47. ŞEHİTLER AYINI KARŞILARKEN ŞEHADET GERÇEĞİNİ DOĞRU KAVRAMAK

Kürdistan özgürlük mücadelesinin yarattığı değerler temelinde yeni bir Şehitler Ayı’na girmiş bulunuyoruz. Kırk altı yılın her anı büyük mücadelelerle geçen direniş tarihimiz birbirine eklenmiş özlü yaşamların ifadesi olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Önder Apo’nun büyük şehit Haki Karer’in anısına cevap olarak PKK’nin kuruluşuna yönelmesi üzerinden 47 yıl geçti. O günden bu yana Şehitler Gerçeği’ne eklenen halkalar çoğalırken özgürlük mücadelemizin elde ettiği kazanımlar da büyüdü. Bugün dünya halklarının demokratik toplum, özgür yaşamı inşa mücadelesine öncülük edecek düzeye ulaştı. Gerçekleşen her şehadet bir anı olmaktan çıkıp insanlığın özgürlükçü bir zihniyet kazanmasında temel güç haline geldi. Önder Apo’nun geliştirdiği ideolojik çizgi dünya insanlığının, kadınların ve gençlerin kapitalist modernite sömürgeciliğinden kurtuluşlarının büyük umudu olma durumuna vardı. Bu yüzden de eğer bugünleri anlamak, Kürdistan özgürlük mücadelesinin neden yenilmez olduğunu kavramak ve bu temelde gerekli dersleri çıkarmak istiyorsak PKK Şehitler gerçeğinin, PKK’nin neden bir “Şehitler Partisi” olduğunun mutlaka bilince çıkarılması gerekir.

Yaptığı bütün çalışmaları esasında şehitleri yaşamsallaştırma, onların amaç ve hayallerini gerçekleştirme çalışması olarak ele alan Önder Apo hakikati, bugünlere nasıl ulaşıldığının anlaşılması için mutlaka kavranması ve pratikte karşılığının oluşturulması gereken bir gerçekliği ortaya koymaktadır. Önder Apo Adım gibi biliyorum ki, eğer bu 18 Mayıs günü Haki Karer yoldaşın şehadeti gerçekleşmemiş olsaydı biz PKK’nin ilanını aklımıza fazla getirmezdik. Ciddi bir partiye gitme gereğini bir borç olarak gündemimize koymazdık. Kendimizi silahlı savaşıma biraz daha yaklaştırmazdık. En önemlisi de yaşamımızı ciddi, giderek daha fazla devrimin yoluna koymaya seferber etmezdik. Bu şahadet bizim karşımıza şunu çıkardı; ya düşmanın ve işbirlikçilerinin bekledikleri gibi sineceksin ve köşeye çekileceksin, ya da şehidin kanını büyük bir mesele yapacaksın; onu doğru değerlendirmek kadar, intikam yemini yapacaksın ve gerekleri neyse onu yerine getireceksin. Biz bu ikilemden sonuncusunu tercih ettik. Doğru değerlendirmeyi geliştirmek kadar, intikamını mutlaka almamız, ürkütücü bir devlet de olsa, çok aşağılık bir işbirlikçi –ki biraz öyle karşımıza çıkarıldı- veya birileri de olsa peşini bırakmamamız gerektiği, bu temelde yürüyüşün bizi gerçeklerimizle çok çarpıcı bir biçimde karşı karşıya getireceği, bir teorik yetersizlik varsa bunu bu yürüyüşle giderebileceğimizi, yine pratik savaş sorunlarımız varsa bu pratiği, bu savaşçı intikam pratiğini gerçekleştirmekle hal edebileceğimizi görüyorduk. Veya ısrarlı takibin bu konuda bize başarının yolunu açacağına inanıyorduk.” derken ilk andan itibaren özgürlük mücadelesinde başarıya ulaşmak için esas alınması gereken ilkeleri belirlemektedir. Bu konuda son nefesine kadar şehide layık olma mücadelesini verme Önder Apo’da temel yaşam ilkesidir. O halde yeni bir Şehitler Ayı’nı yaşarken yöneleceğimiz, gözümüzü zafere dikeceğimiz bu hakikat olmalıdır.

İnsan kızları ve oğulları olarak yanılgılar yaşamaya, kendimizi kandırmaya açık varlıklarız. Bilincimiz eğer doğru temelde gelişmemişse bir yanılgılar, değersizlikler toplamı olmak işten bile olmaz. Oysa insan taşıdığı bilinç yönünden değer yaratan, yaşamı sadece olduğu gibi değil, ona yaratarak yeni şeyler katan bir gerçekliğe tekabül etmektedir. Bu insanı yüceleştiren bir gerçekliktir. Anlam ve hissin yaratıcı bir bilinç temelinde buluştuğu insan zaman ve mekanı aşarak en yüce mertebeye ulaşır. Bunun tersi de doğrudur. Bilinçte eğer değerler erozyona uğramışsa, zihinler dumura uğratılmışsa insan en yüce konumdan en aşağılık duruma düşer. Toplumsallık maneviyat olmadan düşünülemez. Bu ilk insandan itibaren böyledir. Bu yüzden manevi değerler silsilesinde sonsuz bir yaratımla karşı karşıya kalıyoruz insan toplumsallığında. En zor anlarında sığındıkları, güç buldukları, zorlukları aşmak için yardım diledikleri bu değerler olmuştur. Manevi dünyası büyüyen insan zamanla doğa ve toplum dengesinin yakalanmasında müthiş bir düzey kazanmıştır. Anlam dünyasına kattığı her değeri sonsuzca yaşatmak giderek insan olmanın temel ölçüsü haline gelmiştir. Bu değerlerden uzaklaşıldı mı, toplumsallığın büyük öfkesi kendisini dışa vurmuştur. Değerlere bir yönelim olduğunda maneviyatı güçlü olan, ahlaki değerleri işler halde olan toplumsallığın büyük gazabı devreye girmiştir. Bu temelde binlerce yıl iyi ve kötü, ahlaklı ve ahlaksız, manevi ve maddi dünya değerlerinin amansız savaşına sahne olmuştur tarih. Ne zamanki insanlar bu değerlerde bir zayıflık yaşamaya başladı, işte o zaman büyük felaketlerin de içerisinde buldu kendisini. Son beş bin yıldır bu felaketten kurtulmanın mücadelesi temelinde insanlığın temel değerlerini yeniden başat öğeler haline getirme mücadelesi verilmektedir.

Ancak insan bilinci bu muhteşem sonuçları yaratmaya kudretliyken bunu yıkma, dağıtma, bozulmaya zorlama, soyluluktan soysuzlaşmaya geçmeyi de aynı anda yapabilmektedir. Toplumsallığın büyük bir bölümü belirttiğimiz temelde anlam ve hissin yoğunlaştığı bir süreci ifade ederken, son ve adına “uygarlık” dedikleri süreçte ise anlamsızlığın, değer yitiminin, hiçleşmenin baş gösterdiği bir gerçekliği ifade etmektedir. Tarihin çeşitli dönemeçlerinde anlam ve hissin, yani maneviyatın etkisini arttırma mücadeleleri olsa da toplumsallığın baş aşağı gidişine yeterli bir engel konulamamıştır. Fakat tüm zamanlarda insanların büyük bölümünün kopamadığı, geride bırakamadığı değerleri önemlerini korumaya devam etmiştir. Doğal döngü sonucu gerçekleşen ölümleri büyük bir buruklukla karşılarken, varlığını, değer yargılarını, özgürlüğünü koruma savaşı verirken can verenleri de “şehit” olarak anlamlandırıp her şeyin ötesinde bir güç, moral kaynağı olarak değerlendirmiştir. Halkların sömürgeci, işgalci iktidar sistemleri karşısında verdikleri mücadelelerde ise bu gerçeklik yaratıcı, anda insanı oluşa zorlayan bir hakikate kavuşmuştur. İşte PKK mücadelesi, PKK Şehitler gerçeği bu hakikatin en yalın ifadesini bize sunmaktadır.

İnsan toplumsal değerleriyle insandır. Toplumsallığından boşalmış, maneviyatı zayıflamış, anlam ve hissin eksik olduğu insanın, insan olduğunu söylemek zordur. Olsa olsa bir robot olur ki o da toplumsallığından boşalmış insanın, kapitalist modernitenin doğa ve toplumu sömüren canavarın yarattığı bir şeydir. İnsan anlam dünyasına sürekli yeni değerler katarak, maneviyatını güçlendirerek eksik yanlarını tamamlamaya, “tam insan” olmaya bu temelde ulaşmaya çalışan toplumsal bir gerçekliğin yaratımıdır. O halde günümüz kapitalist modernite koşullarında, insan varlığına her saniye saldırıların olduğu bir zaman aralığında insan olmanın, tam insan olmanın gereklerini nasıl ortaya çıkaracağız? Yeni bir Şehitler Ayı’nı yaşarken “biz insan mıyız” sorusunu neden kendimize sormalıyız? Hiç kuşku yok ki bu soruya verilecek cevaplar bizi erdemli, onurlu yaşam hakikatinin kapılarına vardıracağı gibi tüm kapıları üzerimize kapatma tehlikesini de barındırmaktadır. Vereceğimiz cevaplar iradeli, doğruyu, iyiyi ve güzeli en gelişkin halde yaşayan şehitler gerçeğine ulaştıracağı gibi, yanlış cevaplar da bizi büyük bir anlamsızlığın bendesi kılabilecektir. Kürdistan koşullarında bu gerçeklik çok daha yakıcı bir şekilde hükmünü icra etmektedir. Alabildiğine parçalanmış toplumsallığı, geliştirilen bilinç ve kültür kıyımı yaşamı dayanılmaz kılmıştır. Ta ki PKK tarih sahnesine çıkana dek. Büyük özgürlük olayı ve egemenlik tarihinin haksız hükmüne karşı bir cevap olarak doğan PKK gerçekliği Kürdistan’daki bu dayanılması imkansız yaşamı, özüyle oynanmış toplumsallığı yeni bir oluşa sevk etti. Soykırımcı sistemin dayattığı en rezil yaşama büyük bir darbeyi ifade eden bu çıkış daha en başından kapitalist modernite sömürgeciliği, erkek egemenlikli gerici iktidar odaklarının büyük saldırılarına maruz kaldı. Ancak bir kere özgürlük bilincinin büyük gücü fark edilmişti. Dolayısıyla hiçbir engel gürleşen özgürlük ateşini, insan olmanın erdemlerine varmanın mücadelesini engelleyemezdi. İşte böylesi bir anda daha sonraki tüm süreçlere yön verecek onurlu yaşam örnekleri çoğaldı. Bir zincirin halkaları gibi birbirine eklemlenen büyük yaşamlar umudu büyüttü, özgürlük ateşini harlandırdı. Ve 47. Şehitler Ayı’nı yaşarken bu ateş tüm dünya insanlığına ulaşmış bulunmaktadır.

Sorgulamayı “insan olmada” başlatmanın ve bu temelde Şehitler Gerçeğine doğru cevaplar oluşturmanın günümüzde olabilecek en geniş faşist ortaklaşmalarla gerçekleşen soykırım saldırılarının anlaşılıp boşa çıkarılmasında hayati önemde olduğunu görmek gerekir. İlk çırpıda “insan mıyız” sorusu garip gelebilir ancak tüm varlıklarıyla özgürlüğe kanatlanan ve halkımızın soykırımdan geçirilmesine engel olma temelinde yaşamlarını ortaya koyarak mücadele eden ve kahramanlık çağlarını katbekat aşan destansı direnişler sonucu şehadete ulaşan Kürdistan halkının en seçkin evlatlarının biz geride kalanlara emrettiklerini anlama ve doğru uygulamaya kavuşturma açısından yaklaşıldığında yerinde bir soru olduğu görülecektir. Ölçüleri şehitlerimiz belirlemiştir ve bizler onların yaşamlarından vazgeçerek yükselttikleri ölçüler temelinde kendimize yönelmek zorundayız. Onların (Şehitlerin) taşıdığı hakikat karşısında biz neyiz? Eğer Onlar insanlığın görebileceği en duru, en güzel, en doğru, en cesur ve en berrak bilincin temsilcileriyse bizim gerçekliğimiz hangi düzeyde seyretmektedir. Şehitlerimiz erdemli ve onurlu yaşamı ifadeye kavuşturuyorlarsa bizim yaşadığımız nedir? Namusu kurtarmak adına söylediğimiz birkaç süslenmiş söz bizi şehitler gerçeğine yakınlaştırıyor mu yoksa bu şekilde onların yaşamlarıyla gürleştirdikleri özgürlük ateşini zayıflatıyor muyuz? Dönüp baktığımızda ülkemiz Kürdistan halen işgal altında, halk olarak halen soykırım kıskacındayız, alabildiğine kuşatılmış, oynanmış, anlam ve histen boşaltılmış bir toplumsallık almış başını gidiyor. Dahası demokratik toplum ve özgür yaşamın büyük düşüncesini geliştiren Önder Apo halen İmralı tecrit, işkence ve soykırım sisteminde rehin tutulmaktadır. Dolayısıyla sorgulamayı insan olmanın büyük gerekleri üzerinden yapma dışında bizi anın görevlerini doğru anlar ve doğru uygular hale getirecek bir yaklaşım yoktur. Her gün toprağın soğuk bağrına yeni hayatlar katılırken yapılan birkaç iş, söylenen birkaç süslü söz bizi insan olmanın kapısına vardırmaz. Aksine bu durum giderek bir yozlaşmayı ve giderek soysuzlaşıp inanılan değerlerden kopmayı kaçınılmaz kılar. İşte yeni bir Şehitler Ayı’nın yaşarken işe buradan başlamak ve mutlaka doğru sonuçlara ulaşmak gerekir.

Haki Karer ile başlayan ve giderek bir Şehitler Ordusuna dönüşüp düşmanı mutlak yenilgiye mahkum ederken zaferi de garantileyen bu hakikat anlaşılmadan kim doğru yoldaş, doğru militan, dürüst insan olduğundan bahsedebilir. Her şehadetin büyük muhasebe gerekçesi olduğu çok açıktır. Yaşanan her şehadet karşısında tepeden tırnağa öfkeye kesilip onların işaret ettiği doğrultuda büyük eylemleri gerçekleştiren olmadan nasıl bağlı olduğumuzu iddia edebiliriz ki? Her gün anmalar gerçekleştirip şehitlere bağlı olduğumuzu, mücadelelerini sürdüreceğimizi söylüyoruz. Üzülüp öfkeleniyoruz. Peki ne oluyor da bir süre sonra çokça değer addettiğimiz Şehitler günlük yaşamın nesnesi olma durumuna düşüyorlar? Öfkelerimiz, büyük intikamız yeminlerimizi sönükleşip gündelik yaşamın sıradanlığına karışabiliyoruz. “Unutmak ihanettir” deyip asla unutmayacağımızı söylüyoruz. Peki unutmamak, bunun büyük eylemcisi, zafer militanı olmayı gerekli kılmıyor mu? Şehitler karşısında yaşadığımız durum, öfke ve intikam duygularımızın cılızlığı bir anlamda unutmak olmuyor mu? Bu halimizle Şehadet gerçeğini sıradanlaştırıp aslında şehitlerin emrettiği mücadeleye yönelmemeye kendimizi yatırmıyor muyuz? On binlerce şehidin bıraktıkları mücadele mirasını sürdürüyoruz dediğimizde bunun gereklerini ne kadar yerine getiriyoruz? Hiç kuşku yok ki tüm bu sorular doğru yanıtlar bulmadığı sürece onurlu, namuslu, erdemli insan olma iddialarımız karşılıksız kalacaktır.

Elbette hiçbir şehidimizi unutmayacağız, hiçbir unutturma çabasını karşılıksız bırakmayacağız. Fakat bunun anın görevlerini doğru anlayıp doğru uygular hale gelmekten geçtiğini bilmek zorundayız. Haki Karer hiçbir zaman unutulmayacaktır, çünkü O hakikatin dile gelmiş hali olarak sonsuzlaştı. Türkiye ve Kürdistan halklarının ortak mücadelesine ışık olan Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya halkların özgürlük mücadelesi var oldukça anılmaya devam edeceklerdir. Silahlı mücadelenin ilk öncülerinden olan Halil Çavgun, Kürt Arap halklarının aynı mevzide mücadelelerinin simgesi olan Abdulakadir Çubukçu, bedenlerini ateşe vererek özgür yaşam için mücadeleye çağıran Dörtler unutulmayacaktır. Onlar değil miydi bedenlerindeki ateşi söndürmek istediklerinde “ateşi söndürmeyin, bu teslimiyete karşı direnişi büyütme çağrısıdır, ateşi söndürmek ihanettir” diyerek zamanın akışına gem vuranlar?

Hilvan ve Siverek direnişlerinin komutanı Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin yoldaşlar, PKK’nin kadın özgürlük çizgisi temelinde gelişmesini ve kadın ordulaşması olarak PAJK öncülüğüne ulaşma mücadelesinin büyülü sesi olan Ozan Mizgin, Kürt halkının varlığında irin tutmuş bir yara olan ihanetçi, işbirlikçi KDP ve Barzanilerin saldırısı sonucu gerçekleşen Hewlêr Katlaimı şehitleri unutulmayacaklar. Faşist, gerici İran mola rejimine karşı direnişin, kadın özgürlük mücadelesinin hiç solmayacak yüzü olan Şirin Elemhuli ve arkadaşları, Azad Siser ve Çekdar Amedler unutulmayacaklar. Êrîş ve Andok her zaman soykırımcı sistemin beyninde patlayan bir volkan olmaya devam edecekler.  Tüm bu büyük yaşam ve mücadele pratiklerinden hareketle Şehitler Ayı olan mayıs ayının her günü büyük muhasebelerin gerçekleştirildiği ve bu temelde doğru sonuçlara ulaşmanın mutlaka sağlandığı bir ay olma durumundadır. İşte bugün Zap, Avaşin, Metina, Xakurkê, Rojava, Şengal’de bu büyük mücadele değerlerinin unutulmaması temelinde destansı direnişler sergilenmektedir. Tünel savaşlarında Nato ve diğer hegemonik güçlerin desteğini alan vahşi, soykırımcı Türk devletine karşı tarihin tanık olmayacağı kahramanlıklar yaşanmaktadır. Elbette bunlar unutulmayacaktır. Biz unutsak bile Şehitlerin büyük direnişleriyle yarattıkları özgürlük değerleri yaşamaya devam, Şehitler Gerçeği kendi sesini oluşturarak dile gelmeye devam edecektir. Fakat burada önemli olan biz Şehitleri unutmayacağına ant içlerin nasıl yaşayacağı, ne yapacağı ve nereden başlayacağımızdır.

Önder Apo “Gerçek hiç de sandığınız gibi değildir. Yaşadığımız binlerce şahadet olayı vardır. Onlarla aranızdaki mesafeyi çok açmışsınız, onlara çok ters düşmüşsünüz. Onlara karşı ihanet içindesiniz. Gelişemeyişinizin, duyarsızlaşmanızın veya giderek yücelmemenizin ve sahtekârlığa meyil göstermenizin altında bu gerçeklik yatar. Şehidi çok kolay unutuyorsunuz, şehide çok kolay ters düşüyorsunuz. Ben kendim de ürküyorum. Bu parti neden kendi şehitlerine böyle sığ yaklaşıyor? Haydi benim bu işim var, bir insan oğlunun bağlılık düzeyi işte ancak bu kadar olabilir. Ama direkt sorumlusu olduğunuz bir çok olay ve ilişki var. Bizzat sorumlusu olduğunuz yüzlerce şahadet de var. Hiç bunlardan ders çıkarılmaması söz konusu. Dediğim gibi, biz grup döneminin ilk şehidinin anısına çıkardığımız dersle parti olma gereğini duyduk. Zindan şehitlerimizin anısından çıkardığımız dersle ne pahasına olursa olsun ülkeye yönelme gereğini duyduk. Mazlumların, Kemallerin, Hayrilerin şahadetinden, Mahsum KORKMAZ yoldaşın şahadetinden gerillaya mutlaka işlerlik kazandırma dersini çıkardık, görev belledik, bütün çalışmamızı buna göre ayarladık. Azmimiz ve irademizi bunun için biledik, iğne ucu kadar olanağı bunun için ayaklandırdık.

Şimdi siz de kendinizi gözden geçirin. Acaba doğrudan yanı başında olduğunuz ve çok iyi gördüğünüz birçok şehadeti nasıl anlamlı hale getirdiniz? Ucuz laf olmanın ötesinde ne kadar sağlam ele aldınız? En önemlisi de çaresizce yaklaşmaktan öteye varabildiniz mi? Şahadette başarının gereğini görebildiniz mi? Onu büyük mesele yaparak, kendinize çeki-düzen verebildiniz mi? Hani lafta çok söyleniyor; saygıyla anıyoruz deniliyor, gerçekten saygıyla anabildiniz mi? Yine “gereken dersler çıkarılmıştır, bu kez kolay şahadete geçit yok” veya “her şahadet bir başarı kaynağıdır” diyerek buna anlam verebildiniz mi? Güç çıkarabildiniz mi? Bu sorular hepiniz için yakıcıdır. Hâla dürüst olduğunuzu ve bazı değerlerle bağlantılı yaşadığınızı samimice söylüyorsunuz. Hatta büyümek ve yine değerlere layık olmak istediğinizi söylüyor, bunu çok kesin diyebileceğimiz bir tarzda amaç belliyorsunuz. Yorulmamışsınız, isteseniz başarabilirsiniz de.” diyerek şehitler gerçeğinin hangi temelde kavranması gerektiğini en net ve yakıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.

O halde 47. Şehitler Ayı’nı yaşadığımız bu tarihi zaman aralığında soykırım saldırılarını kıracak bir kararlılık, irade ve tam insan olmak için şehitlerin emrettiği zafer kişiliğine ulaşma, yaşama bu temelde yaklaşma, mücadeleye şehitlerimizin emrettiklerinin gereklerini yerine getiren bir pratiğe kavuşmak zorunda olduğumuzu bilerek muhasebeyi gerçekleştirmeli ve zaferi yine bu gerçeklik temelinde garantilemeliyiz.

 

PKK Şehit Çalışmaları Komitesi