci Türk devleti ve faşist AKP-MHP iktidarının bu denli aşağılaşması bile şahadet hakikatinin anlaşılması için yeterince veri sunmaktadır.

Kürdistan özgürlük mücadelesinde neredeyse her gün bu hakikat ile ifade bulmaktadır. Şehit verilmedik Kürdistan toprağı kalmadığı gibi, şehadet gerçeğine şahit olmadığımız ay, hafta ve gün yoktur. Özellikle Rojava Devrimi’nin inşası gündeme geldiğinden bu yana bu gerçeklik daha yakıcı bir hal almıştır. Rojava Devrimi’nin varlık göstermeye başladığı 2011 yılından günümüze kadar sadece Rojava alanında on bini aşan şehadet olayı gerçekleşmiştir. İşgalci Türk devletinin soykırım saldırıları, kapitalist modernite sömürgeciliğinin Kürt kırım politikaları 21. yüzyılda da geçerliliğini korumaktadır. Bu temelde yarım asrı bulan PKK mücadelesi Kürdistan’da yeni bir durum ortaya çıkarmıştır. Önder Apo’nun özgür yaşam, demokratik toplum felsefesine dayanan Kürdistan özgürlük mücadelesi son on yılda tüm dünyada Kürdistan gerçekliğini daha görünür kılmıştır. Özellikle özgür kadın öncülüğünde gelişen direniş ve toplumsal mücadele bütünlüğü dünya halkları açısından da kapitalist modernitenin dayattığı sömürü ve iktidar ilişkileri üzerinden büyüyen yaşam dışında başka bir yaşamın mümkün olabileceği umudunu geliştirmiştir.

Toplumsal inşa büyük bedeller göze alınmadan gerçekleştirilemez. Bin yıllardır parçalanıp dağıtılan, kendisi olmaktan çıkarılan Kürt halk gerçekliği söz konusu olunca verilmesi gereken bedeller daha da artmaktadır. Bu yüzden Önder Apo Kürdistan’da ulusal bir düzeyin yakalanması için amansız bir savaşın verilmesi gerektiğini ortaya koydu. Paradigma değişimine gittiğinde de savaş gerçekliğini hiçbir zaman göz ardı etmedi. Çünkü Kürdistan’da büyük savaşlar verilmeden günlük ekmeğin bile kazanılması söz konusu olamazdı. Şehitler ve şehadet gerçekliği tam da bu noktada büyük bir öğretici olmaktadır. Önder Apo, “Hiçbir şehadet büyük yaşam gerekçeleri olmadan gerçekleştirilemez” demektedir. Kuşkusuz büyük yaşamlar mevcut sistemin dayattığı yaşam sınırları içerişinde oluşturulamaz. Dolayısıyla bu hakikat temelinde şehadet gerçekliğinin derin bilincine varmak şarttır.

Özelde Kürt halkı, genelde Kürdistan halkları son iki yüz yılda kesintisiz kırım, asimilasyon, göçertme politikalarıyla yüz yüze kalmıştır. Türk ulus devleti, Arap ulusunun parçalanması üzerinden kapitalist modernite sömürgeciliği tarafından inşa edilen Arap ulus devletleri, İran ulus devleti Kürdistan’ın bölünmesine dayanarak modern ulus devlet formuna ulaştılar. Gerçekleşen katliam ve kırım politikalarına karşı dört parça Kürdistan’da büyük direnişler gelişse de PKK mücadelesine kadar bütünlüklü, tüm Kürdistan’ı kapsayan bir ulusal kurtuluş fikri gelişmemiştir. PKK bu gerçekliğe dayanarak daha en başından ‘halk savaşı’na dayalı bir mücadele stratejisini esas almıştır. Halkın doğrudan katıldığı, savaşan halk gerçekliğinin yakalandığı bir mücadelenin zafere ulaşması önünde bir engel olamazdı. Bu tarihen de ispatlanmıştır. En despotik, faşist, soykırımcı iktidar sistemleri bile büyük bir özenle örülen ve halkların katıldığı direniş hatlarını dağıtamamışlardır, en nihayetinde yıkılmaktan kurtulamamışlardır. 50 yılı bulan PKK mücadelesi Kürdistan gerçekliği yönünden bize bu hakikati daha yalın sunmaktadır. İlk adımını halkına ve öz gücüne dayanarak atan PKK, 3. Dünya Savaşı’nın verildiği günümüz koşullarında dünya hegemon güçlerinin tüm saldırılarına rağmen varlığını korumakta, dünya insanlığına özgür yaşam umudu olmaya devam etmektedir. Tüm bunlar Önder Apo’nun ‘Şehidin anısına doğru cevaplar oluşturma’ yaklaşımıyla gelişmiştir. Önder Apo ilk büyük şehidimiz Haki Karer’den günümüze kadar ‘’Şehitlerin vasiyetine gereken karşılığı verecek şekilde son nefesine kadar yaşayacağım’’ yaklaşımını bir ilke düzeyinde ele almış, Şehide bağlılığı bir söz, duygusal bir an olmaktan çıkararak yaratıcı, geliştirici, zaferi garantileyen bir yaşam biçimine dönüştürmüştür. O halde bu noktada derinlikli bir sorgulamayı yaşamak şarttır. Şehadet olayı bir anı olmaktan çıkarılıp yaşamda eylemsel bir duruşa kavuşturulmadığı sürece doğru bir bağlılıktan söz edilemez. Bu noktada oldukça yüzeysel, örgütsüz bir duygusallığa kapılma durumu yaşanmaktadır. Elbette her şehadetten büyük üzüntü duyma insan olmanın bir gereğidir. Ancak hiçbir şehidimiz artlarında yas bağlayıp üzülmemiz için amansızca düşmanın üzerine yürümediler. Aksine birçoğu fırsatını bulduklarında vasiyet olarak ‘ardımdan ağlamayın, halaya durun’ diyerek bizi uyardılar. Ağlayıp yakınmanın bizi Onları (Şehitleri) doğru anlamaktan alıkoyacağının farkında olarak şehadete yürürken bile büyük bir sorumluluk bilinciyle uyarılarını yapmışlardır.

Devrimci halk savaşı halkın kendi savunmasını yaptığı, düşmanın başta ideolojik, özel savaş saldırıları olmak üzere her türden imha politikalarına karşı topyekûn direndiği, gencinden yaşlısına kadar mücadele birliği içerisinde yer alma durumunu ifade eder. Söylem olarak ‘Devrimci Halk Savaşı’ terimini çok kullansak da pratikte olması gerektiği gibi örgütleyememekteyiz. Elbette bunun ülke, halk, savaş ve düşman gerçeğini doğru bilince çıkarmayla doğrudan ilişkisi vardır. Kürdistan’da verilen demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa mücadelesinin dünyada örneği yoktur. Birçok yönden Kürdistan tüm dünyada ‘biricik’ bir durumu ifade eder. Kürdistan sadece bölgede yer alan dört işgalci ulus devletin kırım politikalarını yürüttükleri bir alan değildir, dünya kapitalist modernite sömürgeciliğinin paylaşım savaşının şekillendiği alandır aynı zamanda. Dolayısıyla verilen mücadelelerin kısa vadede sonuç alması zorlaşmakta, halk daha uzun süreli bir mücadele vermek zorunda kalmaktadır. Şu bir gerçek ki Önder Apo daha en başından Kürdistan’da uzun süre savaş verilmeden Kürt halkının kırım kıskacından kurtulamayacağını ortaya koymuştur. Paradigma değişimine gittiğinde de ‘eğer devlet demokratik bir çözüme gelmezse Kürtler devrimci halk savaşı temelinde bir varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama mücadelesi vermek durumundadır’ minvalinde belirlemeler yapmıştır. Gelinen aşamada Kürdistan özgürlük mücadelesi büyük kazanımlar elde etmiştir, ancak kırım cenderesi de halen dönmeye devam etmektedir. İşgalci Türk devleti kuruluş mantığına uygun olarak Kürtleri imha etme politikalarının hayata geçirmek için her şeyi yapmaktadır. Bu anlamda uluslararası bir ortaklaşmanın da yüksek boyutta olduğunu belirtebiliriz. İmralı’da Önder Apo üzerinde derinleştirilen mutlak tecrit, Medya Savunma Alanları’nda Kürdistan Özgürlük Gerillasına karşı geliştirilen yok etme ve Başûr topraklarının tümden işgali, Rojava Devrimi’nin ortadan kaldırılmasının amaçlanması, Şengal ve Mexmûr’da yurtsever halkımıza ve öncülerine dönük yapılan saldırılar, Avrupa’da gerçekleştirilen katliamlar Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne karşı küresel çapta verilen savaşı göstermektedir. Karşı savaş bu denli geniş ve çok boyutluyken Kürdistan’da verilmesi gereken mücadele nasıl olmalıdır? Bu soruyu kendimize her gün sorup anlık olarak doğru cevaplar oluşturmak zorundayız. Resmin tamamını görüp verilen bedellerin tüm dünyada yarattığı büyük etkiyi, Önderlik paradigmasının giderek cihanileştiği gerçeğini, işgalci Türk devleti, AKP-MHP faşizmi somutunda Özgür Kürt düşmanı sistemin derin bir çıkmazı yaşadığı, doğru ve yeterli mücadele edilmesi halinde yıkılmasının işten bile olmadığı gerçeğine büyük bir iman ile bağlanmalı, kendi öz gücümüze güvenmeliyiz. En modern savaş tekniği savaş cephelerinde olsa bile halk ile bütünleşen bir mücadele ancak zaferi garantileyebilir. Bunun için şehadet gerçeği, özgürlük mücadelesinin büyük şehitlerinin adanmış yaşamları nasıl olmalı ve ne yapmalı sorularına açıklık getirmekte, doğrultu belirlemektedir.

Önder Apo “…eski yaşam artık aşılmıştır. Artık yeni bir yaşamın içine, ulusal direnişe bütün sınıf ve tabakalarından katılımın gerçekleştiği bir dönemin içine giriyoruz. Halkımızın yediden yetmişe, kadın erkek içine girdiği, yoğun tartışma ortamını yarattığı, tavır belirlemeyi gerçekleştirdiği bir dönemdir. En çok arzu edeceğimiz, kaybettiğimiz her şeyi kazanabileceğimiz bir dönemdir. Bu kazancın temel kaynağı da şehitlerimiz olmaktadır.” değerlendirmesiyle Kürdistan’da yükselen özgürlük düzeyini her gün canlarını vererek gerçekleştiren Şehitlere işaret etmektedir. Onlar büyük direnişleri, zafer ve özgürlüğe olan inançlarıyla ulusal ve toplumsal kurtuluşun temelini oluşturuyorlar. Hayalinin bile kurulmasından büyük korku duyulduğu bir ulusal gerçeklikten böylesine büyük bir geçişi sağlamak, sadece Kürdistan’da değil tüm dünyada özgür yaşam umudunun geliştiği bir düzeye ulaşmak çok önemlidir. Günümüz koşullarında bu yeterince bilince çıkarılmadığı için verilen özgür toplumu inşa mücadelesi istenen sonuçları yaratmakta zayıf kalmakta, Kürdistan bir bütün olarak işgal ve sömürüye açık kalmaktadır.

Önder Apo Kürdistan’da şehadet gerçeğini değerlendirirken şöyle devam etmektedir: “Bu dönemin nasıl hazırlandığı ve her bir eylemin anlamının ne olduğu, her şehidin bu destandaki, bu kahramanca dönemdeki yerinin ne olduğu şüphesiz şiirlerle, hikayelerle, romanlarla, resimlerle, türkülerle dile getirilecektir. Fiiliyatta gerçekleşen bu durumu en fazla kıvanç duyacağımız, onurlu yaşamın temeli olarak göreceğimiz kesindir. Bunların işlenmesi başta Partimizin sanatkarları, askeri komutanları olmak üzere, tüm insanımızın görevidir. Mühim olan temelin sağlam atılmasıdır, doğuşun sağlam gerçekleşmesidir. PKK öncülüğünde doğuş nasıl sağlam gerçekleştirildiyse, halk direnişimizin kendisi de sağlam bir doğuşa tanık olmuştur. Bundan sonrası artık zamandır, zaman içinde büyümedir. Bundan sonrası teknik bir düzenlemedir, yani halk hareketimizin sağlıklı örgütlenmesi, doğru mücadele biçimleriyle günbegün yürütülmesidir. Bunu da en kahramanca tarzda yürütüyoruz. Cesaret ve fedakârlık adeta bir yarış halinde yerine getiriliyor. Elbette böylesine ayağa kalkan bir hareketin, bir halkın kazanmaması için bir neden yoktur.” Bu hakikati bilerek yaşama katılmak, Şehitlerin anısına bu temelde karşılık vermek Kürdistan’da özgür, onurlu ve namuslu bir yaşamın olmazsa olmaz koşuludur. Bunun dışında bir yaklaşım ne demokratik ulus temelinde verilen Kürdistan özgürlük mücadelesini zafere ulaştırır ne onurlu yaşam imkanlarını oluşturmamıza olanak sağlar ne de bizi her gün anmalar gerçekleştirerek bağlılıklarımızı bildirdiğimiz, hayallerini gerçekleştirme sözü verdiğimiz şehadet gerçekliğine yakınlaştırır. Şehitlerimizi unutamayacağımıza göre o halde Onların bıraktığı direniş mirasını layıkıyla devralmak, özgürlük bayrağını gururla dalgalandırmak zorundayız. Gerisi bir hiçleşme, bir soysuzlaşmadan öteye gidemez. Kürdistan’da şehadet gerçeği bu bilinç ve hissiyatla karşılanmadığı sürece köleleşmeden, ülkemizin sömürülmesinden kurtulamayız.

Burada yeniden “devrimci halk savaşı” gerçekliğine dönmek gerekir. İsminden de anlaşılacağı üzere bu savaş halkın doğrudan katıldığı, örgütlendirilmesi, yürütülmesi, ihtiyaçların karşılanmasında rol aldığı bir savaştır. İnsan taşıdığı bilinç ile yaşamını oluşturma, kendini savunma ve varlığını sürdürmede diğer canlılardan farklıdır. İnsan nasıl yaşayacağını tasarlayıp karar verebildiği gibi, savunmasını da nasıl yapacağını, hangi araçları kullanması gerektiğini belirleyip bu temelde olması muhtemel birçok olay ve olguyu önceden öngörerek tedbir alma, yaşamı buna göre örgütleme bilinci ve gücüne sahip bir varlıktır. Toplumsallık geçmişten günümüze bu gerçeklik temelinde tüm saldırılara rağmen varlığını koruyabilmiştir. Genelde merkezi iktidar sistemi, özelde de kapitalist modernitenin soykırım aracı olan ulus devlet iktidarı döneminde bu gerçeklik büyük oranda tersyüz edilmiştir. Devlet aygıtı, devlet olma fikri topluma varlığını sürdürmenin yegâne aracı olarak kanıksatılmıştır. Oysaki toplumsal tarihin büyük bölümünde devlet olgusu bulunmamaktadır. Toplum öz yönetim biçimiyle temel yaşam ihtiyaçlarını karşıladığı gibi savunmasını da gerçekleştirmiştir. Ne zaman ki toplumsal ilişkiler zayıfladı, insan ilişkilerine güç ve maddiyat karıştı o zaman toplumsallıkta da zayıflama baş gösterdi. Giderek daha fazla güç istenci gelişti, iktidar odakları çoğaldı. Toplum kendini yönetemez duruma getirildi. Sömürülme ve kölece bir yaşama razı olma sıradan bir hal aldı. Dolayısıyla açlık, yoksulluk, savaşlar, katliamlar bir siyaset aracı olarak toplumların yeniden şekillenmesinde rol almaya başladı. Kürdistan gerçekliği bu konuda oldukça öğreticidir. Kürt halkının yarım asrı bulan özgürlük mücadelesi hakeza büyük örgütleyicidir. Bu yüzden “devrimci halk savaşı” denildiğinde dönüp toplumsal gerçekliğe bakmak gerekir. Bu savaş eğer Kürdistan’da veriliyorsa dönüp Kürdistan tarihine ve yarım asırdır Önder Apo felsefesi temelinde verilen özgürlük mücadelesinin sonuçlarına bakmak gerekir.

Kürdistan’da demokratik ulus devrimi olarak bir ‘halklar devrimi’ gelişmektedir. Devrimlerin başarıya ulaşmasında uğruna canını verecek insanların olması kadar bir halkın kendi geleceğini devrimin başarısında görmesi, yaşamı buna göre örgütlemesi, gelecek kuşakları inşa edilecek devrimin gereklerine göre yetiştirmesi iki başat faktör olmaktadır. Hiçbir devrim salt askeri başarıya dayanarak zafere ulaşmamıştır. Ancak elindeki kazması, küreği, bastonu, büyük bir inançla kaldırıp attığı taşla da olsa toplumun geleceğini devrimin zafere ulaşmasında gördüğü ve bu temelde verilen savaşa katıldığı her devrim benimsedikleri ideolojiler temelinde başarıya ulaşmışlardır. Demokratik toplum paradigması esaslarına göre değerlendirildiğinde zafere ulaşmış bir devrimden bahsetmek kuşkusuz zor olacaktır. En nihayetinde devletleşerek yeni bir iktidar biçimini ortaya çıkarmaktan öteye gidememişlerdir. Dolayısıyla karşıtına dönüşmekten, yıkılmaktan kurtulamamışlardır. Ancak dönemin koşullarına göre verdikleri mücadeleyi başarıyla sonuçlandırabilmişlerdir. Bunun en çarpıcı örneğini reel sosyalizm pratiğinde görmek mümkündür. Bu bakımdan Kürdistan Devrimi tüm dünyada yeni bir durum ortaya çıkarabilir. Kürt halkının önünde tarihi bir öncülük görevi durmaktadır. Anın görevleri doğru temelde yerine getirildiği takdirde ‘dünya halklar devrimi’ne ulaşmak mümkündür. Ancak ondan önce yapılacak olan Kürdistan üzerinde işgal, sömürü ve soykırım tehdidini bertaraf etmektir. Bu da hiç kuşku yok ki halkın öz katılımına dayanan, kendisini her yönüyle donatarak örgütleyen savaşan halk gerçekliğine ulaşmakla mümkündür.

Kürdistan’da devrimci halk savaşını geliştirmek için yeterince imkan mevcuttur. On binlerce her biri birbirinden büyük yaşam ve direniş örneklerini sergilemiş tarihin görebileceği en bilge, en ahlaklı, en cesur insan timsali olan Şehitler Gerçeği var. Yarım asrı bulan Kürdistan özgürlük mücadelesinin açığa çıkardığı büyük kazanımlar var. Daha da önemlisi Önder Apo’nun öngördüğü demokratik toplum paradigmasının pratikte örgütlendirilmesi durumu var. Zihniyet ve duygu dünyasında yaşanan değişim daha şimdiden tüm dünyayı etkileyecek, yüz yılları kapsamına alacak düzeydedir. Burada temel sorunlardan biri Kürdistan’da süregelen mücadele gerçeği günlük mücadele, ilişki ve çelişkilere göre, askeri gelişme ve teknik güce bakılarak değerlendirilmekte, toplumsal-tarihsel etkisi görülmemektedir. Dolayısıyla devrimin zafer temelinde geliştirilmesi kapitalist modernite sömürgeciliği ve ulus devlet gericiliğini yenilgiye uğratacak demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa temellerine oturtulamamaktadır. Bunun toplumsal tarihi anlamama, iktidarcı devlet siteminin geliştirdiği zihniyetten kurtulamamanın bir sonucu olduğu görülmelidir. Ne yazık ki halen gelişmeler ‘devletli güçlerin’ tutumlarına göre değerlendirilmekte, örgütlendirilmiş demokratik, özgür bir toplumun neler yapabileceği görülmek istenmemektedir.

Özgürlük mücadelesi toplumsal inşa paradigması olarak demokratik, ekolojik ve kadın özgürlüğünü önceleyen bir felsefeye dayanmaktadır. Bunun toplumsal tarihin mirasına sahip çıkma ve özgür bir geleceği garanti altına alma yönünden sunduğu büyük avantajlar vardır. Toplumun öz güç, öz örgütlülük ve öz yönetimine dayanan demokratik toplum paradigması iktidarcı devlet sistemi dışında bir toplumsal inşayı daha mümkün kılmaktadır. Kadın özgürlük ideolojisinin Kürdistan toplumunda yarattığı zihniyet dönüşümü, YJA Star gerillalarının herkesi, özellikle erkek egemenlikçi düşünceyi yeniden bir değerlendirme sürecine sevk eden büyük başarıları içeren direnişi Rojava Devrimi ile birlikte YPJ öncülüğünde tüm dünyada daha fazla görünür oldu. Erkek iktidarcılığına karşı özgürlük mücadelesi veren, bu konuda arayışı olan kadınlar yönlerini Kürdistan somutunda verilen mücadeleye çevirdi. Önder Apo felsefesiyle öz bulan ‘jin jiyan azadi’ dalga dalga gelişerek evsensel bir düzeye ulaştı. Bunların hepsi hiç şüphe yok ki Kürdistan ve Ortadoğu için çok büyük mücadele kazanımlarıdır. Zaferi tam da burada görmek gerektiği artık çok açık ve nettir. Gelişmeler bütünlüklü ele alındığında Özgürlük Mücadelesi’nin çok güçlü bir düzeyi ifade ettiği, zafere her zamandan daha fazla yakın olduğu görülecektir.

Komin ve meclisler temelinde örgütlenen, herkesin birbirini tanıdığı mikro toplumsal yapılarda demokrasinin hayata geçirilmesi, özgürlüğün baskı altına alınamayacağı ortamların hazırlanması, toplumsal savunmanın halkın doğrudan katılımıyla daha güçlü yapılmasının mümkün olduğu artık bir teori olmaktan çıkmış, Rojava, Şengal örneklerinde somutlaşmıştır. Şunu çok iyi görmek gerekir, toplum esasta yapılan baskı ve şiddetle zayıflamamaktadır. Toplumsal ilişkilerin değiştirilmesi, insanların ülke-vatan gerçekliğiyle bağlarının kopartılması, toplumsal yapıların dağıtılıp yerine devletin yönetme ve koruma aracı olarak konumlandırılması sonucu zayıflamakta, sürekli işgal, talan, sömürü, taciz ve tecavüze açık kalmaktadır. Kapitalist modernite sistemi sürekli kriz ve savaş geliştirerek yaşadığı derin yapısal krizi aşmak istemektedir. Bunun için halkların kırımdan geçirilmesinden tutalım demografik yapının değiştirilmesine kadar her türden politikayı uygulamaktan geri durmamaktadır. Bunun en somut örneği işgalci, faşist Türk devletinin bugün Efrîn, Serêkanî ve Girê Spî’de hayata geçirmeye çalıştığı uygulamalarda görülmektedir. Halklar topraklarından göçertilerek bir yandan ucuz iş gücünü yaratma bir yandan da yeni sömürü alanlarını oluşturmayı amaçlamaktadır. Başka yerlerden gelip ülkemizde çıkar savaşlarını yürütmektedirler. Buna karşı durulup sonuna kadar ülke topraklarında kalmaktan başka gelecek kuşaklara sunulabilecek bir yaşamın olmadığı tarihen de sabit olmasına rağmen insanlar göç yollarına düşmekte, binlercesi bireysel kurtuluşun dayattığı ucuz hayaller peşinde denizlerde boğulmakta, ülkelerini işgal edenlerin topraklarında her türden aşağılanma, ırkçı yaklaşımlara maruz kalan kölece bir yaşamın içine çekilmektedirler. Durum bu olunca toplumsal bütünlüğü koruyan tüm dokular erozyona uğramakta, kendisi olmaktan çıkma kaçınılmaz olmaktadır. Özcesi esas tehlike içerden gelmektedir. Bir ülkenin askeri gücü ne kadar büyük olursa olsun sokaklarda halkın mutlu olmadığı, insanların birbirini sevip dayanışmadığı, demokratik ve özgür bir yaşamı geliştirme mücadelesini kendine dert etmediği bir gerçeklik yaşanıyorsa o ülke asla gerçek anlamda kendisini savunamaz ve varlığını koruyamaz. Bu yüzden “devrimci halk savaşı” stratejik bir zorunluluk olarak mücadele gerçekliği içerisinde yerini aldı. Dolayısıyla ülke savunmasını sokakta, aile içinde, kendi evimizin kapısında, komşumuzla olan dayanışmada gerçekleştirebiliriz. Kendi içimizdeki kötülüğe, çirkinliğe, maddi yaşamı, iktidarı ele geçirmeyi ulusal çıkarların üstünde gören anlayış ve yaklaşımlara karşı savaşarak gerçekleştirebiliriz. Öyle güçlü örgütlenilmeli ki dışardan hiçbir sızma olmamalıdır. Ülkeden kopmanın öz toplumsal değerlerden kopma, kendisi olmaktan çıkma, dolayısıyla bir soysuzlaşma serüvenine kapılma olacağını bilerek tüm dünya da saldırsa yerinde kalma, ülkeyi terk etmeme en başta gelen ahlaki, erdemli, yurtsever bir tutum olarak geliştirilmelidir. Her mahallede, her sokakta halk kendi öz savunmasını geliştirerek devrimi koruma ve geliştirme, ülke savunmasını geliştirmede rol almalıdır. Düşman saldırdığında göç yollarına düşmek kurtuluşu getirmez, aksine hep birlikte kalındığında özgür yaşam olanaklarına ulaşılır.

Rojava Devrimi Kürdistan devriminin evrensel karakterini birçok ulustan insanların katılıp şehit düşmeleriyle daha da güçlendirdi. Kürtlerin yanında bölgede yaşayan Arap, Süryan, Ermeni, Çerkez gibi halklar devrim saflarında buluştu. Yetmedi kapitalist modernitenin merkezi olan Avrupa ülkeleri ve daha birçok ulustan özgürlüğe, toplumsal hakikate iman etmiş kadın ve erkekler DAİŞ ve türevleri olan insanlık düşmanı oluşumlara karşı verilen savaşlarda birleştiler. Kobanê küçük bir yer olsa da insanlığın ortak duyguda buluşmasını sağlayacak kadar büyük bir etki yarattı. Şengal’de DAİŞ vahşetine karşı verilen savaş, cesaret ve adanmışlık örneği dünyada yeni bir durum oluşturdu. Büyük bir inançla Türk işgalciliği ve DAİŞ vahşetine karşı verilen mücadele büyüdükçe toprağa ekilen canlar da çoğaldı. Gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine, yediden yetmişe herkes devrim saflarında bir araya geldi. Şehadet gerçeği yaşamın bir parçası haline geldi. Neredeyse her gün şehit anmaları gerçekleştirilmektedir. Her gün binlerce insan Şehitlerin sözcülüğünü yapacağına dair söz vermektedir. Hiç şüphe yok ki şehitlerin sözcülüğünü yapmak büyük sorumluluk gerektirmektedir. Öyle anmalar gerçekleştirerek, güzel sözler sarf edilerek tarihi sorumluluktan kaçınılmaz. Bu konuda sonuna kadar esas alınacak olan Önder Apo’nun şehit gerçekliği karşısındaki büyük tutumudur. Önder Apo; “Tekrar belirtmek gerekirse, bizim direnişçi değerlerimizi her yönüyle anlamak gerekir. Biz, bu insanlara direneceğimize dair söz verdik. Onlar da söz vermiş ve şereflice direnmişlerdir. Birçoğunun çocukları vardı, ekmek bulamayacak kadar yoksullardı, donanımları çok zayıftı, çok vahşi koşullarda yaşıyorlardı, ama bu noktaya kadar gelebildiler. O zaman kim bunu temel almayıp da, başka şeylerle gününü gün etmeye çalışacak ve Parti içinde de böyle bekleyecek? Bu büyük bir ahlaksızlık, büyük bir bozulma ve oportünistleşmeye ortam hazırlamak anlamına gelir. Bizim buna onay vermemiz onlara ters düşmemiz ve bu değerleri savunamayacak duruma girmemiz anlamına gelir.” demektir.

Şu hususu önemle vurgulamak ve derin hissiyatına ulaşmak gerekir. Tüm şehitlerin buluştukları ortak payda Önder Apo ideolojisine olan inançları, ülke ve halklarına olan sevgileri, dayatılan zulüm, talan, sömürü ve işgale karşı olan öfkeleriydi. Onların gücü iman ettikleri doğrulardan, özgür yaşam umudundan geliyordu. Kapitalist modernitenin sunduğu tüm maddi imkanları reddederek ana toprakları üzerinde onurlu bir yaşam mücadelesini tercih ettiler. Sonsuzluğa yol aldıklarında da hepsinin ortak şiarı ‘başladığımız özgür toplum inşasını başarıya ulaştırın’ idi. Bunun dışında geride bıraktıklarına dair bir şey bildirmediler. O halde Onlar adına söz söyleme cesaretini gösteren bizler nasıl yapmalıyız? Devrimi halen sağlama almadığımız bir gerçek, oysa biz yoldaşları, devrime gönül verenler, aileleri, arkadaşları Onlara sözler verdik. Ağıtlar yakıp öfkemizi biledik. Peki ne oldu da şehadetlerinden kısa bir süre sonra bunlar normalleşti, sıradan gündelik yaşamın nesnesi oldular? Ne oldu da Onlar (Şehitler) üzerinde tasarruf oluşturmaya başladık? Bunun ahlaki, soylu bir davranış olmayacağı açıktır. O halde durup yeniden düşünmek, yaşanan her şehadeti anlamanın büyük savaşını vermek gerekir. Şehitleri doğru anlamayı insan olmanın temel ölçüsü olarak belirlemeli, özgürlüğü ve başarıyı burada aramalıyız. Şehitlerimizin başlattıkları özgürlük savaşını topyekûn bir halk olarak işgal ve sömürüye karşı durarak tüm toplumu bu gerçeklik etrafında örgütlemeliyiz. Bu da ancak ve ancak özgür bir toplumun inşasıyla mümkündür.

 “Hiçbir şehadet çok büyük bir yaşam gayesi ve gerekçesi olmadan gerçekleştirilemez” diyor Önder Apo. Çok büyük bir yaşam gayesi olmadan insan fedaya, yaratıcı gerçeğe ulaşamaz. Büyük yaşam gerekçeleri olmadan toplumsal hakikat ile buluşmak imkan dahiline girmez. İşte şehitlerimiz bu noktada bize izlenecek yolu göstermişlerdir. Özellikle bir halkın adına söz söyleme cüretini gösterenler, halkların özgürlük problemini çözümlemeyi amaç edinenler bunu çok daha açık ve derinlikli bilince çıkarmalıdırlar. En küçük hücrelerine kadar kendilerini böylesi bir oluşa yatırmalıdırlar. Özgürlüğe ulaştıran kapılar ancak bu temelde çoğaltılabilir. Toplumsal inşa ancak bu şekilde doğru bir zemine çekilebilir. Çünkü şehitler gerçekleşen tüm zamanın şahididirler. Şehitler bilinçli insanın eyleme geçen hakikatinin en keskin ifadesidirler. Onlar insanlığın en farkında olan, en mutlu hallerini sunarlar. İyi, doğru ve güzele dair ne varsa onlarda dile gelir. Yürekleri anlamsallıkların yaratıcı yurdudur. İstenmesi halinde karanlıklardan aydınlığı çekip çıkarmanın, yasağa çıkarılmış zamanları özgürlük anlarına katmanın ve tarihin toplamı yıkıntılardan yeni bir inşayı gerçekleştirmenin mümkün olabileceğinin kanıtıdırlar. Bu yüzdendir sosyolojik bir inşa olarak ele alınmalıdır her şehadet.

Şehitler bizim yaşam gerekçelerimiz ve mücadele azmimizdirler. Onların bıraktığı ışıkla gelecek daha mümkün. Anılarını güçlü karşılamak ve bu temelde yaşama katılmak başarı ve zafere giden yolları sonuna kadar açık tutacaktır. Zaferin olduğu noktada şehitlerimiz vardır. Zafere doğru atılacak her adım bizi şehadet gerçeğine biraz daha yakınlaştıracaktır. Onlar (Şehitler) olmadan yarına çıkan bütün yollar kapalı, Onlar olmadan özgürlük anlarına katılmak bir hayal. Çünkü şehadet toplumsal özgürlüğün gerçekleşen halidir.

 

 

ŞÜKRÜ SERHED