ŞEHİTLERE YAKLAŞIM YAŞAMIMIZIN DEĞİŞMEZ ÖLÇÜSÜDÜR

Kendisini bir şehitler partisi olarak tanımlayan PKK’nin tüm militanları kendisini her zaman ve her koşulda şehitler gerçeği karşısında değerlendirmeli ve sorgulamalıdır. Yeni paradigmal yapılanma, çağ gerçekleri, halkın ve kadronun yaratmış olduğu değer ve birikimlerin oluşturulduğu zemin, yine güncelde içinde bulunulan siyasal ortamın gereklilikleri gibi, birçok gerekçe yeniden yapılanmanın hem nedeni hem de biçimini etkileyen ya da belirleyen nedenler olarak tartışılıyor. Oysa yeniden yapılanmanın en temel nedeni ve bunun biçim ve ölçülerini belirleyecek olan, kesintisiz bir biçimde her gün kendisini üreten şehitler gerçeğimizdir. ‘Nasıl yaşanılır?’ sorusuna cevap kadar, neyi nasıl anlayıp pratikleştireceğimizin ölçüsü de hiç kuşkusuz şehitler gerçeğidir. Her şehit gerçeği; günlük olarak, ne yapmamız gerektiğinin, nasıl yaşamamız gerektiğinin manifestosudur. Önderlik, Zîlan arkadaşın eylemi ardından “Zîlan bir manifestodur… Zîlan komutan ben ise onun emir eriyim” demişti. Kendisini şehitler gerçeği karşısında böyle tanımlayan bir Önderlik duruşuyla bizim günlük olarak şehitleri algılama, anlama ve pratikleştirme gerçeğimiz yeniden sorgulamayı gerekli kılıyor.

PKK gerçeğinde şehitlerin ‘yaşayan birer yaşam komutanı’ olarak tanımlanması ve an’ı anına yaşamın gözeteni ve belirleyeni olarak algılanması, bütün yaşam seyrimize rengini veren bir varoluş tarzıdır. Attığımız her adımda, aldığımız her nefeste, hatta her düşünce zerreciğimizde şehitler gerçeğini yaşayabildiğimiz oranda, şehitler partisi olan PKK’lilik kimliğine layık bir yaşamın sahibi olabiliriz. Bu, sadece manevi bir algılama değil ya da ahlaki bir sorun da değil; bir iman etme meselesidir. Onlar bize şah damarımızdan daha yakın, an’ı anına bizi izleyen ve nerede ne yapmamız gerektiğinin yol göstericileridir. Onlar, sadece ne olduğumuzun değil, ne olmamız gerektiğinin ve nasıl olacağımızın da ölçüleridir. Şehitler gerçeği karşısında günlük ve anlık olarak kendini sorgulamayan birisinin, kendisini PKK’liliğin gereklerine göre yaratabilmesi mümkün değildir.

Şehitler gerçeği; insanın içselleştirdiği doğruların, güzelliklerin ve bunlara ulaşmanın görevleri karşısında, her gün kürsüsüne çıktığımız ve yargılandığımız vicdan mahkemesidir. ‘Unutmak ihanettir’ diyoruz. Unutmamak ise vicdanlı olmayla bağlantılıdır. İhanet vicdansızlıktır. Vicdansızlık ise özünde belleksizliktir. Şehitler, bu anlamda canlı belleğimiz ve yargılayan, yön gösteren vicdanımız olabildiği oranda bizi ihanetten kurtarabilecek gerçeklerimizdir. Onları sürekli içimizde taşıyabildiğimiz, kendimizin birer parçası olarak özümseyebildiğimiz oranda, onlara yakınlaşabiliriz. Şehitler gerçeğinden uzaklaşmak kendimizden uzaklaşmaktır. Kendinden uzaklaşmak, yabancılaşmak, her türlü ihanetin kapısını açık tutmaktır.

Komplo süreci ve sonrasında yaşanan şahadetler gerçeği karşısındaki duruşumuz ile içine girdiğimiz eksik ve yetersizliklerimiz arasında mutlak bir diyalektik bağ vardır. Önderliğimiz komployu karşılarken en büyük güç kaynağının şehitler gerçeği olduğunu ifade etti. Bu yüzden de şehitleri sürekli işlemenin ve anlamanın gereğine dikkat çekti. “Mümkün olsaydı her şehit için bir kitap yazardım” dedi. Geçmişte de her şahadet Önderlik açısından kapsamlı değerlendirme ve hamlelerin nedenleri olarak algılanıp işlendi. Haki Karer yoldaşla başlayan ve daha sonra her şehit gerçeğine pratikte cevap verme arayışı ile devam eden bu yaklaşım, PKK’nin kimliğini belirlediği gibi, pratiğin doğrultusunu da ortaya koydu. PKK şehide verilen bir cevap olduğu gibi, PKK tarihi de an’ı anına şehitlik gerçeği ve ona cevap verme arayışının ve çabasının ürünü olarak gelişti. Ne zaman ki şehitler gerçeğine cevap vermede yetersiz kaldık, o zaman büyüme ve gelişme yerine durağanlık ve bozulma başladı. Ya da bunu tersten alabiliriz: Bir yerde durağanlık ve bozulma varsa, orada durup şehitler karşısındaki duruşumuzu sorgulamamız gerekiyor.  

Şehitlik diyalektiği; yaşamın tıkanıp, bitirildiği noktada, kendini küllerinden yaratma diyalektiğidir. Sıradan insan için en büyük çaresizlik olan ölüm gerçeği, şehitler gerçeğimizde aşılıp yaşamın kendisi haline getirilmiştir. Bu anlamda şehitlik gerçeği ile buluşan insan için en büyük çaresizlik bile, kendini anda doğru bir gerçekleştirmeyle aşılabilecek bir gerçektir. Eğer yaşamın her hangi bir sorunu karşısında çare olunamıyorsa, nasıl yaşayacağımızı bilemediğimizdendir. Nasıl yaşayacağını bilememenin özünde ise, yaşamın nerede başlayıp, nerede bittiğinin bilinememesi vardır.

Şehitler gerçeği karşısında kendimizi doğru sorgulama basit bir duygulanma değildir. Şahadet nasıl gerçekleşmiştir, hedeflenen nedir? Bu hedefe nasıl ulaşılır? Şehit bizden ne istemektedir, bunu nasıl yapabiliriz? Sorularını doğru sorup, kapsamlıca tartışmayı, planlama yapmayı ve bu planlamayı harekete geçirmek için gerekli yol yöntem ve araçları yaratarak harekete geçmeyi başarabildiğimiz oranda şehide cevap olabiliriz.

Devrimci duruş sıradanlığı kabul etmeyen duruştur. Bu anlamda her şahadet, özünde, devrimciliğe yapılan çağrıdır. Bu çağrıya cevap kendimizden başlar. Bir şahadet gerçeğiyle karşılaştığımızda, eğer duygularımız sıradan bir insanın duygularıysa, ilk yapılması gereken bu duruşumuzu sorgulamak olmalıdır. Yani davet önce bizedir. Bizim yaşadığımız bütün yetersizlikler bu noktadan başlar. Şahadetin nedenini ve gereklerini başka yerde aramaya başladığımız andan itibaren, şehitlerden uzaklaşmaya başlarız. Oysa şehit önce bize seslenmektedir. Onu anlamamızı istemekte, anladığımız oranda önümüze görevler koymaktadır. Bizlere düşen bu görevleri en iyi şekilde yerine getirerek şehitlere layık olmaktır.

 

Mayıs ayı şehitler ayıdır

Denizler’den Hakiler’e, İbrahimler’den Ferhatlar’a, Sinanlar’dan Mahmutlar’a, Mizgîler’den Cerenler’e ve Cerenler’den Andoklar’a yüzlerce şehidin verildiği mayıs ayı, bizler için devrim coşkusunun en yoğun yaşandığı ay olmaktadır. Yeni bir mayıs ayına girerken tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Onların bizlere emanet bıraktığı bu kutsal yaşamı her daim koruyacağımıza ve savunacağımıza söz veriyoruz.

 

LEYLA QASIM

Önder Apo'nun özgürlük felsefesi çerçevesinde kadın özgürlük mücadelesinin gelişim dinamiğini oluşturan ve özgürlük mücadelemizin öncü kadın duruşunun yalın ifadesi olan kadın kahramanlığını da bağrında taşıyan mayıs ayı bir de özgün bir yere sahiptir. Kuşkusuz Kürdistan tarihi derinliğine irdelendiğinde Kürt isyanlarına damgasını vurmuş Kürt kadınlarının büyük kahramanlık ve direnişlerine rastlarız. Kadının direniş rengi Kürt özgürlük mücadelesinin en temel geliştirici dayanağı olmuştur. Yakın tarihin en büyük direniş ve mücadele sembollerinden olan Leyla Qasım gerçeği Baas rejiminin katliamcı karakteri şahsında Kürt düşmanlığına soyunmuş tüm faşist rejimlerin adeta korkulu rüyası olarak bütün Kürt kadınlarına örnek teşkil etmiştir.

Leyla Qasım, 1952 yılında Kerkük’te dünyaya gelir. İlk ve ortaöğrenimini Kerkük’te gördükten sonra ailesiyle birlikte Bağdat’a göç eder. Bağdat’ta lise öğrenimini tamamlayan Qasım, 20 yaşındayken Kürdistan Öğrenciler Birliği (YXK) ile tanışır ve onlara destek verir. Leyla Qasım bu dönemde peşmergelere katılma kararını verir. Leyla Qasım peşmergeye katıldığı zaman Kürtler, özellikle Başurê Kürdistan’da hassas bir dönemden geçiyordu. 1974’ün baharında Baas rejimi Kürtlere karşı savaş açar. Kürt ailelerini Bağdat’tan çıkarır. Irak rejimi Qeladizê kentini bombalar. Bombalama sonucunda 3 sivil yaşamını yitirir. Daha sonra Halepçe’yi bombalayan rejim, birçok sivilin yaşamını yitirmesine neden olur. Bu dönemde Leyla Qasım’a Kürt halkının sesini dünyaya duyurmak amacıyla bir uçak kaçırma görevini üstlenir. Ancak bu eylemde Leyla Qasım 4 arkadaşıyla birlikte 24 Nisan 1974’te yakalanır, Qasım ve 4 arkadaşı 13 Mayıs 1974 tarihinde idam edilir. Leyla Qasım yargılama sırasında mahkeme hakimine; “beni öldürün fakat şu gerçeği de bilin ki benim öldürülmemle binlerce Kürt uyanacak. Ben Kürdistan’ın özgürlüğü yolunda canımı feda ettiğim için sevinç ve gurur duymaktayım” der. 1974’ün Nisan’ında ağır işkencelerden geçirilir. Kısa süren düzmece bir yargılama sonrasında, aynı yılın Mayıs ayında idam edilir. İdam sehpasına giderken Ey Reqib marşını okumayı ihmal etmez.

 

DENİZ, YUSUF VE HÜSEYİN

Bu üç devrimcinin özgürlük mücadelemizde de çok anlamlı yerleri vardır. Bizim mücadelemizi de etkileyen ve bugüne kadar da hala etkileri süren bir mücadelenin sembolleridir onlar. Önderliğimiz, bu idam gününün tüm duygularını, anılarını bugüne kadar yaşatan ve devrimci mücadelesinde örgütlülüğe ve eyleme dönüştüren bir Önderlik gerçeğidir. Önderliğimiz, Denizlerin idam edildiği gün, şu sözü vermiştir: “Biz öyle bir hareket başlatmalıyız ki, bu devrimci gençlerin uğradığı sonla karşılaşılmasın, düşmanın istediği koşullarda değil, kendi istediğimiz koşullarda bu mücadeleyi sürdürelim. Öyle bir hareket başlatmalıyız ki, Denizler, Yusuflar, Hüseyinler gibi kısa sürede kesintiye uğramasın.” Önderliğimiz bu devrimcilere bağlılığın gereğinin mutlaka yapılmasını kendisi açısından bir borç bilir.

1968'lerde gelişme kaydetmeye başlayan gençlik hareketinin önderi durumunda olan kişiliklerde somutlaşan bu yiğit özellikler, devrimci mücadelenin masa başında sürdürülen tartışmalarla mümkün olamayacağını, eylemsel süreçlerle gelişebileceğini de açığa çıkarmış, kesinleştirmiştir. Sahip oldukları birkaç silahla hemen dağa "kıra" çıkma ve gerilla mücadelesini geliştirme istemleri, onların devrimci coşku, halka ve mücadeleye olan inançlarının düzeyini de göstermiştir. Şüphesiz bir ordu değiller, birkaç kişiydiler, ama kavrayışları, yürekleri, cesaretleri bir orduyla kıyaslanabilecek düzeydeydi. Her şey bir yana azlıklarına-çokluklarına, düşmanın gücüne bakmadan ülkenin stratejik yerlerine güç çıkardılar. Nurhaklara çıktılar. Çıktıkları dağlar Türkiye halk gerçekliği açısından anlamlı dağlardı.

Bu devrimcileri anmak, tanımak çok önemlidir. Onlar sıradan insanlar değildir. Genç yaşamlarına çok büyük anlam veren, idam sehpasına giderken bile bu yaşamın anlamını derinden yaşayan ve onun onurunu, gururunu yaşayan insanlardır. Deniz GEZMİŞ, Yusuf ASLAN, Hüseyin İNAN, öncülük yaptıkları mücadelede devrimin, sembolleri haline gelmişlerdir. Geliştirdikleri mücadelelerle başta gençlik olmak üzere toplumun gözünde birer idol halile gelmişlerdi.

Deniz GEZMİŞ bu önderler arasında en bilineni ve belki de en fazla öne çıkanıdır. Tüm gösterilerde, boykotlarında o mutlaka vardır. Sıkılı yumruğunu adeta egemenlerin yüzüne savururcasına havaya kaldırarak attığı sloganların arkasında yüzlerce, binlerce genç mücadele saflarına akmıştır. Deniz bir gençlik önderi olarak sembolize edilse de, o aslında tüm toplumun önderi olur. Sinan Cemgil ve Hüseyin İnan’la birlikte Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu (THKO) kurdu. Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde idam edilir. İdam edilmeden önceki son sözleri ise; "yaşasın tam bağımsız Türkiye. Yaşasın Marksizm-Leninizm. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi. Kahrolsun emperyalizm. Yaşasın işçiler, köylüler" olur.

Hüseyin İNAN o genç yaşına rağmen ideolojik çalışmalarıyla öne çıkmış, "Türkiye Devrimi’nin Yolu" adlı çalışmasıyla, Türkiye devrimci hareketine teorik bir çerçeve kazandırmaya çalışmıştır. İdam sehpasına başı dik bir şekilde giderken son sözleri; “ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı halkımıza emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm" olur.

Yusuf ASLAN ise örgütçü yanıyla gelişen toplumsal mücadeleye bir çerçeve kazandırmak ister. THKO'nun kurucusu ve önderlerinden olan Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş'le birlikte Nurhak dağındaki gerilla grubuna katılmaya giderken, yaralı olarak yakalanır. Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanır. 6 Mayıs 1972'de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ile birlikte idam edilir. İdam edilmeye giderken bile kendinden emin duruşundan hiç taviz vermemiş ve onu idam etmeye götürenlere dönerek şu sözleri söyler: "Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Yaşasın devrimciler!” Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının 1969'da katledilen Taylan Özgür'ün yanına gömülme isteği ise yerine getirilmez.

 

SİNAN CEMGİL

Deniz, Hüseyin ve Yusuf bu özellikleriyle birbirlerini tamamlamış, devrimci mücadelede olması gereken temel omurganın oluşumunu sağlamışlardır. 1968'lerden itibaren ivme kazanmaya başlayan Türkiye'deki gençlik hareketi Deniz GEZMİŞ, Yusuf ASLAN, Hüseyin İNAN gibi önderlerle de sınırlı kalmaz. Daha birçok devrimci militan önderliklere de sahip olur. Sinan CEMGİL de bunlar arasındaki yerini alır. Sinan CEMGİL güçlü bir hatip ve propagandist olarak gençlik hareketleri içerisindeki rolünü oynar. Yapmış olduğu etkili konuşmalarla gençliği etkilemiş, dalga dalga devrimci saflara akmalarını sağlamıştır. Komer’in arabasını yakanlardandır. Eylemde birlikte yer aldığı arkadaşı Taylan Özgür’ün İstanbul’da katledilmesi üzerine Ankara’da toplanan kalabalığa, aranıyor olmasına karşın şöyle hitap eder: "bir devrimci kardeşimiz polis kurşunu ile kahpece katledilmiştir. Devrim şehitlerinin matemini tutacak zamanımız yoktur. Devrimcilerin postunu ucuza satmayacağız." 1970 yılında, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Alpaslan Özdoğan, Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin'le birlikte Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nun kuruluş çalışmalarını yürütür. THKO'nun şehir gerillası eylemlerinde yer alan Sinan Cemgil, 12 Mart 1971 muhtırasından sonra, arkadaşlarıyla birlikte Ankara'yı terk eder ve Elbistan civarındaki Nurhak Dağı'na çıkarak burada arkadaşlarıyla birlikte THKO'nun gerilla kampını kurar. Sinan Cemgil komutasındaki gerilla birliği, planlandığı gibi Kürecik Radar Üssü'nü basmak için harekete geçer. Kürecik Radar Üssü’ne yapacakları baskın öncesinde Sinan Cemgil ve arkadaşları, İnekli Köyü muhtarının ihbarı üzerine kuşatılırlar. 31 Mayıs 1971’de Nurhak dağlarında askerlerle çıkan çatışmada şehit düşer.  Babası Sinan’ı anlatırken onun çocukluğundan beri çok cesur olduğunu ve mücadele yaşamına katıldıktan sonra da hep şu sözleri söylediğini belirtir: “Polis ya da güvenlik kuvvetleri dedikleri faşistler hiçbir zaman canlı olarak beni ele geçiremeyeceklerdir. Yakalanırsam ancak ölümle yakalanacağım onlara.”

 

İBRAHİM KAYPAKKAYA

1949 yılında Çorum Alaca’da dünyaya gelir. TKP/ML kurucusudur. Hasanoğlan Öğretmen Okulu’nda, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu ve İ.Ü Fen Fakültesi Matematik-Fizik bölümünde okur. FKF Çapa Şubesi’nin kuruluşuna katılır. 1968 yılında TİP Eminönü ilçe teşkilatına üye olur. Ant ve Türk Solu dergisi yazı kurulunda bulunur. Amerikan 6.filosunu protesto eylemlerine katıldığı için TİP’ten ihraç edilir. Doğu Perinçek liderliğinde bir oluşum olan PDA -TİİKP içinde yer alır. Kısa sürede Doğu Perinçek ve çevresinin saptırımcı, revizyonist, fırsatçı ve oportünist olduklarını iddia eden Kaypakkaya,  buradan ayrılır.  Daha sonra TKP/ML TİKKO'yu kurar. İbrahim Kaypakkaya, pratik devrimciliğinin yanı sıra, Türkiye'nin sosyalist düşünce dünyasına farklı bir ivme kazandırmış bir teorisyen olarak görülür. Bu hususta en çok dikkati çeken konu, dönemin Türk sosyalistlerinin büyük bir çoğunluğunun yer aldığı Millî Demokratik Devrim anlayışını savunan yasal ve yasadışı grupların görüşleriyle neredeyse taban tabana zıt duran bir Kemalizm karşıtlığıdır. İbrahim Kaypakkaya, dönemin diğer Türk sosyalist ve komünist gruplarının benimsediği ve eylem ile görüşleriyle bizzat içerisinde yer aldıkları Kemalizm ile bağlarını koparmasının ardından, ulus-devlet ideolojisinin karşısında duran, azınlık hakları üzerine inşa ettiği kendi yolunu ve çizgisini ortaya çıkarır.

Kemalizm'e ve Mustafa Kemal Atatürk'ün fikri mirasına karşı bu sert çıkış, özellikle Kemalizmin vatansever ve milliyetçi yapısı ile alakalı bir çıkış olarak kendisini göstermiş, Kaypakkaya'nın bu minvalde öne sürdüğü Lenin'in "Ulusların kendi kaderini tayin hakkı" anlayışı çevresine kendi fikrince oturtarak düzenlediği "Kürtler de bir ulustur ve kendi kaderlerini belirleme hakları vardır" yönündeki görüşü, Kaypakkaya'nın İkinci Fikir Kulüpleri Federasyonu Kurultayı'ndan gürültülü bir şekilde kovulmasına ve akabinde dönemin diğer sosyalist grupları ile yollarının bütünüyle ayrılmasına sebep olur.

TKP/ML faaliyetlerinin yoğunlaştığı Çemişgezek bölgesinde mücadele ederken, 24 Ocak 1973'de Dersîm/Çemişgezek ilçesi Vartinik köyü Mirik mezrasında kolluk güçleri tarafından bulunduğu köyün etrafı sarılır, çatışma sırasında Kaypakkaya yaralı olarak çatışma alanından uzaklaşır. Beş gün sonra saklandığı köydeki bir öğretmenin ihbarıyla yakalanır. İbrahim Kaypakkaya, Amed’de süren dört aylık sorgulama ve işkence (parmaklarının, ellerinin, ayaklarının kesilmesi gibi) sürecinden sonra, mahkemeye çıkartılmasına az bir zaman kala, 18 Mayıs 1973'te yaşadığı işkenceler sonucu şehit düşer.

 

HAKİ KARER

Haki Karer yoldaş, 1950 yılında Ordu Ulubey’de dünyaya gelir. İlköğretim ve liseyi Ordu’da okur. Üniversiteye Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi'nde başladı. 1970 sonrası gelişen devrimci gençlik hareketinden etkilenen Haki Karer, kısa sürede devrimci düşünceleri benimser. Aynı süreçte Kemal Pir arkadaş ve Önderlik ile tanışır. 1973’te ADYÖD’te organizatör düzeyinde sorumluk üstlenir. 1976 Dikmen toplantısında alınan ülkeye dönüş kararıyla birlikte, önce Elîh daha sonra Dîlok'a gider. Dîlok'ta başarılı bir pratik sergiler. MİT’in kontrolünde kurulmuş olan "Stêrka Sor" adlı kontra örgüt devreye sokularak, Haki Karer, Antep’te Alaattin Kapan adlı unsurla tartışmaya davet edilir. Randevu Mayıs ayının 18’inde Dîlok'un bir kahvehanesinde gerçekleşir. Hazırlanan bu çirkin tuzak sonucunda, 18 Mayıs 1977’de Haki Karer şehit düşürülür. 18 Mayıs  gününde emek kahramanı ve büyük enternasyonalist devrimci olarak anılan Haki KARER, istihbarat güçleriyle işbirliğinde olduğu ortaya çıkan Stêrka Sor adlı bir örgüt tarafından bir komplo ile şehit düşürülür. Önderliğimiz, Haki Karer için o dönem şu değerlendirmeyi yapar; "Kürdistan devriminin gereğini kavradığı andan itibaren, üniversitenin son sınıfını terk edip yatağını sırtladığı gibi, hiç tanımadığı ülkemize yönelmekte tereddüt etmedi. Beş kuruşu olmadığı zaman, hamallık yaparak mücadeleyi yürüttüğü günler az değildir. Kendisini yakından tanıyanlar en yırtık elbiseleri kendisinin giydiğini, aylarca tek öğün basit bir kahvaltıyla yaşadığını unutmazlar. Tüm olumsuzlukların aşılması için, çevresine bir esin kaynağıydı. Yanında bulunanlar zamanın nasıl geçtiğini fark etmezlerdi. Onunla her zaman birlikte yaşamaya can atarlardı."

Haki Karer'in şahadeti, Önderliğin; "İliklerimize kadar sarsıldık, parti olmaya karar verdik" dediği, mücadelemizin partileşme sürecine girdiği olaydır.

 

DÖRTLER

Mayıs ayının mücadele görkemine damgasını vuran diğer bir kahramanlık destanı da kendi bedenlerinden aydınlığa meşale olan Dörtler gerçeğidir. Dönemin faşist saldırılarına ve hareketimizin tasfiye ayağına dönüştürülerek işkencehaneye çevrilen zindan gerçeğine karşı en büyük devrimci karşılık Dörtler gerçeği ile verilmiştir. Özgürlük savaşçılığının asla yenilemeyeceğini bedenlerindeki alevlerle haykıran Ferhat Kurtay, Mahmut Zengin, Eşref Anyık ve Necmi Öner yoldaşlar düşmanın zindan faşizmiyle amaçladıklarını paramparça etmişlerdir. Bu anlamda büyük zindan direnişi Dörtler şahsında Apocu militanlığın faşizmi, zulüm cenderesini alt etmesini ve tüm teslimiyetçi-tasfiyeci politikaların yıkılışını ifade etmektedir.

 

FERHAT KURTAY

1949 yılında Kızıltepe´nin Xurs (Uluköy) köyünde orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. İlk, orta ve lise öğrenimini, Kızıltepe ve Mardin´de sürdürür. Trabzon´da da Mühendislik Fakültesi’nin Mimarlık bölümünü bitirir. Devrimci düşüncelerle okul yıllarında tanışır. Dünya ve Türkiye devrimci hareketlerden etkilenir. 1978´den sonra kurduğu resmi ilişkilerle partiye aktif katılımını sağlar. Mardin bölge örgütlenmesinde hazırlık komitelerinin oluşumunda direkt görev alır. Ayrıca, merkezi yayın organlarının bu bölgede konumlandırma ve dağıtımını üstlenir. 23 Kasım 1979 günü Mehmet Hayri Durmuş ve diğer arkadaşlarla birlikte kaldıkları bir evde tutuklanır. 17 Mayıs´ı 18 Mayıs´a bağlayan gece Amed zindanının 33. Koğuşunda Eşref, Mahmut ve Necmi yoldaşlarla birlikte gerçekleştirdiği eylemde bedenini ateşe vererek şahadete ulaşır. Önderliğimiz Dörtlerin eyleminden sonra yaptığı değerlendirmede şunları dile getirmiştir: “Ferhat Kurtaylar’ın anısına vereceğimiz karşılık; hareketimizin yine ülkeden kopukluğun önüne geçmek, hareketi Kürdistan ile birleştirmekti. Ve yurt dışı çalışmalarını bu anlamda olağanüstü bir çabayla ele aldık, yoğunlaştırdık. Ve aynı yıl, 1982’nin sonlarından itibaren partiyi taşırdık. Bu şehitlerin anısı, ölümle yaşam arasındaki köprüdür. Üzerinden geçiyoruz, yaşama yöneliyoruz. Nitekim bunun da ne kadar tarihi bir dönüş olduğuna ve çok kalıcı bir iz bıraktığına herkes şahittir.”

 

NECMİ ÖNER

Çermik´te dünyaya gelir. İlk, orta ve lise öğrenimini Çermik´te bitirir. Daha okul sürecinde iken, yeni düşüncelere açık, tartışma, sorgulama ve kavrama yeteneklerini edinir. Önceleri DDKD´ye sempati biçiminde bir bağlılığı söz konusu iken, Ahmet Kurt ve Hüseyin Durmuş arkadaşların çalışmalarından, konuşmalarından etkilenerek, PKK ile tanışır. Ve kısa sürede Çermik´teki faaliyetlere katılır. Gençlik içerisindeki başarılı çalışmalarıyla mücadelenin kitleselleşmesinde önemli rol oynar. Yakalanmadan kısa bir süre önce, yerel hazırlık komitesinde gençlik sorumluluğuna getirilir. Okulda çıkan bir olaydan dolayı 1979 yılında tutuklanır. Fiilen direnişlerdeki yerini her zaman korur. Diyarbakır Askeri Cezaevi 33. koğuşta 17 Mayıs´ı 18 Mayıs’a bağlayan gecede ‘DÖRTLER’ eyleminde onurlu yerini alır.

 

EŞREF AYNIK

1960 yılında yoksul bir ailenin çocuğu olarak, Viranşehir´in bir köyünde dünyaya geldi. Daha küçük yaşlarda ailesinin maddi geçimini sağlamak için, büyük bir sorumluk altında girer. Ailesiyle birlikte Adana´da ırgatlık gibi işlerde çalışır. Eşref AYNIK, ülke genelindeki gelişmeler ve özellikle Hilvan mücadelesinin yarattığı etki ile PKK saflarında yerini alır. Feodal çetelere karşı silahlı eylemlilikler içerisine girdikten sonra aranmaya başlar. Hilvan mücadelesinde devletin askeri güçlerine karşı çatışma içerisinde iken yakalanır. Esat Oktay´ın tüm iğrenç ihanet dayatmalarına karşı, arkadaşlarıyla birlikte hareket eder. Hiçbir zaman militan duruşundan taviz vermez. Diyarbakır cezaevinde 18 Mayıs gecesinde ‘DÖRTLERİN’ eyleminde yerini alır.

 

MAHMUT ZENGİN

Aslen Siverekli olmasına karşın, dedesinin Hilvan´da ikamet etmesinden ötürü yaşamanın büyük bölümünü Hilvan´da geçirir. İlk ve Ortaokulu burada bitirir. Yörede estirilen feodal baskılara karşı tepkisi küçük yaşlarda başlar. Hilvan´da 1978 yılında "Süleymanlar" feodal çetesine karşı Apocular öncülüğünde geliştirilen silahlı mücadeleye sempati duyarak harekette yerini alır. İlk önce gençlik faaliyetlerinde yer alır. Kitle çalışması, propaganda vb. alanlarda da faaliyetlere katılır. Daha sonra Hilvan ve Siverek kırsalında Süleymanlar ve Bucak çetelerine karşı, Cuma Tak arkadaşın komutasında silahlı mücadelede yerini alır. En son girdiği bir çatışmada siper arkadaşını kurtarırken, 7 Temmuz 1979´da esir düşer, Diyarbakır Askeri Cezaevi´ne girer. Mahmut arkadaş da tıpkı Eşref, Ferhat ve Necmi yoldaşlar gibi ‘DÖRTLERİN’ kendini yakma eyleminde kararlı bir duruş sergiler.

 

HALİL ÇAVGUN

Haki yoldaşı şehit verilişinin üzerinden bir yıl geçmeden, Halil ÇAVGUN' arkadaş şehit düşer. Sokakları Haki yoldaşın afişleriyle donatmak için müca­dele veren bir grup devrimcinin üzerine, polis feodal eşkıya çeteleriyle birlikte saldırı ve dört taraftan kuşatmaya aldığı bu devrimcileri toptan imhayı amaçlar. Artık gelişmelerin önünün alına­mayacağına inandığı bir anda saldıran düşman, verdireceği kayıpla halkı sindir­mek, gelişmelere müsaade etmeyeceğini göstermek istiyordu.

Halil ÇAVGUN yoldaşın şehit edilmesi olayı; Haki KARER'in anısına bağlılığın kesintisiz bir sürdürücüsü olan ve giderek derinleşen hareketimizin yeniden daha ileri boyutlu bir darbeye maruz kalmasıdır da. Hilvan'da yöneltilen katliam, sıradan bir katliam olayı olmayıp, TC'nin en üst düzeyde düşündüğü ve yerli işbirlikçi­leriyle hayata geçirdikleri planlı bir olay­dır. Bu katliamla, mücadelemizin kitleye aktarılması önlenmek isteniyordu.

 

 

MEHMET KARASUNGUR  - İBRAHİM BİLGİN

Kürt halkı ve insanlık için şu inkar edilemez bir gerçektir; tarih kendi kahramanlarını bağrına basan bir insanlık mirasına sahiptir. İşte Kürt özgürlük mücadelemiz açısından da diğer bir miras 2 Mayıs 1983’te ihanet sonucu katledilen büyük devrimci yoldaşlarımız Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin yoldaşların anılarıdır. Mehmet yoldaş, 1947 yılında Çewlîg’in Kiği'ye bağlı Sütlüce (Darabî) köyün’de dünyaya gelir. Genç yaşlarda devrim hareketleri ile tanışır ve daha sonra PKK saflarında yerini alır. İbrahim yoldaş ise, 1963 yılında Sivas-Kangal'a bağlı Yellice kö­yünde dünyaya gelir. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara'da görür. Kendisini adadığı Kürdistan'ın bağımsızlık mücadelesinde daha aktif yer almak için lise son sınıfta okulu terk ederek Kürdistan'a geçer. Görev­lendirildiği Antep'te basın-yayın ça­lışmalarında, çevre ve gençlik örgüt­lenmelerinde yer alır. Başarılı çalış­malarından dolayı, Antep Yerel Komitesi’ne seçilir. Ayrıca, birçok eylemi bizzat planlayarak başarıyla gerçek­leştirilmesinde önemli rol oynar.

Yüzyıllardır düşmanlarının çarkında birbirine kırdırtılan Kürt halkının bu parçalı gerçeğine dur demek ve halkımızın demokratik ulusal birliğini kurmak amacıyla Güney Kürdistan’a giden bu yoldaşlar KDP ve YNK güçlerinin ihanetiyle şehit düşürülmüşlerdir. Her gün çekinmeden bu ihanet çemberini derinleştiren KDP'nin uluslararası güçler ve bölgedeki Kürt düşmanlarıyla nasıl bir işbirliği içerisinde olduğunu artık herkes çok iyi bilmektedir. Uluslararası komploda oynadığı rol, 97'de Hewler’de bir vahşet saldırısı ile gerçekleştirdiği katliamla onlarca yaralı yoldaşımızı katletmesi bu gerçekliğin en bariz örneklerindendir.

 

 

GURBET AYDIN (MIZGÎN)

Mizgîn arkadaş aslen Batman’lıdır. 1980’li yılların başında mücadele ile tanışır. Agît (Mahsun Korkmaz) yoldaşın aracılığıyla partiye katılır. Mücadelenin birçok alanında faaliyet yürütür. Dağlarda gerillacılığı, halk içinde devrimciliği, yurt dışında sanatçılığı ile bilinen Mizgîn yoldaş, mücadele hayatında yarattığı başarılardan dolayı birçok isim alır. Kimi yerlerde komutan Mizgîn, kimi yerlerde ozan Mizgîn, kimi yerlerde de kelimenin tam karşılığıyla Heval Mizgîn olarak bilinir.

Mizgîn yoldaşın Kürt müziğine de katkıları büyüktür. Koma Berxwedan’ın kurucu üyelerindendir. Yine üst düzeyde görev alan ilk kadın militanlar arasındadır. Hatta ülke zemininde birinci derecede eyalet sorumluluğunu alan ilk kadın arkadaştır. Bu yönüyle Mizgîn yoldaş Önderliğimizin tanımladığı komple kişiliğin temsilidir. Bir militan olarak hiçbir örgüt görevi arasında ayrım yapmaz, kendisine verilen her görevi layıkıyla yerine getirmeye çalışır. Bu da Mizgîn yoldaşın gittiği her alanda başarılı çalışmalar yürütmesini sağlar. Bugün Mizgîn yoldaşın militan duruşunu kendisine esas alan binlerce ardılı olduğu gibi onun sesiyle büyüyen milyonlarca Kürt genci vardır. En son Garzan Eyaleti’nde kalan Mizgîn arkadaş 11 Mayıs 1992 yılında Garzan’da yaşanan çatışmada düşmanın eline geçmemek için kendisini şehit düşürür.

 

SİNAN AMED

Mayıs ayı özgürlük hareketimize katılırken düşmanın bile ‘altın çocuk’ diye itiraf etmek zorunda kaldığı şehit Sinan (Murat Demirhan) Metina sorumlusu iken işbirlikçi ihanetçilerin saldırısı sonucunda şehit düşer. Şehit Sinan kıvrak zekası ve askeri taktikteki yaratıcılığından dolayı gelecekte büyük bir askeri deha olabilecek niteliklere sahiptir. Daha Amed’te iken düşman; “nasıl böyle erken gelişim gösterdi?” diyerek şaşkınlığını gizlememiştir. Yani bir gerilla ustasında olması gereken niteliklere sahiptir. Yaşamdaki duruşu ile PKK’nin centilmeni ve mütevazı gerillasıdır. Hep öyle tanınır. Eğer bugün yaşasaydı, Önderliğin, Demokratik-Ekolojik Kadın Özgürlükçü Toplum Paradigması’nı en iyi uygulayan militanlardan biri olarak mücadelesini devam ettirirdi.

 

EKİN CEREN DOĞRUAK

8 Ocak 1981 yılında dünyaya gelir. Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde öğrenci iken Özgürlük Hareketi ile tanışır. Yurtsever Öğrenci Hareketi’nde yer alan arkadaşlarla yoğun ilişkileri vardır, bu vesileyle Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni tanır. Fakat henüz Türkiye Sol örgütlülüğündedir. 1999 yılının sonlarında Türkiye sol örgütlülüğünden ayrılmaya karar verir ve Yurtsever Öğrenci Hareketi’ne katılır. O dönemde Kadın Hareketi çalışmalarında yer alır. Özgürlük Hareketi’nin Kürt kadınında yarattığı özgürlük düzeyini, toplumsal dönüşümü büyük bir hayranlıkla takip eder ve katılımını bu doğrultuda geliştirir. Çalışmaların başlangıcından itibaren mütevazı ve candan katılımı ona dair olumsuz hiçbir yargının oluşmasına izin vermez. Amara arkadaşın sürekli anlamaya çalışan meraklı yanı en belirgin özelliklerindendir. Gerillaya katılma kararı alır ama çıkışlarıyla ilgili güvenlik sorunları çıkınca Avrupa üzeri katılmayı uygun görür. Avrupa’ya ulaşır ulaşmaz partiye katılır. 2005 yılında kongreye katılmak için ülkeye gelir. 31 Mayıs günü ülkeden ayrılırken yaşanan trafik kazasında Uta yoldaş ile birlikte şahadete ulaşır. Avrupa faaliyet yürütürken dağların özlemini hep içinde tutar. Yazdığı günlüğünde şu sözlere yer verir: “Ben de bir özgürlük militanıyım. Ben de Başkan Apo’nun kızıyım. Ben de artık bir kadroyum. Bunları söylemek çok ağır ve zor. Yani söylemektense hakketmek lazım. Altını doldurmak lazım. Bunu çok iyi biliyorum. Özellikle de Avrupa’yı yavaş yavaş tanıdıkça... Ama gerilla olmadan da kendimi hep buralarda eksik hissedeceğim.”

 

ERÎŞ VE ANDOK

Yurtsever bir ailenin çocuğu olan Andok arkadaş 1987 yılında Amed’in Farqin ilçesinde dünyaya gelir. 2007 yılında Kelarêş üzeri gerillaya katılır. Xakurke, Haftanin ve Zap alanlarında kalır. Andok arkadaş, Erdal Andok arkadaşın 2007 yılında Ankara’da gerçekleştirdiği eylemden etkilendiği için sürekli onu tanımak ve gerçekleştirdiği eylemi anlama kavuşturmak ister. Yoğunlaşmaları da bu temelde gelişir. Aldığı eğitimlerin yanında kendi kendini de her yönlü eğitmeyi ihmal etmez. Ve Erdal arkadaşa olan bağlılığının gereğini en anlamlı şekilde yerine getirir.

1988 yılında Gever’de dünyaya gelen Eriş arkadaş yurtsever bir ailenin çocuğudur. Çocukluğundan itibaren örgütü tanıyan Eriş arkadaş 2009 yılında gerilla saflarına katılır. Eriş arkadaş katılımına ilişkin şunları belirtir; “Kuzey Kürdistan’da yaşıyorduk ve Kürtlere uygulanan her türlü kirli politikanın farkındaydık. Bunları görmemezlikten gelemezdik. Ki zaten Türk başbakanı açık açık, ‘kadın da olsa, çocuk da olsa gereken neyse yapılacaktır” demişti. Bunları görmemek, duymamak ve bir Kürt genci olarak üzerimize düşen görevleri yerine getirmemek olmazdı. Önderliğimiz esaret altındayken bizler rahat rahat yaşayamazdık. Bu yüzden yüzümü dağlara, özgürlük saflarına döndüm.”

27 Mayıs 2012 yılında Kayseri’de gerçekleştirdikleri eylemle hem düşmanın beklemediği bir yerde düşmana ağır darbe vurarak düşmanı şaşırtan, hem de eylem tarzları ile bize öncü olan bu iki yoldaş özünde tek yürek, tek ruhturlar. Birbirlerini çok kısa zaman içerisinde tanıyan ama sanki yıllardır birbirilerini tanıyan bu arkadaşlar PKK ruhunun en somut bir biçimde dışa vurulmasıdır. Aynı düşüncede, aynı duyguda, aynı yürekte buluşmak hiç kolay bir durum değildir. Fedailiğin özünü açığa çıkaran bu iki güzel yoldaş, bizlere PKK’de nasıl yoldaş olunur ve nasıl bütünlük sağlanarak tek yürek olunur en açık bir şekilde gösterdiler.

Mayıs ayında şahadete ulaşan daha yüzlerce yoldaşımız var, bu yoldaşları belki tek tek yazamıyoruz ama daha güzel bir dünya yaratmanın umudu ve sevinci ile yola düşen ve bu yolda şahadete ulaşan tüm yoldaşlarımızı sevgi, minnet ve saygı ile anıyoruz. Onların bizlere devrettiği devrim ve özgürlük bayrağı her zaman en yükseklerde dalgalanacaktır. Zafere kilitlenen bu yüce yüreklerin hayallerini mutlaka gerçeğe dönüştüreceğiz.

PKK Sitesi